Stalin’in 'James Bond’u: Sorge!
Sovyetler Birliği'nden kahramanlık nişanı aldı, Birinci Paylaşım Savaşı gazisi olarak Almanlar onu Demir Haç ile onurlandırdı. Tokyo'daki Nazi başkonsolosların sağ kolu oldu ama Sovyetler'e yapılacak Alman saldırısını da Moskova'ya haber verdi... İşte, Sovyet casusu Richard Sorge'nin hayat hikâyesi...
DUVAR - Yönetmenliğini Yves Ciampi'nin yaptığı Fransız filmi 'Qui êtes-vous, Monsieur Sorge?', yani 'Siz kimsiniz Bay Sorge?', 1961 yılında yayınlanır. Sovyet ajanı Richard Sorge'nin konu alındığı film Sovyetler Birliği'nde de hayli popüler olur. Dönemin Sovyet lideri Nikita Kruşçev, filmi izledikten sonra KGB yetkililerine olayın gerçek olup olmadığını sorgulatır ve doğruluğu onaylanır. Böylece Sorge, görev başında ölümünden neredeyse 20 yıl sonra, Sovyetler Birliği Kahramanı nişanıyla onurlandırılır. En azından işin dışarıya yansıyan kısmı böyledir...
Kızıl Ordu'nun istihbarat görevlisi Alman Richard Sorge, İkinci Paylaşım Savaşı sırasında ne bu göreviyle ne de geçmişinde yaptığı Alman Komünist Partisi militanlığıyla biliniyordu. Hem Sovyetler Birliği tarafından kahramanlık nişanı alan, hem de Birinci Paylaşım Savaşı gazisi olarak Almanların Demir Haç ile onurlandığı başka bir insan olmasa gerek. Yeri gelir, görevi gereği Nazi partisinde yükselir ve İkinci Paylaşım Savaşı'nda Tokyo'daki Nazi başkonsolosların sağ kolu olur. Bu sırada Sovyetler'e yapılacak Alman saldırısının, Pearl Harbor baskınının yaklaşık tarihini bildirerek hayati önemde bilgiler sızdırır. Kimisi onun casusluğuna baktığında 'Çapkın' ve 'içki düşkünü' bir 'James Bond' görür, kimisiyse hayatını bir inanca adayışı... Şu bir gerçek ki, ölümünden çok sonra Amerikalı generaller dahi ona methiyeler düzer. İşte 'Ramsey' kod adlı Richard Sorge'nin Nazilerin içinde bir 'sosyalist ajanlık' hikayesi...
Söze önce 'ajanlık' kavramıyla başlayalım. Kuşkusuz kafalarda canlanan ajanlık algısında Hollywood'un payını yadsıyamayız. Yine buradan yola çıkarak Sorge için 'Stalin'in James Bond'u' gibi tanımlamalar yapılıyor. İyi giyimli, karizmatik, içkiyle arası iyi, iletişim yeteneği kuvvetli, çapkın... Sorge'nin hikâyesinde silahlar durmaksızın patlamasa da, normalde James Bond karakterine yüklenen bu özellikleri onda görenler aslında çok da yanılmıyorlar. Fakat yazımızın kahramanına sadece bu gömleği giydirmeye çalışmak haksızlık olur, onun proletaryanın örgütlü mücadelesinde oynadığı rolleri ve barış için elde ettiği başarıları gizlememek gerek. Bu nedenle Sorge'nin nerede 'James Bond' nerede bir 'komünist casus' olduğunu görmeye ve bunların farklarını anlamaya çalışacağız. Bir de konumuzun içinde hem Sovyetler var, hem Stalin var hem de istihbarat var. Anlayacağınız, gerçek bilgilere ulaşmak yer yer zor olacak. Diğer taraftan düşmanlarıyla içli dışlı, hayatına birbirinden farklı kişiler girmiş bir 'ajandan' bahsederken, dostları kadar düşmanlarının da ismini zikretme fırsatını yakalamış olması, işleri iyice bulandırıyor. Yani vereceğimiz kimi detayların 'söylenti' olduğunu belirtip ucunu açık bırakacağız ki bilgi kirliliğinin çamurlarına basmadan yol alabilelim.
