Robert Fisk: IŞİD'cileri öldürmeyin!
Batı kamuoyu, IŞİD'in hayatta kalan yabancı savaşçılarına ne olacağını tartışıyor. Bir dizi yetkili 'görüldükleri yerde öldürülmeleri gerektiğini' belirtirken, İngiliz basınının kıdemli kalemlerinden Robert Fisk uluslararası hukuka dikkat çeken bir makale yazdı...
DUVAR - Irak ve Suriye'de kontrol ettiği toprakların büyük kısmının IŞİD'den geri alınması sonrası, kaçan, teslim olan veya teslim olma ihtimali bulunan binlerce yabancı militanın akıbeti tartışılıyor. Bu kişilerin ülkelerine dönmelerine izin verilecek mi? Adalet önüne çıkarılacaklar mı? Görüldükleri yerde öldürülecekler mi?
İngiliz basınının kıdemli yazarlarından Robert Fisk, "Yabancı IŞİD üyeleri görüldükleri yerde öldürülmeli" tezine karşı çıkan bir makale kaleme aldı. Fisk, "Onlarla 'başa çıkmanın' yolu gerçek adaleti işletmek, bizim katil olmadığımızı ve IŞİD'in katillerinden daha yüksek bir ahlaki seviyemiz olduğunu göstermek değil mi?" diye sordu; 'adalet ile devletin idamları teşvik etmesi arasındaki çizginin geçilmemesi' gerektiğini yazdı.
İngiliz yazar "Önce, IŞİD'e katılan vatandaşlarımızın ölmesini isteriz. Sonra IŞİD'i desteklesin desteklemesin, 'terörist' olan bütün vatandaşlarımızın ölmesini isteriz. Bu, Hizbullah'ı, Filistinlileri, Kürtleri, nefret ettiğiniz ya da nefrete teşvik edildiğiniz bütün azınlıklara genişletilebilir. Sonra, 'Britanya hükümetine yönelik herhangi bir bağlılıktan temel olarak uzaklaşmış kişiler'e gelir sıra" ifadelerini kullandı.
'ADALETE NE OLDU?'
Fisk'in 'IŞİD savaşçılarını adalet önüne çıkarmak yerine öldürerek, düşmanlarımız kadar suçlu hale geliyoruz' başlıklı yazısı şöyle:
"Avrupalı liderler tarafından birkaç günde çok derin bir önem taşıyan, benzeri görülmemiş ve tehlikeli bir karar alındı. Olması gerektiği kadar açık bir biçimde duyurulmadı - çünkü liderlerimiz, eğer bir şey yanlış giderse kendilerini korumak adına laf kalabalığı ve yalanlardan oluşan bir koruma duvarı örmekte her zaman dikkatli davranır. Fakat IŞİD üyesi yabancı savaşçıların görüldükleri yerde öldürülmesini istedikleri ayan beyan ortada. Mesele onların ölmeyi ya da yaşamayı hak edip etmedikleri değil - benim gazeteci meslektaşlarım dahil masum kişilerin boğazlarını kestiler ve kadınlara tecavüz edip çocukları rehin aldılar. Bunu biliyoruz ve korkunç tarikatlarının son bulmadığının farkındayız. IŞİD hâlâ hayatta.
Peki ama adalete, özgürlük ve demokrasiye inanan bütün ülkelerin o başlıca temeline ne oldu? Birkaç alıntıyla başlayalım. Fransa Savunma Bakanı Florence Parly şöyle diyor: "Eğer bu savaşta cihatçılar ortadan yok olursa, bunun en iyisi olduğunu söyleyebilirim." ABD'nin IŞİD karşıtı koalisyondaki temsilcisi Brett McGurk de şunlar söylüyor: "Misyonumuz, burada olan, herhangi bir yabancı ülkeden IŞİD'e katılan ve Suriye'ye gelen her bir yabancı savaşçının burada, Suriye'de öldürülmesi yönünde. Yani eğer Rakka'daysalar, Rakka'da ölecekler."
'ALMANLAR FARKLI DAVRANDI'
Şunlar da bizim Muhafazakâr Partili, diplomat-filozof bakanımız Rory Stewart'ın sözleri: "Bunlar, Britanya hükümetine yönelik herhangi bir bağlılıktan temel olarak uzaklaşmış kişiler... Sekizinci veya yedinci yüzyıldan kalma bir devlet yaratmak için kendilerini ve başkalarını öldürmeyi, şiddet ve gaddarlığı kullanmayı içeren aşırı derecede nefret dolu bir doktrine inanıyorlar. Dolayısıyla korkarım ki, bu insanların bize ciddi bir tehlike yönelttiği ve ne yazık ki onlarla başa çıkmanın tek yolunun, neredeyse her vakada onları öldürmek olduğu gerçeğini görmeliyiz."
