Almanya'nın geç kalan yaptırımları

Acaba AB bir anda yeni fasıllar açmaya karar verse, vize muafiyetini gündeme alacağını açıklasa ve bunun için Türkiye'den hemen şimdi ciddi bir biçimde harekete geçmesini istese Erdoğan ve hükümeti bu konuya nasıl yaklaşır?

Google Haberlere Abone ol

KÖLN - Almanya - Türkiye arasında önceden gergin olan ilişkiler insan hakları aktivisti Peter Steudtner'in Türkiye'de tutuklanması üzerine krize dönüştü. Almanya, ekonomik yaptırımlar uygulayacak; sonrasında AKP hükümeti bir anda korkuya kapılarak, silkinecek, kendisine gelecek, yarım kalan demokratik Türkiye inşasına yeniden hız verecek... Bu beklenti keşke gerçekleşebilecek olsa; ama ne yazık ki ortada bunu gerçek kılacak sertlikte ve de netlikte hiçbir belirti yok!

Bu konuyla ilgili 26 Temmuzda yazdığım yazıda kimi bilgiler paylaşmıştım.

Almanya'nın Türkiye ile ipler gerildiğinde yer yer ekonomik uyarılarda bulunduğunu biliyoruz. Bu defaki krizde Almanya'nın verdiği tepki, geçtiğimiz referandum sürecinde yaşanan gerginliklerden daha sert oldu. Almanya politikası o kadar hızlı hareket eden ve günlük kararlar alan bir anlayışa sahip değil. Diplomasi yolunu son noktaya kadar açık tutan bir tutumu var, gelinen aşamalarda tüm çıkarlarını göz önünde bulundurarak değerlendirir, ona göre de kararlar verir. Demek ki, gerçekten artık kimi noktalarda Türkiye'yle diyalog kuramıyor ki, bu yolu tercih etti. Biraz sertleşme politikası izlemek zorunda kaldı ancak bu fiili durum ne kadar devam eder henüz belli değil. Berlin’in Türkiye'den beklentisi demokrasi ve hukuk alanında somut adımlar atılması yönünde.