GÖNÜLLÜ ASKERLİKTEN KOMÜNİST PARTİYE
Koyu Alman milliyetçisi -Sorge'ye göre 'aşırı emperyalist düşünceli'- babası, Bakü'deki petrol rafinerilerinde çalışan Alman bir mühendistir. Annesinin Rus olmasına karşın 1895 yılında doğduğu evde Almanca konuşulmaktadır. Sorge'nin doğumundan kısa süre sonra aile Berlin'e taşınır ve burada standartların oldukça üzerinde bir yaşam sürer. İlginç bir tesadüftür ki amcası Friedrich Adolf Sorge, Karl Marx ve Friedrich Engels'in dostudur. Birinci Paylaşım Savaşı patlak verdiğinde Sorge gönüllü olarak orduya katılır. Batı Cephesi'nde bir şarapnelin isabet etmesi sonucu, iki ayağı kırılır, üç parmağı da kesilir. Bu sırada kendisine Demir Haç nişanı verilir ve uzun bir süre hastanede kalır. Fakat bu hastane süreci ona çok daha farklı bir düşüncenin kapısını aralayacaktır. Kendisiyle ilgilenen bir hemşireyle aralarında ilişki başlar. Takibindeki aylarda Sorge, sevgilisinin babasıyla tanışır. Bu tanışma aynı zamanda Sorge'nin Marksist düşünceyle tanışması demektir.
Cepheye tekrar gönderilemeyeceği için Sorge, eğitim fırsatı yakalar ve Berlin'de ekonomi eğitimi alır. Eğitim hayatının yalnızca akademi anlamına gelmediğini, ileride söyleyeceği “Sadece okumaya değil; aynı zamanda örgütlü devrimci hareketin de bir parçası olmaya karar verdim” sözlerinden anlayabiliriz. 1919 yılında resmen ordudan ayrılınca eğitimine Kiel'de devam eder. Siyaset bilimi üzerine doktorasını Hamburg'da tamamlar. Tabi bu sırada yeni kurulmuş Alman Komünist Partisi'ne de dahil olur. Resmi eğitiminden sonra ülkesinde siyasi sorunlar ve bununla bağlantılı işsizlik sorunlarıyla karşılaşınca Sovyetler Birliği'ne taşınır ve burada 'gayri resmi' akademik hayatı başlar. Moskova'da Komintern'in dış istihabarat servisinde eğitim alır. Çeşitli Avrupa ülkelerinde 'gazeteci' kimliğiyle işçi hareketleri hakkında topladığı bilgileri merkeze iletir. Almanya'da kaldığı sürede mesleği nedeniyle fazla sürmeyecek ilk evliliğini yapar.
Kendisi için bir 'stajı' andıran bu dönemin ardınan Sorge, bu sefer Kızıl Ordu'nun istihbarat servisinde görev alır. Kısa bir İngiltere deneyiminden sonra 1929 yılında tekrar Almanya'ya gönderilir. Oysa bu sefer görevi farklıdır: Nazi Partisi'nin içine sızmak. Nitekim bu görevini başarıyla tamamlar ve parti içinde sadık bir üye olarak tanınmaya başlar. Elbette diğer görevlerinden çok daha sıkı bir disiplinle çalışmaktadır ve sol cenahtan kimseyle hiç bir şekilde iletişime geçmesi mümkün değildir. Kimliğini gizlemek için de Deutsche Getreide-Zeitung ismindeki bir tarım gazetesinde çalışmaya başlar.