Normalde televizyonda Ortadoğu tarihini izah edebilen, aklıbaşında bir kişilik olan Rory'nin bu açıklaması son derece anlaşılır, gayet net ve tamamen de üzücü. Zira Rory, Parly ve McGurk fiilen, IŞİD'e katılmış vatandaşlarının öldürülmesi çağrısı yapıyor. Bunu tabii ki açıkça söylemiyorlar. Almanlar ise gerektiği durumlarda bütün Alman vatandaşlarının konsolosluklarla görüştürüleceğini açıkladı - onlar tabii ki, belli sebeplerden ötürü SS kokusundan kaçınmak istiyor. Fakat biz Irak askerlerine, milislere, Kürtlere ve diğer herkese IŞİD'in karanlık ve kötücül saflarına katılan İngiliz, Fransız veya Amerikan vatandaşlarını öldürebileceklerini söylüyoruz. Olur. Sorun yok. Onları geri almak kimin umurunda? Ve eğer IŞİD'li İngilizlerin eve dönmelerine izin verirsek, onları hapishaneden kurtarmak için kaç kişinin kaçırılacağını ve kaç kitlesel katliam yapılacağını kim bilebilir, diyoruz. Peki ama uluslararası hukuka ne oldu?
'KİM ŞİKÂYET EDECEK Kİ?'
George W. Bush 11 Eylül'den sonra kötü adamları eve getirmekten söz ettiğinde, Usame Bin Ladin'lin adalet önüne çıkarılacağından ciddi şüphe duyduğumu yazmıştım. Ve haklıydım. Amerikalılar tarafından suikastla öldürüldü. Ve doğal olarak kimse bundan şikâyet etmedi. Su testisi su yolunda kırılır. Fakat Bin Ladin'in ölümü ve arkasından gelen insansız hava aracı saldırıları, bu kötü adamları öldürmekte sorun olmadığına dair nazik ve karanlık bir sinyal verdi. Mahkemeleri, delilleri, duruşmaları, adaleti unutun. Onları yok edin. Kim şikâyet edecek ki?
'BİR DAHA DİKTATÖRLERE DERS VEREMEZSİNİZ'
Fakat bu sefil ve aşağılık politikadan şikâyet etmeliyiz. On yıllardır Ortadoğu'nun diktatörlerini vahşilikleri, savaş mahkemeleri ve toplu idamları nedeniyle kınıyoruz - ve bunda haklıyız. Fakat IŞİD'e katılan veya katıldığına inanılan veya katılmış olabileceği sanılan veya katıldığı söylenen kendi vatandaşlarımızın ölmesini istediğimizi gayet açıkça ilan ederken, onları artık nasıl kınayabiliriz? Eğer biz şu an fiilen onların öldürülmesi çağrısı yapıyorsak, o zaman artık hiçbir tirana kötücüllüğü hakkında ders verme hakkımız kalmaz. Mısırlılar, Suudiler ve Suriyeliler artık, 'onlarla başa çıkmanın tek yolunun ne yazık ki öldürmek olduğunu' gerekçe göstererek, istedikleri herkesin kafasını kesebilir, öldürebilir.
'IŞİD ÜYESİ OLDUĞU SANILAN KİŞİLER...'
Oysa eğer bir Britanyalı IŞİD gibi mide bulandırıcı bir örgüt için savaşıp ölmeyi tercih ediyorsa bu onun sorunu. Fakat eğer yakalanırlarsa, Rory'nin ifadesiyle, onlarla 'başa çıkmanın' yolu gerçek adaleti işletmek, onları cezanın bu olduğu durumlarda sonsuza dek kilit altında tutmak, mahkemeye çıkarmak, dünyaya bizim katil olmadığımızı ve IŞİD'in katillerinden daha yüksek bir ahlaki seviyemiz olduğunu göstermek değil mi? Şu an Mısırlılar mahkûmları kaybediyor. IŞİD geçen hafta sonu Kahire'nin güney batısında 50'den fazla polisi katletti. Bu, Mısırlıların üzerini kapatmak istediği bir felaketti. Ölenlerin arasında iki tuğgeneral ve 11 albay vardı. Bizzat kendileri IŞİD'i pusuya düşürecekti ama her şey, muhtemelen polisin içinde bir IŞİD muhbiri olduğu için ters gitti. Fakat eğer önümüzdeki günlerde Mısır kentlerinin sokaklarında IŞİD üyeleri (veya IŞİD üyeleri olduğu sanılan kişiler) ölü olarak bulunmaya başlanırsa, Mareşal/Cumhurbaşkanı Sisi'ye adaletten söz edebilecek bir noktada mıyız?
'SIRA BÜTÜN MUHALİFLERE GELİR'
Bu iş böyle yürür işte. Önce, IŞİD'e katılan vatandaşlarımızın ölmesini isteriz. Sonra IŞİD'i desteklesin desteklemesin, 'terörist' olan bütün vatandaşlarımızın ölmesini isteriz. Bu, Hizbullah'ı, Filistinlileri, Kürtleri, nefret ettiğiniz ya da nefrete teşvik edildiğiniz bütün azınlıklara genişletilebilir. Sonra, 'Britanya hükümetine yönelik herhangi bir bağlılıktan temel olarak uzaklaşmış kişiler'e gelir sıra. Rory'nin konuşmasında 'çok zorlu ahlaki meseleler'e değindiğini de eklemem gerekir. Bunun ne anlama geldiğini merak ediyorum. Bu 'ahlaki meseleler' ne olabilir, merak ediyorum. Ama hepimiz tabii ki biliyoruz ne olduğunu. Adalet ile devletin idamları teşvik etmesi arasındaki çizgiyi geçmekte olduğumuz meselesi... Eğer geçmek istediğimiz çizgi buysa, o zaman bunu açıkça söyleyelim. Af Örgütü? İnsan Hakları İzleme Örgütü? Henüz onlardan ses çıkmadı mı? Neler oluyor?" (Dış Haberler)