Her ülkede her zaman aşırılıkçılığa yer vardır
Hükümetten yetkililer Amberg, Bottrop veya Essen'deki olaylardan sonra "Almanya'da aşırılık ve hoşgörüsüzlüğe yer yok" deseler de biliyoruz ki, Almanya'da da birçok ülkede olduğu gibi her zaman aşırılıkçılığa ve hoşgörüsüzlüğe yer vardır, olmuştur ve de olacaktır. Bu sosyolojik ve hatta psikolojik bir konu.
KÖLN - Geçtiğimiz hafta 2019'da Avrupa'da ırkçılık ve aşırılıkçılığın büyüyerek devam edecek bir tartışma olacağını yazmıştım. Daha yılbaşı gecesinden saldırı ve buna bağlı olarak da tartışma başladı. Almanya hükümeti ve sorumlu kurumlar bu konunun ne denli tehlikeli olduğunu çok iyi bilseler de kendi çıkarları gereği sorumluluklarını hafifleterek münferit olaylarmış gibi ele alıyorlar. Oysa toplumda ciddi bir kutuplaşma mevcut.
Yılbaşından önceki hafta sonu Bavyera eyaletinin Amberg kentinde yaşları 17 ile 19 arasında değişen Afgan, Suriyeli ve İranlı dört sığınmacının yoldan geçen kişileri darp etmesi sonucu 12 kişi yaralandı. Yaşanan olayın ardından Almanya İçişleri Bakanı Horst Seehofer bu saldırıyı kastederek, "Sığınmacılar şiddete başvurursa ülkemizi terk etmek zorunda. Var olan yasalar bunun için yeterli olmazsa, o zaman değiştirilmek zorundalar” dedi. Böylece suça bulaşmış sığınmacıların sınır dışı edilmelerine yönelik tartışmalar da yeniden alevlendi.
Bu tartışmalar devam ederken Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti'nde yılbaşı gecesi 50 yaşında bir sürücü aracıyla önce Bottrop kentinde aralarında özellikle Suriyeli ve Afganların bulunduğu kalabalığın arasına daldı. Ardından Essen kentinde yine aracıyla benzer saldırıyı gerçekleştirmeye çalışırken gözaltına alındı. Yetkililer dört kişiyi ağır yaralayan zanlının, niyetinin "yabancıları öldürmek" olduğunu ifade ettiler. Ama tabi saldırıyı gerçekleştiren kişinin psikolojik bozukluğunun olduğu notunu da düşerek.
Her ne kadar İçişleri Bakanı Seehofer olayı sıradan bir bireysel saldırı olarak yorumlamaya çalışsa da güvenlik yetkilileri yaşanan bu saldırının 'terör' saldırısı olduğunu savunuyor. Tabii ki hükümet yetkililerinin bu saldırıyı gerçekleştiren kişinin ülkede yaşayan 'azınlıklara' karşı nefretini politik bir sorun olarak değerlendirmek istemiyor. Bu konunun üstüne gitmeleri demek kurumlara sızmış bu nefretin de üstüne gitmeyi de gerektiriyor.
Gerçek şu ki, Almanya'da kurumsal geleneksel görüş yabancıysanız asla yeterli değilsinizdir. İş aramaktan tutun çoğunuzun okul eğitimine, ev kiralamaya kadar her zaman ikincil olduğunuz size her durumda asla unutturulmaz. Hatta Almanların gözünde ülkede yaşayan azınlıkların geldikleri ülkelerin bir hiyerarşisi dahi vardır. Sıradan toplumsal yaklaşım böyleyken popülist sağcı parti AfD'nin aşırı milliyetçi söylemleriyle ırkçılık sürekli güncel tutuluyor. Ne yazık ki aşırı sağcılık fikri tüm gruplar arasında birbirini besliyor. Alman aşırı sağcılığı yükseldikçe, azınlıklar arasındaki çeteleşmeler ve radikal dincilik gibi aşırılıklar da buna paralel olarak büyüyor.
Hükümetten yetkililer Amberg, Bottrop veya Essen'deki olaylardan sonra "Almanya'da aşırılık ve hoşgörüsüzlüğe yer yok" deseler de biliyoruz ki, Almanya'da da birçok ülkede olduğu gibi her zaman aşırılıkçılığa ve hoşgörüsüzlüğe yer vardır, olmuştur ve de olacaktır. Bu sosyolojik ve hatta psikolojik bir konu. 'Gelen' kabul edilmediği için 'ülkede yaşayan' kendi güvenliği ve refahı tehdit edildiği için aşırı fikirlere ve şiddete sarılır. Hele de Almanya gibi köklerine milliyetçiliğin son derece sirayet ettiği toplumlarda bu çok daha hızlı gelişir.
Henüz geçtiğimiz Aralık ayında Frankfurt polis teşkilatında 5 Nazi yanlısı polise dair soruşturma yürüten Avukat Seda Başay ölüm tehdidi aldı.
25 Ağustos'ta, Almanya'ya gelen biri Iraklı biri Suriyeli iki kişinin 35 yaşında bir adamı öldürdükleri iddiası üzerine aşırı sağcı grupların Chemnitz kentinde düzenledikleri büyük mitingler ülkenin gündemine oturdu.
Yine Temmuz ayında 8’i Türkiyeli 10 kişiyi öldüren, bombalı saldırılar düzenleyen ve banka soygunları gerçekleştiren Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) örgütünün üyelerinin yargılandığı 5 yıllık dava ırkçı örgütün devlet içindeki karanlık ilişkileri açığa çıkarılmadan tartışmalı bir biçimde sonuçlandı.
2018'in Mayıs ayında Neonaziler tarafından gerçekleştirilen Solingen katliamının 25. yıl dönümünü ardımızda bıraktık. Örnekleri çoğaltmak ne yazık ki mümkün.
Buna karşın yukarıda bahsettiğim gibi aşırı Türk milliyetçi çeteler Kürtlere yönelik saldırı ve tehditlerde aktifleşiyor. Radikal İslamcılar ise Hıristiyanlara, Yahudilere karşı düşmanca söylemleri sosyal medyada veya camilerdeki vaazlarda yaygınlaştırarak ülkedeki ayrışmanın derinleşmesi için çaba harcıyor.
Almanya'da yaşayan tüm halkların arasındaki paralel yaşam, ayrışma ve kutuplaşma öyle "yabancı"lara yönelik sözde uyum projeleriyle çözüme kavuşacak konular değil. Uyum politikaları karşılıklı olmalı bu konu ayrı, ancak politikacıların en başlıca görevi devletin istihbarat teşkilatından, güvenlik güçlerine kadar kurumlarının içine sızmış hangi gruptan olursa olsun, aşırı sağcı yapılanmaları deşifre etmek, aşırı milliyetçi gelenekçi zihin dünyasından bir an önce kurtulmak olmalı. Ancak bunun ardından sağlıklı bir uyum ve reform süreci herkes için başlayabilir. 2019 bunun başlangıcı olursa ne iyi olur fakat olmazsa bu salgın çok hızlı yayılır ve dönülmesi çok zor bir yola girer ki, bu da Almanya'da ve Avrupa'da yaşayan herkesin hayatını öyle veya böyle negatif etkiler ve hatta daha hızlı yaşamsal tehditlere dönüşür.