Boşanma, İslam ve ben
Görücü usulü evliliğim sona erdiğinde, ailem beni tekrar evlendirmeye karar verdi. Ne var ki aşkı bulmak o kadar kolay değildi… İkinci evliliğim bittikten sonra, iyi ilişkilerin daha en baştan iyi olduğunu, çabalayarak buna ulaşılmadığını anladım. Şimdi özgürleşmiş bir Müslüman kadınım ve bunda hiçbir çelişki yok.
Saima Mir
Evlilikten ilk kez bahsedildiğinde on dokuz yaşındaydım. Annem bana, ailesinin benimle ilgilendiğini söylediği genç bir adamdan bahsetmiş ve sonra alelacele evden çıkmıştı. Artık evlenebileceğim bir yaşta olduğumu düşünüyor olması benim için şaşırtıcı olduğu kadar onun için de zordu. Hiçbir erkekle el sıkışmayan, yalnızca bir erkek arkadaşı olmuş, asosyal bir genç kadındım. Üniversitede fen bilimleri eğitimi almadan önce, tamamen kızlardan oluşan bir Katolik okuluna gittim. Hayatım Malcolm X ve Maya Angelou, X-Men ve Örümcek Adam’dan ibaretti; yazları dadımın Karaçi’deki evinde, kışları Yorkshire’da karlara bata çıka geçerdi. Kendi halinde bağımsız bir insan olarak, iyi insanların başına iyi şeyler geldiğine inanacak kadar genç ve birçok konuda öngörüsüz biriydim.
Birinci kocam benden on bir yaş büyüktü. Düğünden önce yalnızca bir kez görüştük ama büyük güne dek bütün yılı telefonda konuşarak geçirdik. Üniversitedeki son yılımdı. Bir doktordu –bir damat için kusursuz bir meslek-, iki oğlun büyük olanıydı ve tıp fakültesini bitirdikten sonra Pakistan’dan ABD’ye taşınmıştı. 6 Eylül 1996 günü evlendik ve rüya gibi bir Amerikan tarzı evde yaşayacağımız Mississippi’ye uçtuk.
ANNE FAKTÖRÜ
Oturma odasında tek bir kahverengi deri koltuk ve her iki tarafında büyük hoparlörler bulunan kocaman bir televizyon vardı. Bu hoparlörler ilk kocamın tutkusuydu. Televizyonla kanepe arasındaki mesafeyi kontrol etmek için eline bir mezura alırdı. Bunun dışında sessiz biriydi. Bizimle yaşayan annesiyse onun gibi değildi. O dönem yaşadıklarımın çoğu aklımdan silinip gitse de birkaç şey benimle kaldı. Oğlunu bir çocukmuş gibi kucağına oturtması, annesi onu öperken kocamın bundan sıkılması, uyuduğumuz sırada annesinin yatak odamıza girmesi, duşta sabun kullanıp kullanmadığımla ilgili garip soruları... Evde bütün günü annesiyle geçiriyordum. Kendi paramı kazanmıyordum ve hiçbir yere gitme şansım yoktu. Kocam işten eve gelirdi ve üçümüz yan yana oturup o devasa televizyonu izlerdik. Annesi, kocam işten geç geldiğinde, “Hemen doğruca yatağa gidin ve sohbet etmeyin” derdi. Bir gün kayınvalidem beyaz giysilerin arasına kırmızı bir çorap attı ve kocam, laboratuvar kıyafetleri mahvolduğu için beni suçladı. Başka bir gün düdüklü tencereye bir saç tokası attı ve saç fırçasını mutfak tezgâhından almasını rica etmem için, Tanrı’nın bana bir ders verdiğini söyledi. Aklımı mı yitirmiştim? Git gide nedensiz biçimde korkmaya başladım, kilo verdim; bir adam ve onun annesiyle evlenmiş gibiydim.