Bu nedenle de gündemde Recep Tayyip Erdoğan üzerinde nasıl bir siyasi ve ekonomik baskı kurulabilir konusu var. Türkiye'nin attığı ilk reel adım kimi Alman firmalarının terörü destekledikleri iddiası ile Almanya'ya verdiği listeyi geri çekmesi ve bir iletişim hatası olduğunu açıklamış olması oldu. Ardından bir küçük adım daha atarak Alman firmalarına, Ankara hükümeti garanti verdi. Bakanlar ardı ardına güven verecek açıklamalarda bulundular. Almanya'nın bu küçük baskısı Türkiye iç politikasında başka türlü propaganda aracı olarak kullanıldı ama birkaç küçük geri adım da attırdı Ankara'ya. Şimdi Almanya Türkiye'de tutuklu bulunan Alman vatandaşlarının adil yargılanacağına dair güvence istemek için biraz daha baskı kurabilir. Ancak bu çok sınırlı olacaktır. Almanya, AB ve Türkiye arasında ekonomik ilişkiler birbirine o kadar geçmiş durumda ki, Türkiye hükümetine sadece ekonomik konular üzerinden baskı oluşturmak sadece sınırlı bir oranda işe yarayabilir. Gümrük Birliği antlaşmasının yenilenmemesi de Türkiye üzerinde çok da büyük bir etki yaratmayacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ekonomi kurmayları da bu hesapları çoktan yapmışlardır. Türkiye'nin AB'ne alınmaması meselesine gelecek olursak, bu da geçerliliğini neredeyse yitirmiş bir argüman. Zaten Türkiye'de ciddi bir kesim AB'ne karşı çıkar pozisyondalar. AB yanlıları da hayal kırıklığı içerisindeler. Avrupa Birliği de halen kimi ortaklıkları Türkiye ile devam ettirme kararlılığında görüşmelere devam ediyor. Enerji, terörle mücadele gibi konularda Türkiye ile yakından çalışacaklarını her fırsatta dile getiriyorlar. Fiilen durmuş müzakerelerin tamamen askıya alınması durumu şu anda Türkiye'yi bağlayacak bir mesele değil. Avrupa Türkiye için vazgeçilmez, doğru, ama gerçekleri de görmek lazım: Türkiye de Avrupa için kolay vazgeçilecek bir partner değil! Avrupa Birliği çok önceden Türkiye'nin demokrasisi için kimi fasılları açmış olsaydı, belki Erdoğan iktidarı bu kadar rahat ve hızlı demokratik değerlerden, bağımsız yargı ve hukukun üstünlüğü gibi alanlardan uzaklaşamayacaktı. Almanya'nın Türkiye'ye karşı gittiği politika değişikliği ancak şimdiye kadar izlediği yatıştırma ve göz yumma politikasından vazgeçmiş olmasıdır ki bunu yapmakta da oldukça geç kaldı. Bu yaptırımların bir gün yürürlüğe girme ihtimali zaten vardı. Bu nedenle Türkiye hükümeti kendisine Almanya veya AB dışında farklı ekonomik partnerler aradı. Örneğin Erdoğan'ın Körfez ülkeleri ile Katar arasında yaşanan krizde Katar'a verdiği destek, iki ülkenin sadece Müslüman Kardeşler konusunda hemfikir olduklarından, bu nedenle gelişen bölgesel stratejik yakınlıklarından kaynaklanmıyor. Elbette bunlar önemli etkenler ama bunun yanı sıra Erdoğan ve hükümeti için Katar ekonomik işbirliği yapacağı önemli bir ülke. 2022'de Katar'da yapılacak Dünya Kupası için birçok inşaat proje ve ihalesini Türkiye firmalarının alması çok da şaşırtıcı bir gelişme olmayacaktır. Ayrıca İran'ın Suudi Arabistan'a karşı Katar'ı desteklemesi, İran'la Türkiye'yi yan yana getirdi. Frankfurter Allgemeine yazarlarından Michael Martens, 24 temmuzda yazdığı yazısında, İran ile Türkiye, Suriye konusunda farklı politikaları olsa da, Katar krizi sonrasında bölgenin iki büyük gücünün en azından bu konu üzerinden yakınlaştıklarını ve iki ülke arasında önemli ticaret anlaşmalarının imzalandığını yazdı. Öyle ya da böyle Türkiye'nin Rusya ile ekonomik ilişkisi de devam ediyor. Kısacası Almanya'ya karşı veya AB'ne karşı pes etmesini gerektirecek kadar sıkışmış veya çaresiz kalmış bir Türkiye değil henüz. Recep Tayyip Erdoğan'ın gerilime dayalı politika kuruculuğu iç politikada her zaman işe yarayan ve kendi taraftarlarını harekete geçiren bir yöntem. Almanya ve AB ile yaşanan bu gerilimler sonrasında Erdoğan ve yönetimi Türkiye ekonomisini stabil tutabilirse Avrupa'nın yaptırımlarına rağmen ayakta kalmayı başarmış bir lider olarak bir kere daha kendisini seçenlerin gözünde kahraman olmuş olmasının yanında 2019'da yapılacak olan başkanlık seçimlerini de garantilemiş olacak.

Çok sert uygulanmadığı takdirde ekonomik ve siyasi uyarılarıın Erdoğan liderliğindeki AKP'nin elini güçlendirmekten çok da öteye gitmediği aşikar. Belli ki Almanya'nın ve AB'nin de çok ciddi yaptırımlar uygulama olasılığı çok da mümkün görünmüyor bu aşamada.

Konuya çok başka bir yerden bakacak olursak, şu soruyu sormadan edemiyorum: Acaba AB bir anda yeni fasıllar açmaya karar verse, vize muafiyetini gündeme alacağını açıklasa ve bunun için Türkiye'den hemen şimdi ciddi bir biçimde harekete geçmesini istese Erdoğan ve hükümeti bu konuya nasıl yaklaşır? Pragmatist bir lider olarak durumu lehine çevirip hemen olumlu cevap mı verir, yoksa artık Türkiye'de kurtarılacak hiç bir şey kalmamış olduğunu herkesin gözleri önüne mi serer?