ABD'nin kararı: Trump denetlenecek

En genel değerlendirmeyle Cumhuriyetçilerin Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu kaybetmesi Trump’ın istediği yasayı çıkaramayacağı ve yasama işlevinin aynı zamanda Trump’ın uygulamak istediği politikaları denetleme işlevi göreceği anlamına geliyor. Bunun dışında Demokratların Temsilciler Meclisi’ndeki çoğunluğu ile birlikte Trump’ın radikal kararlar aldığı dış politika konularında daha dengeli politikaların güdülme olasılığı da artıyor.

Google Haberlere Abone ol

Aslıhan Aykaç Yanardağ*

ABD ara dönem seçimleri 6 Kasım’da gerçekleşti. Ara dönem seçimleri dört yılda bir yapılıyor ve bu seçimlerde ülkenin yasama organı olan Temsilciler Meclisi’nin tamamı ile Senato üyelerinin üçte biri için seçime gidiliyor. Temsilciler Meclisi ve Senato’daki üyelerin partilere dağılımı ABD Başkanı’nın yasa çıkarma kapasitesini de doğrudan belirliyor. Bunun dışında federal düzeyde olmayan ve eyalet düzeyinde gerçekleşen bir dizi seçim de seçmenlerin yerel düzeydeki tercihlerini ve parti siyaseti için yansımalarını temsil etmekte. Örneğin bu seçimde 36 eyalette valilik için seçimler yapıldı. İlk sonuçlara göre Demokratlar Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu elde ederken, Cumhuriyetçiler Senato’daki hakimiyetlerini korudular. Bu seçimleri birkaç nedenden ötürü daha önceki ara dönem seçimlerinden farklı görmek mümkün. Öncelikle bu seçimlerde Temsilciler Meclisi’ndeki Cumhuriyetçi temsilcilerin önemli bir kısmı temsilcilikten ayrılıyorlar; bu rakamın yüksek olması seçim sonucunda partilerin meclisteki ağırlığının değişimine olanak tanıyor. Temsilciler Meclisi ve Senato’daki çoğunlukların farklı olması demokratik işleyiş açısından bir denetim işlevini karşılıyor. Dolayısıyla tek parti iktidarı yerine daha çoğulcu ve müzakereci bir yönetim anlayışı inşa etmek gerekiyor.

İkinci olarak, bu seçimlerde çok fazla kadın aday öne çıktı, özellikle farklı kimliklerden ve profillerden gelen kadın adayların öne çıkması Trump’ın başkan olduğundan beri kullandığı cinsiyetçi söylem ve ortaya çıkan skandallara karşı gösterilen toplumsal tepkinin bir dışavurumu oldu. Bu seçimler sonucunda iki Amerikan yerlisi kadın aday kongrede yer almaya hak kazandı. Bu iki kadın adaydan Kansas temsilcisi olarak meclise giren Sharice Davids, aynı zamanda eşcinsel ve Kansas eyaletinden çıkan ilk eşcinsel temsilci olarak dikkat çekiyor. Bunun dışında Rachida Tlaib ve Ilhan Omar kongrede yer alan ilk Müslüman ve kadın temsilciler oldu. Ilhan Omar, Somalili bir mülteci olarak geldiği ABD’de Temsilciler Meclisi’ne giren ilk başörtülü temsilci olacak. New York eyaletini temsilen Temsilciler Meclisi’ne girmeye hak kazanan Alexandria Ocasio-Cortez ise meclise girmeye hak kazanan en genç kadın oldu. Ayrıca Ocasio-Cortez New York’ta sürdürdüğü seçim kampanyasında tamamen kurumsal finansmandan bağımsız ve tabandan gelen bir örgütlenmenin başarılı bir örneğini sergiledi.

Ara dönem seçimlerinin bir başka boyutu, Trump’ın siyaset anlayışındaki aşırılık, uzlaşmadan uzak ve popülist söylemlerinin, Trump dönemine has bir muhalif görüşün yükselmesine neden olması. Bu seçimler böyle bir muhalif görüşün siyasi mekanizma içinde kendine yer bulması açısından da önem taşımakta. Siyasi gelenek açısından bakıldığında, Amerikan toplumundaki kültürel çeşitlilik, demokratik haklara, birlikte yaşamaya ve çok sesliliğe yapılan vurguyla dengelenmeye çalışılıyor. Oysa siyasette herhangi bir ideolojik konumdaki aşırılık bu “erime potası” modelinin sürdürülebilirliğini de tehlikeye sokabilir.