Üç aylık ziyaretçi vizesiyle Mississippi’deydim. Göçmenlik kuralları, yeşil kart için başvurmam halinde en az iki yıl boyunca İngiltere’ye geri dönemeyeceğim anlamına geliyordu. Bunun düşüncesi bile dayanılmazdı ve annem öncelikle yanlarına gitmemi tavsiye etti. Bu noktadan sonra, evliliğin bitişi hızlı oldu. ABD’ye giden uçağa binip bir daha geri dönmedim. İlk evliliğim yalnızca üç ay sürmüştü.
'DUL' VE 'DEĞERSİZ'
O zamanlar, kültürümüzde boşanma ender rastlanan bir şeydi. Kararlarıma güvenen ve başkalarının ne dediğini umursamayan ebeveynlerim olduğu için şanslıydım. Ve tabii ki insanların söyleyecek çok şeyi vardı. İslam boşanmaya izin verir ( Peygamberin eşi de bir duldu )*; ancak bu, dedikodulara engel olmaz. Bekarete değer veren bir toplumda “değerim” azalmıştı.
Boşanmış bir kadının statüsünü geri kazanmasının en basit yolu, kocasının iktidarsız olduğunu söylemesidir. Hâlâ bakire olduğumu söylemek kolaydı ama bu bir yalan olurdu. Gerçek basitti. Evliydim ve şimdi boşanmıştım. Verdiğim kararda hatalı bir yan olmadığını bilmeme karşın, akrabalarımın üzüntülerini dile getirmeleri, kendimi bir cinsel saldırı kurbanıymışım gibi kirletilmiş hissettiriyordu. Duşta, neredeyse kanatana kadar derimi ovaladığımı hatırlıyorum.
Ailem, durumu düzeltmenin en iyi yolunun en kısa zamanda tekrar evlenmem olduğunu düşündü. Mutlu olduğum zaman, bir daha asla geçmişi hatırlamayacağımı söylediler.
İkinci kez evlendiğimde yirmi üç yaşındaydım. İkinci kocam benden yalnızca birkaç yaş büyüktü, enerjik ve heyecan dolu biriydi. Gençlik, başarı ve kibirle birlikte gelen bir enerji türüne sahipti. İlk görüşmemizde tenis ayakkabılarına baktığımı ve sevindiğimi hatırlıyorum. Hush Puppies’den alınmış ayakkabılar giymişti.
İkinci buluşmamızda “Seni evet demekten alıkoyan nedir?” diye sordu. Bana, ailesi ilişkimize müdahale ederse beni onlara karşı koruyacağına söz verdi; bu sefer farklı olacağını söyledi. O zamana kadar düşünüyor ve neden ‘hayır’ demediğimi anlamaya çalışıyordum. Yalnızca, büyüklerimin daha iyisini bildiğini düşündüğümü söyleyebilirim. İnsanları hoşnut eden biri olarak büyüdüm; ayrıca, kendi içgüdülerimi göz ardı etmek anlamına gelse de insanların içindeki en iyi yönleri görmek üzere yetiştirilmiştim.
GENİŞ AİLENİN KARANLIK OYUNLARI
Gelin görün ki yine kendimi geniş bir ailede yaşarken buldum. Annesi, babası ve küçük kız kardeşiyle birlikte yaşıyorduk ve ikinci kız kardeşi, kocası ve iki küçük çocuğu tarafından sık sık ziyaret ediliyorduk. Aynı zamanda, geniş ailesiyle birlikte yaşayan ve yerinde olmak için can attığım, el üstünde tutulan üçüncü bir kız kardeş vardı.
Düğünden sonraki gün, balayımız için uçağa binmeden önce kocamın ailesini ziyaret ettik. Oraya vardığımızda bir şeylerin yanlış olduğunu hissedebiliyordum. Kayınpederim bir kaşını kaldırdı ve bana ne giydiğimi sordu. Ben bir ‘ghagarada’ giyiniyordum, sıkı sıkıya toplanmış ve yeri süpüren bir tür etekti bu. “Bir etek” dedim. Yüzünü buruşturarak hoşnutsuzluğunu gösterdi. Daha sonra kocam, babasının eteklerden hoşlanmadığını ve giysimi kişisel bir hakaret olarak algıladığını söyledi. Pek çok şeye karşı tiksinti duyuyordu ve bu durum, zamanla ortaya çıkacaktı.
Yeni soyadımla birlikte aileminkini de kullanmaya karar verdim; fakat kayınpederim bana gelen mektupları gördüğünde öfkesi sınır tanımadı. Ortaya çıkan anlaşmazlık bir türlü bitmeyince görümcelerimden biri beni baş başa “konuşmak” için çağırdı. Bana yalnızca sinema oyuncuların iki soyadı kullanabileceklerini söyledi. Gözüm korktu ve teslim oldum.
KÖLELEŞME SÜRECİ
Şimdi anlıyorum ki takip eden psikolojik manipülasyon (yanıltmaca), kendimden şüphe duymama neden olmuştu: Kişisel prensiplerim özgüvenimi yavaş yavaş aşındırmaya başlamıştı. Birkaç ay sonra bütün yemekleri pişirir ve evi temizler hale gelmiştim. Duygusal taciz yaşamamış bir insana sözcüklerin bir insanı nasıl yok edebileceğini anlatmak güçtür. Birkaç ay sonra, en büyük görümcem resmi bir konuşma yapmak için karşıma geçip oturdu. Görevlerimi aksattığımı ve tüm ailenin çamaşırlarını yıkama ve ütüleme işlerine başlamam gerektiğini söyledi. Bu konuda çok az söz hakkım vardı.
Kocamın bütün bu olanlardaki rolü tuhaftı. Beni sevdiğinden, benimle vakit geçirmek istediğinden şüphem yoktu. Her perşembe yatak odamızda Ally McBeal’ı izlerdik -haftada bir kez, akşam 9’dan önce odamıza çıkar, diğer akşamları ailesiyle geçirirdik- ve hafta sonu öğleden sonralarını, günü bir pizzacıda bitirmek üzere Londra’da dolaşarak geçirirdik. Güzel tatillere çıkardık; bana güzel hediyeler ve küçük, sevimli biblolar alırdı. Bana hayran olduğunu söyleyecek kadar ileri gidebilirdim. Ne var ki başka bir yanı daha vardı; ailesinin, öfkesini körüklediği bir yanı vardı ve ben de buna katlanıyordum.
Bir defasında beni banyoda hıçkırıklarla ağlatmıştı; zira, annesinin benim için seçtiği kıyafetleri giymiyordum. Bir düğüne gidiyorduk ve ailesi mavi ipek şalvar pantolonumu ve taktığım inci gerdanlığı beğenmemişti. Evden çıkmadan hemen önce onunla bir konuşma yaptılar ve ardından tüm öfkesini ve zehrini üzerime kustu. Banyonun duvarına yığılıp kaldığımı, nefesimin kesildiğini ve evliliğimin ellerimden kayıp gittiğini hatırlıyorum. Kız kardeşi beni almak için yanıma geldi; kendime çekidüzen vermek ve kocamın aniden mahcup ve sevgi dolu bir kişiliğe büründüğü düğüne gitmek zorunda kaldım. Kendimi bitkin ve bomboş hissederken, özrünü kabul ettim.
KURULMUŞ BİR OYUNCAK GİBİ
Ailesi, onu tıkır tıkır işleyen kurmalı bir oyuncak gibi ele geçirmişti. Çoğunlukla bir yolculuğa çıkmadan hemen önce böyle şeyler olurdu ve tatilin ilk günleri (kocamın ruhundaki) “zehri arındırmak” için harcardım. Fas’ta bir havuz kenarında otururken, çaresizce hıçkırarak ağlayışını izlediğimi hatırlıyorum. “Karımın beni parmağında oynattığını söylediler,” dedi. “Ama belki de öyle olmak istiyorum!”
Tuttukları ‘küçük sorunlar’ listesi gittikçe uzadı. Düzgün bir şekilde yetiştirilmemiştim, yürürken merdivenlerdeki ölü bir sineği yerden almamıştım, izinlerini almadan saçlarımı kestirmiştim, bir kafede bir arkadaşımla buluşmuştum...
2000 kışında, kurban bayramında ailemi ziyarete gittim. Kocam aradı ve ses tonundaki farklılık, bana işlerin yolunda gitmediğini hissettirdi. Evden çıkmadan önce pudra hediye ederek sarıldığım, kendimden ayrı tutmadığım kız kardeşinden özür dilememi istediğini söyledi. Tüm yaptıklarıma karşın bir özre ihtiyacı vardı. Kuzenimin önünde onunla konuşma tarzım nedeniyle üzülmüştü. Kocama, bunun kendisini ilgilendirmediğini söyleyerek özür dilemeyi reddettim. O bana bağırdı. Tekrar reddettim. Belki evde, ailemin yanında güvende hissettiğimden, belki de sabır taşı çatladığından böyle oldu. Her neyse, olan olmuştu.
Neticede, bir kadın kocasından ayrılmak istediğinde verilen İslami boşanma formu olan ‘Hula’ için başvuruda bulundum. Ailemle birlikte, caminin küçük bir odasında otururken, kocam ve babamın şahitliğinde boşanma talebinde bulundum. Kocam, kadıya “Ama ben boşanmasına izin vermiyorum,” dedi. İslam’da, bir kadının kocasını boşamasına izin verilmediği yanılgısı mevcuttur. Bu yalan, erkekler, kültürel yaftalama ve iktidarlarını korumak isteyen mollalar tarafından kızların ve kadınların eğitiminin engellenmesi yoluyla yayılır ve güçlenir. Buna karşın, Kur’an’ı okuyabilen bir kadın, kısa süre içinde kendisine boyun eğdirilmesinin ve maruz kaldığı baskının erkek yapımı bir anlayış olduğunu öğrenir.
“İznine ihtiyacım yok,” dedim soğuk biçimde. Hayatımda ilk kez böylesine kararlı olduğumu hissettim.
“Haklı,” dedi kadı. “İzninize ihtiyacı yok!”
Kayınpederimin gözlerinin içine bakarak, “bu insanlar için daha fazla şey yapmak istemiyorum,” dedim. Yüzünde afallamış olduğunu gösteren bir ifade vardı. Benim iradesiz olduğumu, daha önce boşanmış bir kadının baskı altına alınabileceğini ve boyun eğdirilebileceğini, yeni bir utancı önlemek için her şeyi yapacağını varsaymıştı. Nezaketimi zayıflık gibi algıladılar. Öte yandan, mutlu olmanın ne demek olduğunu ve daha iyisini hak ettiğimi biliyordum.
BABAMIN AYDINLANIŞI
İkinci kez boşanmamın ardından babam anneme şöyle dedi: “Bundan sonra, kızlarımı yapmak istedikleri şeylerden alıkoymayacaksın.” Bunun ardından tanıdıkların söylediklerine kulak asmayı bıraktık. Dış görünüşümle ilgili olarak, doğu ve batı esintili gardırobumu birleştirip, kurta’ları kot pantolon ve şallarla karıştırdım. Zihnimde dedikodu yapmaktan vazgeçtim. En kötüsü zaten olup bitmişti.
Kişisel yaşamım solarken, iş yaşamım yeşerdi. Yerel bir gazetede staja başladığımda 27 yaşındaydım. Gazete bana bir iş verdi ve beni gazetecilik okuluna gönderdi. Birkaç yıl sonra BBC için çalışmaya başladım. Babam benimle inanılmaz derecede gurur duyuyordu; katkıda bulunduğum haberlerin tamamını kaydediyor ve kendisini ziyarete gelenleri bu haberlerle canından bezdiriyordu. Kendi evime taşındığımda, camideki dedikoducu ağızlar, kendi yakınlarımca dışlandığım haberiyle çalkalanıyordu. Bradford’da bir ev bulup, emlâk komisyoncusunu görmem için beni yollayan kişinin babam olduğunu bilmiyorlardı. Babam, özgürlüğün önemini anlamıştı.
Kız kardeşim bir cumartesi günü bana mesaj atarak annemin bir adama telefon numaramı verdiğini söyledi. Mesajında “Elçiye zeval olmaz”, diyordu. Evimle işim arasındaki yolda karşıma çıkan birkaç elçiyi çoktan yere sermiştim ama bu sefer silahımı yere indirdim. Derin bir nefes aldım ve bekledim.
