Zimbabve seçimleri: Bağımsızlıkçıların dönemi sona eriyor

Zimbabve’nin 1980’den bugüne gelen siyasi tarihinde, eski direnişçi neslin artık köşesine çekilmesi gerekiyor. Chamisa, Justin Trudeau, Emmanuel Macron ya da Jacinta Adern değil. Yine de kendisini ve partisini yeni uluslararası siyasetin genç öncüleri gibi yeniden yapılandırması gerekecek.

Google Haberlere Abone ol

Stephen Chan

Zimbabve seçimlerinde oy sayım süreci, bir trajediden saçmalığa dönüştü. Trajedi, askerlerin üç göstericiye aşırı güç uygulaması neticesinde ölümlerine sebep olmalarıyla yaşandı. Askerler, Seçim Komisyonu binasının dışında toplanan kalabalığın üzerine ateş açtı. Komisyon, oyları çok yavaş saymakla ve hükümet yanlısı davranmakla suçlanıyordu.

Gerçekten de Seçim Komisyonu, sonuçları sayma ve duyurma sürecini aşamalı biçimde yönetmeye çalışıyordu. Komisyon, ilk olarak parlamento sonuçlarını açıkladı ve ZANU-PF (Zimbabve Afrika Ulusal Birliği Partisi)* hükümetinin üçte iki çoğunluğu kazandığı duyuruldu. Genç başkan adayı Nelson Chamisa açısından bu durum, muhalefetteki (MDC Partisi’nin) başkanlık zaferi beklentilerini azaltmak için uygulanan psikolojik bir manevra olarak görüldü.

ÖLÜMCÜL MÜDAHALE TANSİYONU YÜKSELTTİ

Şayet niyet bu idiyse, yapılanlar yalnızca bir tepkiyi körüklemeye ve Komisyon genel merkezinin önünde kızgın kalabalıkların toplanmasına hizmet etti. Alanda basınçlı su püskürten araçlar hazır bulunsa da polisler ve aynı zamanda askerlerin kullandığı ağır silahlı zırhlı araçlar ve kamyonlar, caddeden aşağı doğru (güç kullanarak) alanı boşalttı. Yaşananlar, “kendini yenilemiş” ZANU-PF’nin imajı açısından tam bir felaketti. Başkan Emmerson Mnangagwa’nın yansıttığı tüm pragmatizm ve liberalizm, namlulardan yükselen dumanlar ve göz yaşartıcı gaz altında yok olup gitti. Hemen ardından, tüm yabancı gözlemci grupları, seçimlerin ön sonuçlarına ilişkin kaygılarını ve şüphelerini dile getirdiler.

Gözlemcilerin arasında iki eski Afrikalı başkan da bulunuyordu: Gana’dan John Mahama ve Liberya’dan Ellen Johnson Sirleaf. Her ikisi de kendi ülkelerinde yaşadıkları seçim yenilgisinin ardından olgun bir tavır göstermişlerdi ve daha öncekilerle kıyaslandığında, bu seçimlerin büyük bir gelişme olmasına karşın, Seçim Komisyonu tarafından yürütülen hazırlıklarda hâlâ eksiklerin bulunduğuna dair kaygıların altını çizdiler. Ve oyun alanı, muhalefet açısından geçmişe oranla çok daha engelsiz görünmekteyken, tekrar engebeli bir hâl aldı. Sonuç itibariyle, gözlemci raporları seçimlerin özgür ve adil gerçekleştiğini ilan etmekten geri durmadı.

Neticede, Seçim Komisyonu’nun önceden bilinen, iddia edilen ve fiili kusurları, -Chamisa’nın yüzde 44.3’üne (2.14 milyon oy) karşı yüzde 50.8 (2.46 milyon oy) oranıyla- Mnangagwa’nın kıl payı gelen başkanlık zaferi, gerçekte, (adil ve) başa baş bir yarışa katılmaktan kaçındığını düşündürüyordu. Peki, bu (seçim kazandıran) yüzde yüzde 0.8’e ilişkin bir takım yolsuzluklar var mıydı?

GÜÇ BELA KAZANDILAR

Dürüst olmak gerekirse, eğer ZANU-PF seçimlerde hile yapsaydı, bunu gizlemek geçmişe oranla çok daha zor olurdu. Gözlemci grupları ve elçilikler, yanlarında, bütün rakamları kontrol etmeleri için arka odalarda ve zor koşullarda çalışan bilgisayar uzmanları getirmişti. Yüzde 49 ilâ yüzde 50,8 arasında bir sayı, onların hata payı içerisindeki bir rakam olabilirdi. Lâkin, ZANU-PF gözden kaçırılan bir hile yapmaktan imtina ederdi. Geçmişte yöneltilen suçlamalar, büyük farklarla rahat biçimde kazanma çabalarına ilişkindi. Son dönemde yükselen Chamisa dalgası, hemen hemen herkesin seçim öncesi tahminlerini yanılttı ve hükümet nezdinde, bu denli yüksek bir oy oranı yakalayan kişiye karşı ölümcül bir niyetle asker gönderilmesine yol açacak oranda paniğe yol açtı.

Gözlemcilerin ve yabancı hükümetlerin çoğul ve kararlı tepkileri, ölümcül bir davranışın tekrarlanmasını olanaksız hale getirdi. Buna karşın, Seçim Komisyonu, gecenin sonunda Harare şehrinin merkezi (askeri) denetim altındayken başkanlık seçimi sonuçlarını ilan etti. Bu, ölülerin hayaletlerinin ‘ZANU-PF’nin zaferi’ biçiminde adlandırılan şeyin üzerinde durduğu, Şekspirvâri bir oyunu andırıyordu. Karanlığın örtüsü altında, bir kazıyarak temizleme faaliyeti gerçekleşti.

MDC’NİN YENİ YOLU NE OLACAK?

Şimdi MDC mahkemeler aracılığıyla sonuçlara itiraz edecek; buna karşın, iddiaları için kesin bir delil sağlama konusunda zorluk yaşayabilirler. Chamisa’ya geniş bir hükümette koltuk teklifi götürüleceğine ilişkin söylentiler dolaşıyor. Bunun olup olmadığına bakılmaksızın, ZANU-PF’nin bağımsızlığı sağlayan figürlerinin sonuncusu olarak, şimdilik Mnangagwa’nın başkan olduğu görülüyor. Şu an 70’li yaşlarda. Ülke yeni fikirlere açlık çekiyor. Gençler, geçmişin savaş hikayelerini değil, iş istiyorlar. Mnangagwa’nın vekili ve eski bir subay olan Chiwenga, sivil ortaklaşmacı bir tavra sahip değil ve halk içinde desteği yok. ZANU-PF’nin bizzat kendisi, Mugabe gibi yaşlı adamların iktidarını sürdürmeye ve sonraki seçimlere katılmaya devam etmesini önlemek için, nesiller arası bir sıçrama yapmak zorundaydı.

Chamisa’ya gelince, MDC’sini bir arada tutabilecek mi? Her ne kadar beceriksiz ve ham olsa da genç ve yetenekli birisi; ancak mücadelenin ön safları için gereken yetenekli gençlerden yoksun. Ekibiyse, birbirlerinden nefret eden muhalif gazilerden oluşuyor. Onun da bir nesil sıçraması yapmak için zorlu bir uğraş vermesi gerekebilir.

Zimbabve’nin 1980’den bugüne gelen siyasi tarihinde, eski direnişçi neslin artık köşesine çekilmesi gerekiyor. Chamisa, bir Justin Trudeau, Emmanuel Macron ya da Jacinta Adern değil. Yine de kendisini ve partisini yeni uluslararası siyasetin genç öncüleri gibi tekrar yapılandırması gerekecek. Mnangagwa kendisinin ve partisinin imajını yenileme yolundaki çabalarına verilen zararı onarmaya çalışabilir ama yeniden genç olamaz. Bu haliyle, ZANU-PF’deki bağımsızlık öncülerinin sonuncusu olarak tarihe geçecektir.

*ZANU-PF, Zimbabve’nin 1980 yılında bağımsızlığını kazanmasından bu yana iktidarda olan partidir.


(Çeviren: Tarkan Tufan)

Kaynak: The Conversation