Toplumsal dinamiklerin ötesinde 2018 ara dönem seçimlerinin Amerikan siyaseti açısından da önemi büyük. Amerikan yasama sürecinde yasa teklifinin önce Temsilciler Meclisi’ne daha sonra Senato’ya gelerek oylandığı ve bunun sonucunda başkanın önüne getirildiği göz önüne alınırsa, iki partili dağılımda yasama sürecinin seçim öncesinde olduğu kadar rahat işlemeyeceği öngörülebilir. En genel değerlendirmeyle Cumhuriyetçilerin Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu kaybetmesi Trump’ın istediği yasayı çıkaramayacağı ve yasama işlevinin aynı zamanda Trump’ın uygulamak istediği politikaları denetleme işlevi göreceği anlamına geliyor. Temsilciler Meclisi’nde Demokratların çoğunlukta olmasıyla ortaya çıkacak bir başka olasılık ise Trump’ın yargılanması ve görevinden azledilmesi olasılığı, ancak bu durumun gerçekleşmesi olası görülmüyor. Bunun dışında Demokratların Temsilciler Meclisi’ndeki çoğunluğu ile birlikte Trump’ın radikal kararlar aldığı dış politika konularında daha dengeli politikaların güdülme olasılığı da artıyor. Buna yönelik olarak Trump’ın 11 Kasım’da Paris’te Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşmesi ve 30 Kasım’da Buenos Aires’te yapılacak olan G-20 zirvesi, politika değişikliği olup olmayacağının bir göstergesi olacak.

Gerek Trump yönetimini gerekse 2018 ara dönem seçimlerini dünya siyaseti içinde karşılaştırmalı olarak değerlendirdiğimizde ise kendi içinde tutarlılık gösteren eğilimleri takip etmek mümkün olabilir. Otoriter liderlerin yükselişi ve popülist söylemlerin başarılı olması ABD dışında, Hindistan, Rusya, Türkiye ve en yakın zamanda Brezilya’daki seçimlerde görüldü. Otoriter siyasetin yükselişte olduğu tüm örneklerde ekonomik zorluklar, gelir dağılımında kutuplaşma ve yolsuzluk gibi sorunlar dikkat çekiyor. Seçmen açısından bakıldığında bu durumu iki şekilde değerlendirmek mümkün. Bir taraftan yoksul ve çaresiz seçmen, bir tepki oyuyla otoriter liderlere veya popülist söylemlere kapılıyor, bu tarz siyasetin yabancıları dışlayıcı, içe dönük ve korumacı politika önermelerine inanıyor. Oysa küresel piyasanın bu kadar girift bir hal aldığı ve sermaye ilişkilerinin iç içe geçtiği bir yapıda ulusalcı siyasi yapılanmalara geri dönmek için zamanı geriye almak gerekiyor. Diğer taraftan ise popülist siyasi söylemler kitleleri uyuturken, devlet ve yüksek sermaye odakları arasındaki bağı güçlendiriyor. Devlet bir kere daha demokrasi illüzyonuyla tehlikeli sınıfları kontrol altına alıyor ve bu sayede sermaye odaklarının kendini güvende hissetmesini sağlıyor. Bugün karşı karşıya olduğumuz kapitalist devlet, teoriden alışkın olduğumuz burjuva demokrasisi değil, bundan çok daha fazlası. Bugün karşı karşıya olduğumuz model plütokrasi, zenginlerin doğrudan yönetimde olduğu bir sistem, Trump yönetimindeki ABD ise bunun en somut örneği. Dünyada hüküm süren siyasi paradigma açısından değerlendirildiğinde baskı veya rızayla, demokratik mekanizmalar veya popülist söylemler aracılığıyla kitleleri kontrol altında tutmak ancak bir yere kadar işe yarayabilir, toplumsal uzlaşının sürekliliği için ise toplumun tüm katmanlarında daha katılımcı bir siyaset ve bölüşümcü bir ekonomik anlayış kaçınılmaz görünüyor. Amerikan ara dönem seçimleri de böyle bir dönüşüm için harekete geçirilebilecek bir potansiyelin varlığını kısmen de olsa gösterebilir.

*Doç, Dr., Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü