Brezilya’da seçimler ve yaklaşan fırtına

Aşırı sağ bir iktidar altında Brezilya’yı nasıl bir geleceğin beklediğini kestirmek güç değil. Fakat Bolsonaro yenilse bile, kendisinde vücut bulan faşist hayalet, ülkenin yakasını bırakacak gibi durmuyor. Seçimi kaybetmesi halinde sonuçları tanımayacağını ilan eden emekli yüzbaşı, ülkenin kırılgan demokrasisinin dibine dinamiti yerleştirdi bile.

Google Haberlere Abone ol

Karabekir Akkoyunlu*

Latin Amerika’da bir hayalet dolaşıyor – faşizm hayaleti.

Bu hayalet, kıtanın en büyük ülkesi Brezilya’da, yarın birinci turu yapılacak başkanlık seçimleri öncesinde, Jair Bolsonaro’nun adaylığında vücut bulmuş durumda.

Eski başkan Lula’nın yolsuzluk suçlamasıyla hüküm giyip diskalifiye edildiği yarışı önde götüren bu emekli yüzbaşı, bir yandan son 30 yılın en derin ekonomik krizinden çıkmaya çalışan, diğer yandan tarihinin en büyük yolsuzluk skandalıyla sarsılan Brezilya’da kabaran öfke ve korku dalgasının üzerinde yükseliyor.

25 yıldır Brezilya Federal Kongresi’nde Rio eyaletini temsil eden Bolsonaro, uzun siyasi kariyerine rağmen, destekçilerinin gözünde yolsuzluğa karışmamış bir vatansever, sokağın dobra dilini konuşan sert bir kanun adamı, mesih anlamına gelen ikinci adı (Messias) gibi bir kurtarıcı konumunda. Siyasi doğruculuğu reddeden tarzıyla, Amerika’da Trump, Filipinler’de Rodrigo Duterte gibi, toplumun sertlik yanlısı, ataerkil, homofobik ve ırkçı damarını temsil ediyor.

Bolsonaro, Brezilya’nın 1985’te sona eren 20 yıllık askeri diktatörlük dönemindeki işkence uygulamalarına methiyeler düzüyor, feministleri aşağılıyor, uyuşturucu kullanımının eşcinselliğe yol açtığını, küçük çocukların eşcinsel olmaması için dövülmesi gerektiğini söylüyor. Senede ortalama 60 bin cinayetin işlendiği Brezilya’da şiddet olaylarını orduya daha geniş yetkiler vererek çözmeyi öneriyor.

“Bolsonaristalar”, 2014-16 yıllarında İşçi Partisi (Partido dos Trabalhadores, PT) hükümeti ve Başkan Dilma Rousseff’i hedef alan gösterilerde olduğu gibi, milli bayrak, marş ve formayı ipotek altına almış durumda. Mitinglerde giydikleri sarı-yeşil tişörtün ön yüzünde “Benim partim Brezilya” yazısı, arkasındaysa kampanyanın sembolü otomatik silah logosu yer alıyor.

FUTBOL, KARNAVAL, ŞİDDET VE ADALETSİZLİKLER ÜLKESİ

Daha çok futbolu, sambası, bossa novası, tropik plajları ve karnavalıyla tanıdığımız Brezilya, aynı zamanda müthiş bir adaletsizlikler ülkesi. Batı yarımkürede köleliği en son yasaklayan bu eski Portekiz sömürgesi, bugün dünyanın sekizinci büyük ekonomisi durumunda. Ancak hâlâ gelir uçurumunun en derin olduğu toplumlardan biri.

Ekonomik eşitsizlik ise etnik kökenle hemen hemen birebir bağlantılı. Verimli ve zengin güneydoğu eyaletlerinden kurak ve fakir kuzeydoğuya çıktıkça, büyükşehirlerin parıltılı merkezlerinden çeperdeki derme çatma favelalara açıldıkça, insanların ten rengi koyulaşıyor.

Ülkede cinayete kurban gidenlerin çoğu genç, fakir, siyah ve erkek. İş, eğitim ve sağlık olanaklarının sınırlı olduğu favelalarda, erkek çocuklar, yoksulluk, uyuşturucu ve şiddet sarmalından futbol oynayarak çıkmayı hayal ediyor. Bu yaz Dünya Kupası’na katılan Brezilya milli takımının ilk 11’inden altı oyuncunun yoksulluk içinde babasız büyümüş olması rastlantı değil.

Bolsonaro’nun oy deposu olan orta ve üst sınıf muhafazakar (çoğu Bolsonaro gibi Evanjelist olan) beyaz kesim, bu fakir ve koyu tenli “öteki” Brezilya’yı kitlesel bir güvenlik tehdidi olarak görmekte. Bu kesim 2000’lerdeki ekonomik büyümeden faydalanmış ve hatta vaktiyle Lula’yı desteklemiş olsa da, bugün PT’nin iktidara dönme ihtimalinde komünist devrimin ayak seslerini duyuyor. Sosyal medya ve Whatsapp üzerinden yayılan komplo teorileri ve uydurma haberlerle ajite olup, “Venezuela olacağız” korkusuyla kendini Bolsonaro’nun kollarına atıyor.

OLMAYAN DEVRİMİN AYAK SESİ?

Aslında bu korku tam anlamıyla hayal ürünü. Çünkü, 14 yıllık iktidarı süresince gittikçe merkeze çark eden, ulusal ve uluslararası ekonomik ve siyasi güçlerle erkenden anlaşan, kriz baş gösterdiğinde en zengin tabakayı rahatsız etmek yerine kendi tabanını ayakta tutan sosyal yardımları kısan, ve sonunda dönüştürmek üzere yola çıktığı düzenin parçası haline gelen İşçi Partisi’nin devrim yapmaya ne niyeti var, ne de mecali.

Ayrıca, Lula’nın diskalifiye olması sonucu aday gösterilen eski eğitim bakanı ve São Paulo eski belediye başkanı Fernando Haddad, ihtilal aşkıyla yanıp tutuşan bir Chavista’tan çok, problemleri bilimsel veriler ışığında, demokratik süreç içerisinde çözmeyi yeğleyen yumuşak mizaçlı bir akademisyen. Adaylığının resmen açıklanmasının ardından anketlerde hızla ikinci sıraya yükselse de, kendisine gösterilen destek seçime günler kala Lula’nın oy potansiyelinin oldukça altında seyrediyor.

Bu “değişik isimli” felsefe profesörünün entelektüel şehirli imajı (Haddad, Lübnan asıllı orta sınıf bir aileden geliyor), yokluk içerisinde büyümüş “halk adamı” Lula’ya sadık kitleleri pek de heyecanlandırabilmiş değil.

İşçi Partisi tabanı, Dilma’dan sonra ikinci kez fazla aşina olmadığı bir adaya, “Lula’nın hatrına” oy vermeye hazırlanıyor.

HADDAD'IN ZOR SINAVI

İşçi Partisi adayı gerçekten zor bir sınavla karşı karşıya. Kısa sürede parti tabanını ve sol seçmeni arkasına alabilmek, aynı zamanda ikinci turda Bolsonaro’yı yenebilmek için Lula’dan ve PT’den hazzetmeyen kararsız “merkez” seçmeni yanına çekebilmek zorunda. Bunu yaparken, rakiplerinin eleştirisinin aksine, Lula’nın kuklası değil kendi özgün iradesine sahip bir lider olduğunu kanıtlaması ve geniş kitlelere umut verebilmesi gerekiyor.

Bu sonuncusu, İşçi Partisi’nin son yıllarda aşırı yıpranan ve şeytanlaştırılan imajından dolayı, hiç kolay bir iş değil. Toplumun her kesiminde, Bolsonaro’nun vaat ettiği aksiyon ve testosteron dolu geleceği (aslında, yaşanmış ve unutulmuş karanlık bir geçmişi) “akşamdan kalma” İşçi Partisi’ne tercih edecek apolitik bir seçmen profili mevcut.

Kamuoyu yoklamaları ikinci turda Haddad ve Bolsonaro’yu başa baş gösteriyor. Geçen ay uğradığı bıçaklı saldırı sonrası bir destek patlaması yaşayan Bolsonaro’nun en büyük handikapı ise yüzde 45 civarında seyreden toplumsal “ret” oranı. Bu oran, özellikle kadın seçmenlerde daha da yüksek. Geçtiğimiz hafta sonu “Ona Hayır” (“Ele Não”) kampanyası altında ülkenin dört bir yanında sokaklara dökülen her kesimden yüz binlerce Brezilyalı, militarist adaya karşı oluşan kitlesel muhalefetin dışa vurumuydu.

Öte yandan, Haddad’ın ret oranı da yükselmekte; son yayınlanan Datafolha anketine göre seçmenin yüzde 41’i eski belediye başkanına kesinlikle oy vermeyeceğini söylüyor. (İkinci tura kalma ihtimali çok az olan merkez soldan aday Ciro Gomes ve sermayenin tercihi Geraldo Alckmin ise, düşük ret oranlarından dolayı ikinci tur anketlerinde hem Haddad’a hem de Bolsonaro’ya üstünlük sağlıyor).

Kısacası, seçimlerin sonucunu adayların aldığı destek kadar kimin daha az tepki çektiği belirleyecek.

SEÇİMLER SONRASI KUSURSUZ BİR FIRTINA

Aşırı sağ bir iktidar altında Brezilya’yı nasıl bir geleceğin beklediğini kestirmek güç değil. Fakat Bolsonaro yenilse bile, kendisinde vücut bulan faşist hayalet, ülkenin yakasını bırakacak gibi durmuyor. Seçimi kaybetmesi halinde sonuçları tanımayacağını ilan eden emekli yüzbaşı, ülkenin kırılgan demokrasisinin dibine dinamiti yerleştirdi bile.

Haddad (ve başkan yardımcısı adayı, komünist parti üyesi, genç feminist gazeteci Manuela D’Ávila’nın) yönetimindeyse, yoksulların, işçilerin, yerli halkların, kadınların ve LGBTİ bireylerin biraz nefes alacağını, Latin Amerika’da düşüşe geçen demokratik solun umut tazeleyeceğini söyleyebiliriz. Ancak seçimi kazansa da Haddad’ı ve solu müthiş engebeli bir yol bekliyor.

Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik darboğazdan, süregelen yolsuzluk soruşturmasına, en kirli çıkar ilişkilerinin döndüğü dağınık bir parlamentodan, düzenin parçası olmuş üst düzey parti teşkilatına, yaşanacak ilk krizde sokağa dökülecek Bolsonarista’lardan, iktidar iştahı iyice kabaran orduya, neredeyse kusursuz bir fırtına…

İşçi Partisi adayı, bu kadar fırtınalı bir denizde boğulmamayı başaracak siyasi zeka, esneklik ve şansa sahip mi, göreceğiz.

* São Paulo Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, misafir akademisyen