Başka bir kanal aracılığıyla Çin'e de giden Sorge, burada önemli bağlantılar kuracaktır. Her şeyden önce Hotsumi Ozaki ile tanışır. Asahi Simbun isimli gazetede çalışan komünist Ozaki, daha sonra Sorge'nin servisine girecektir. Ve ikisi de henüz bilmese de aynı gün idam edileceklerdir. Sorge, Çin Komünist Partisi üyeleriyle iletişime geçtikten ve buradaki bilgileri merkeze aktardıktan sonra Moskova'ya geri çağrılır. Burada Çin tarımı hakkında bir kitap yazar. Çin'den birlikte döndüğü Yekaterina Maksimova'yla evlenerek ikinci resmi birlikteliğini gerçekleştirmiş olur.
'TİPİK BİR NAZİ'YE GOEBBELS'Lİ UĞURLAMA
1933 yılında Sorge'ye yeni ve daha zorlu bir görev verilir: Japonya'da bir istihbarat şebekesi kurmak. 'Ramsay' kod adıyla bu seyahate çıkmadan önce her şeyin ince elenip sık dokunması gerekir. Bu nedenle Sorge, varolan ilişkilerini tekrar canlandırmak için önce Berlin'e gönderilir. Nazi partisi içinde hızla yükselir. Nazi teori gazeteleri de dahil olmak üzere çeşitli yayınlarda aldığı görevlerle bilinen ve saygı duyulan bir isim olur. Onun bu yükselişini daha iyi anlatmak için veda yemeğine gelen katılımcıları gözden geçirmek yeterli olacaktır. Alman gazeteci olarak Japonya'ya gitmeden önce düzenlenen bu yemeğe ünlü Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels'i örnek verebiliriz.
Japonya defterini açmadan evvel Sorge'nin 'alkolle ilşkisi' konusunda bir parantez açmak gerekir. Sorge'un sarhoş olup da kendini ele vermekten korktuğu için alkolü Almanya'dayken bıraktığı söylenir, ki pek çok kaynak bunu doğruluyor. Ancak onu tanıyan başka bir komünist casus olan Hede Massing'in 1935 yılındaki karşılaşmalarına dair yazdıklarını incelediğimizde 'sağlam bir içici' değerlendirmesi yaptığını görüyoruz. Yani nihai bir son olduğunu söylemek yerine hayatının kimi dönemlerinde kendini dizginlese de çoğunlukla alkolle bir alakasının olduğunu söylemek en sağlıklı çıkarım olsa gerek. Kimileri kendisinin Japonya'da sarhoş olup Alman ve Japon yetkililerin yanında "Stalin, lanet olası bir katil olan Hitler'in hakkından gelecek" diye bağırdığını öne sürmekte. Konunun gerçekliği tartışılır olduğu için bu iddiaya bulaşacak kadar ileri gitmeden, alkol konusunu şimdilik kapatalım.
Sorge'nin Japonya'ya gittikten sonra oluşturduğu çemberin içinde Fransız Havas gazetesinde ve Sırp Politika gazetesinde çalışan Branko Vukelić gibi Komintern casusları bulunuyordu. Çin'de tanıştığı Ozaki de bu ağın içerisindeydi. Japonya'ya gelişinden iki yıl sonra merkezden Sorge'ye, Nazi istihbaratıyla da çalışma izni verilir. Nazi partisinden oluşu, Almanya'nın en prestijli gazetelerinden Frankfurter Zeitung gazetesinin temsilciliğini yapması ve Japonya'da bir avuç Alman olması Sorge'un konsoloslukla kuracağı bağların hızını ve güvenilirliğini olumlu yönde etkiler. Alman Başkonsoloslar Herbert von Dirksen ve Eugene Ott gibi isimlerle kısa süre içinde samimi ilişkiler kurar. Ne de olsa Japon kaynaklardan aldığı bilgileri taşıyarak Sorge, bir yandan Nazi istihbaratına çalışmaktadır. Sorge rolünü öylesine başarılı oynamaktadır ki onu tanıyan bir Japon gazeteci şöyle der “Kibirli, palavracı tipik bir Nazi... fevri, sert içici.” Tabii istihbarat ağının Japon yönetiminde de sağlam bağlantıları vardı. İşin ucu Japonya başbakanı Fumimaro Konoye kadar uzuyordu, çünkü Ozaki, Konoye'nin danışmanlığını da yapıyordu. Böylece her iki ülkenin de dış politikasına dair bilgiler, kolayca Sorge'nin elinde toplanabiliyordu.
KANLI SAVAŞIN KADERİNDE BİR CASUSUN ROLÜ
Sorge'nin Kızıl Ordu'ya savaş öncesinde ulaştırdığı en önemli bilgilerden biri Anti Komintern Paktı'dır. Başta Almanya ve Japonya arasında imzalanan bu anlaşma -Türk-Alman Dostluk Paktı kapsamında 1940'ların başında Türkiye de gözlemci olarak katılacaktır- iki ülkenin yakınlaşmasında önemli bir adım olur. 1939 yılından sonra dünyada çalan savaş çanları çok daha net bir şekilde duyulmaya başladığında Sorge'nin ilettiği en önemli başarılardan biri Almanların Sovyetler'e saldıracağı anı ve cepheye gönderilecek birliklerin sayısını neredeyse eksiksiz bir şekilde iletmesidir. Konsolosluk kaynaklarından Sorge'nin elde ettiği bilginin günü gününe doğruluğu hâlâ tartışılsa da çok yakın bir tarihi iletmeyi başarır.
Fakat Barbarossa Harekatı'nın tarihi, merkez tarafından fazla ciddiye alınmaz. Söylentiye göre Stalin, Sorge'yi 'kadın düşkünü bir ayyaş' olarak niteleyip kendisine fazla güvenmemek gerektiğini söyler. Ancak Stalin'in tam olarak ne dediği konusunda net bir şey söylemek oldukça zor. Stalin'in sözlerinden konu açıldı mı bire bin katıldığı da düşünüldüğünde, Sorge'un aktardığı bilginin yalnızca fazla umursanmadığını söylemekle yetinelim. Fakat Sorge'den kısa bir süre sonra Sovyetler'in Almanya'daki 'Kızıl Orkestra' ismiyle bilinen casus ağı da benzer bir bilgiyi merkeze iletecektir. Nitekim Kızıl Ordu'dan bazı subaylar buna inanılmamasını 'korkunç bir hata' olarak değerlendirecektir. Öyle ya da böyle Alman taaruzu başlar ve takibindeki dönem Sovyetler açısından pek de iç açıcı değildir.
SAVAŞI FACİADAN DÖNDÜRDÜ
Harekattan birkaç ay sonra Sorge kariyerinin belki de ikinci en önemli bilgisini Kızıl Ordu'ya iletir. Almanlar Japonya'yı doğuda Sovyetler'e karşı bir cephe açması için sıkıştırmaktadır. Japonlarsa bu saldırıya sıcak bakmamakta, güçlerini Asya'daki diğer cephelerde yoğunlaştırmadan yanadırlar. Bu durumda Japonya Almanya'ya; Moskova düşmedikçe, Sibirya'da İç Savaş çıkmadıkça ve Almanlar Volga'nın doğusuna geçmedikçe Sovyetler'e saldırmayacaklarını aktarır. Sorge bu bilgiyi hızla merkeze bildirir. İlk sızdırılan bilginin doğruluğunu gören Moskova bu sefer Sorge'nin sözlerini daha dikkate değer bulur. Tabii bu karar oldukça hayatidir. Doğuyu savunmasız bırakmak, Sovyetler'in sonu da olabilecektir, zira her iki cephede savaşmak bile ölümcülken savunmasız bir taraftan yumruk yemek hızlı ve acılı bir son demektir. Gelgelelim Kızıl Ordu'nun 15 piyade bölüğü, 3 süvari bölüğü, 1700 tankı ve yüzlerce uçağı doğudan Avrupa cephesine gönderilir. Tarihçiler bu askeri güç kaymasının, Moskova Savaşı'nda Sovyetler'in elini oldukça güçlendirdiği konusunda ortaklaşıyor. Moskova Savaşı'nın Aralık 1941'in ilk haftasında olası bir faciadan döndürülmesiyle Japonların Pearl Harbor saldırısının aynı zamana denk gelmesi oldukça ilginç bir detay. Hemen belirtelim, Sorge, Japonların Pearl Harbor saldırısı ile ABD'nin savaşa çekileceğini gerçekleşmeden önce merkeze bildirir.
Bu bilgiler kolayca sızarken Naziler de olanları fark edemeyecek durumda değildir elbette. Sorge'un ismine Berlin'de şüpheyle bakılmaya başlanır. Böylece Polonya'da yaptığı katliamlardan dolayı 'Varşova Kasabı' olarak bilinen, Gestapo Polis Ateşesi Albay Joseph Meisinger, Tokyo'ya gönderilir. Amacı hem Japon yetkilileri hem de Sorge'yi incelemektir. Meisinger, Ott ile Sorge arasındaki ilişkiyi doğrulayarak 'Ateşelerin Berlin'e ulaştırdığı raporların Sorge'nin yazdığı, konsolosun imzaladığı metinlere yaptığı eklerden ibaret olmasının normalleştiğini' söyler. Öte yandan Sorge'nin Sovyet ajanı olduğu yönündeki şüphelerin asılsız olduğunu, Sorge'un sadakatinin vatanına ait olduğunu bildirir. Bu süre içinde durumu fark eden Sorge da boş durmamıştır elbette. Meisinger'in içkiye olan zaafını fark eder ve kısa sürede hem yakın bir 'içki arkadaşı' hem de istihbarat kaynağı olur.
EKİM DEVRİMİ'NİN YILDÖNÜMÜNDE İNFAZ
Savaşın artan gerilimi Japon gizli polisi Kempeitai'nin de hareket alanlarını genişletir. Elbette Sorge'nin ağlarında Japon yönetimine değen pek çok kişi vardır. Şebeke en alttan en üste doğru çözülür. Japonlar önce Ozaki'nin altındaki bir başka komünist ajan Yotoku Miyagi'nin teşkilata kattığı bir terziyi sorgular. Fazla dayanamayan terzi Miyagi'nin ismini polise verir. Polis onu yakalamaya geldiğinde Miyagaki, kendini feda ederek yoldaşlarını 'kurtarmak' için sürüklenirken kendini camdan atar, fakat düşüş ölümcül olmaz. Şüpheleri neredeyse kesinleşen polis Miyagi'yi kırık kemiklerle sorgu odasına alır ve bu acıya daha fazla dayanamayan Miyagaki, Sorge ve Ozaki'nin isimlerini verir. Önce Ozaki yakalanır. Bunun haberini alan Sorge, Tokyo'dan kaçmaya çalışsa da başarısız olur ve tutuklanır. Tutuklandığı günden önceki gece, düzenli olarak görüştüğü Alman elçisi Ott'un eşiyle birlikte kaldığı öne sürülmüştür. Farklı kaynaklarda elçinin eşiyle aralarında bir ilişki olduğu söylense de, sağılıklı bir kaynağa rastlayamadığımız için iyisi mi biz yine bu konuyu da teğet geçelim!
İşin 'dedikodu' boyutundan daha ilginci, ertesi gün tutuklamadan haberi olan Alman Büyükelçisi'nin şaşkınlığıdır. Ott, ilk başta soruşturmanın Alman karşıtı grupların başının altından çıktığını düşünür ve Sorge'nin ABD-Japonya ilişkilerini kendilerine sızdırdığı için tutuklandığı çıkarımını yapar, olayı 'Japonların casusluk histerisi' olarak değerlendirir. Bununla birlikte soruşturmanın tüm detaylarıyla incelenmesi konusunda Japonlarla ortaklaşmayı da ihmal etmez. Japonlar Sorge'nin tutuklanmasından aylar sonra Sovyet ajanı olduğunu açıklar. Nitekim başta Japonlar da Sorge'un tam olarak kim için çalıştığını kestirememiştir. Yargılanmasının ardından 'İmparatorluğu ve özel mülkiyeti kaldırma hedefli casusluk yapan bir komünist' hükmü verilir ve hapse girer. Savaşın Japonlar için tansiyonunun iyice arttığı 1944 Eylül'ünde Sorge için ölüm cezası verilir. Japonya her ne kadar Moskova'ya gönderdiği telgrafla esir pazarlığına girişse de Sovyetler konuya pek sıcak bakmaz ve Sorge'nin kendilerinden emir almadığını söyler. Burada 'Stalin'in kendi hatasını gösteren ve Alman kuşatmasını önceden söyleyen birini yok etmek istemesi' önermesi başta kulağa mantıklı görünse de, Sovyetler Birliği'nde savaş zamanı uygulanan esir politikası düşünüldüğünde havada kalıyor. Bununla birlikte tarih boyunca ajanlarına sahip çıkan devletlere rastlamak da pek kolay değil.
Sorge'nin Ekim Devrimi'nin yıl dönümünde infazı elbette bir tesadüf değildir. Vurulmadan önce son sözlerinin “Çok yaşa Kızıl Ordu! Çok yaşa Sovyetler Birliği” olduğu söylenir. Sorge'nin ekibinden çoğu kişi de ya infaz edilerek ya da korkunç cezaevi koşullarında, işkencelerde hayatlarını kaybeder. Örneğin aynı gün idam edilen Ozaki, İkinci Paylaşım Savaşı'nda 'vatana ihanet' suçuyla asılan büyük ihtimalle tek Japon'dur. Ozaki yargılanma sürecinde ve tutukluluğunun devamında hapishaneden eşine yazdığı mektuplarda ülkesine neden 'ihanet ettiğini' açıklamaktadır. Yıllar sonra mektuplar birleştirilerek yayınlandığında kitap Japonya'da best seller olur. Ozaki'ye savaşın ardından Japonya'da bir 'vatan haini'nden çok bir 'şehit' gözüyle bakılmıştır.
“Arkadaşım iyi hoş da başta öne sürdüğün gibi Sorge'nin James Bond örneğinden ne farkı kaldı ki?” derseniz... Hollywood'da Amerikan casusunu, terörizm ve komünizm gibi 'korku'lara karşı insanlık ve demokrasi için mücadele veren kahraman CIA casuslarını biliyoruz. James Bond serilerine gitmeye gerek yok, Amerikan istihbaratının Latin Amerika'daki varlığının temel sebebi sanki anti komünizm ve faşist darbeler değilmiş gibi, Narcos dizisinde bu ajanların sadece 'uyuşturucuyla savaştığını' görüyoruz. Sözün özü, Tokyo'daki Sorge'nin mezartaşının üzerinde şunlar yazıyor: “Burada tüm yaşamını barış için savaşa vermiş biri yatıyor.”
Kaynaklar ve daha fazla bilgilerin yer aldığı linkler:
1- http://www.pravdareport.com/history/20-10-2011/119387-richard_sorge-0/
2- http://www.pravdareport.com/history/07-10-2009/109720-richard_sorge-0/
3- http://www.historynet.com/the-spy-who-saved-the-soviets.htm
4- http://www.wikizeroo.net/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvUmljaGFyZF9Tb3JnZQ
5- https://spartacus-educational.com/GERsorge.htm
6- http://www.visions.az/en/news/162/5b455428/