Bahsi geçen adam bir pazar gecesi mesaj attı. Konuşurken normal bir insan gibiydi ama aynı zamanda bu adam annemin numaramı verdiği kişi değildi. Altı ay önce halalarımdan birinin numaramı bu adama verdiği ortaya çıktı; bundan kısa bir süre sonra babası vefat etmişti. Soğuk bir Ekim günü yürüyüşe çıkmış ve o günden beridir giymediği bir paltonun cebindeki küçük kâğıt parçasını bulmuştu.
MUTLULUĞUN YOLU ÖZGÜRLÜKTEN GEÇİYOR
Birbirimize geçmişteki ilişkilerimizden bahsettik. (Yaşadığım ilişkiler hakkında) “Tüm yumurtalarımı tek bir piçe sunmama hizmet ediyor,” dedim. Yüksek sesle ve özür dilemeksizin güldü. O anda zihnimde bir ışık yandı ve rahatlamış hissettim. İki hafta sonra benimle buluşmak için Leeds’e geldi. Birlikte öğle yemeği yedik, yürüdük, konuştuk. Bana üç kitap almıştı: Hamid Mohsin’in ‘Gönülsüz Bağnaz’; Malcolm Gladwell’in ‘Köpekler Ne Görür’ ve bir aşk şiirleri kitabı. Beni işittiğini hissettim.
İlerleyen aylarda, her gece konuşmaya devam ettik, Londra ve Bradford arasında tren yolculukları yaptık. Ve onun nezdinde yoğun bir çabanın ardından, neticede evlenmeyi kabul ettim. Bir şey bana ‘hayır’ dersem pişman olacağımı söylüyordu. Kültürel beklentilerin aksine, iyi ilişkilerin daha en baştan iyi olduğunu ve çabayla elde edilebilecek bir şey olmadığını öğrenmiştim.
Kocam dindar birisi olmasa da nikâh belgelerini imzalatmak için iki hafta boyunca her gün camiyi ziyaret ederek benimle evlenmek istediğini ispatladı. Ve bu deneyim, onu gelecekte camiye gitmekten alıkoyacaktı. “Saima Mir, BBC’den mi?” dedi imam, kim olduğumu duymak istercesine. Kocama “Onunla evlenmek istediğinden emin misin?” dedi. Ve işte her şey ortadaydı. Kocamın inanç eksikliğine, camiyle bir ilişkisi olmamasına ve daha önce başka bir tarikattan biriyle evlenip boşanmış olmasına rağmen, erkek egemen kültür benimle evlenmek için fazla iyi olduğunu düşünüyordu. Kocam öfkeden deliye dönmüştü. İmam, iyi bir adamı İslam’dan vazgeçirmişti.
Sekiz yıldan fazla bir zaman önce akıllıca bir seçim yaptığımı söyleyebilirim. Hâlâ aynı iyi ve kibar adamla evliyim. İki genç oğlum var ve onları iyi birer Müslüman erkek olarak yetiştirmenin ayrıcalığını ve baskısını üzerimde hissediyorum.
Bir noktada hikâyemi okuyacaklardır. Umarım o günden itibaren inancım hakkında derin bir anlayışa sahip olacaklar. İslam’ın bir kadına eşini seçme ve ondan ayrılma hakkı tanıdığını bilecekler.
Sonsuza dek iki koca boşamış bir kadın olacağım ve bunu yazmak aynalarla dolu bir odada çıplak durmak gibi olsa da bana hiçbir şey hissettirmiyor: Kendi mücadelemle gurur duyuyorum. Erkek-egemenlikten kurtulmaya cüret ettim. Buna alışmayı reddettim. Dinimden vazgeçmeyi reddettim ve İslam beni her açıdan destekledi.
Ben özgürleşmiş bir Müslüman kadınım ve bunda hiçbir çelişki yok.
* Yazar Hz Hatice'nin daha önce boşandığını belirtirken, aslında ilk iki eşi vefat etmişti.
**Yazının aslı The Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)