Demirel: Avrupa'da sosyal adaletsizlik ırkçılığı besliyor

Sol Parti'nin liste başı milletvekili adayı Özlem Alev Demirel ile AB Parlamento seçimlerini, Sol Parti'nin Avrupa politikasını, mültecilik meselesini, AB-Türkiye ilişkilerini ve hem Avrupa'da hem Türkiye'de devam eden açlık grevlerini konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

KÖLN- Avrupa Parlamentosu seçimleri 23 Mayıs'ta başlayıp 26 Mayıs'ta sona erecek. AB içerisinde yükselen sağ, ekonomik sorunlar, işsizlik, göç ve mültecilik, AB ortak savunma ve ordu fikri, birlik içerisinde ekonomisi güçlü olan ülkelerle güçsüz olan ülkeler arasındaki eşitsizlik, internet kontrolü ve sansür gibi birçok sorun var.

Almanya'nın Avrupa seçimlerinde Sol Parti (Die Linke) belirlediği adaylarla öne çıkan bir parti oldu. 2018 yılına kadar dört yıl Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde parti başkanlığı yapmış olan Özlem Alev Demirel'i ve halihazırda Avrupa Parlamentosu'nda milletvekili olan Martin Schirdewan'ı liste başı adaylar olarak seçti. Demirel, Almanya'nın önemli sendikalarından biri olan ver.di'de sendika sekreteri. Özlem Alev Demirel, AB'nin içinde bulunduğu duruma eleştirel yaklaşan bir isim. Birliğin “soyut sembolik” politikalar değil “reel iyileştirici” politikalar üretmesi gerektiğini savunuyor. Temel olarak uluslararası işbirliğine karşı değil, adaletsizlik üreten işbirliklerine ve onların düzenine karşı çıkıyor. Demirel'in politikasının merkezinde ise mülteciler ve onlarla ilgili AB'nin politikaları, sosyal adaletsizlik, konuları yer alıyor. Demirel AB'nin artık Akdeniz'de kimsenin boğulmasına izin vermemesi gerektiğini vurguluyor. Sol Parti'nin liste başı milletvekili adayı ile AB Parlamento seçimlerini, Sol Parti'nin Avrupa politikasını, mültecilik meselesini, AB-Türkiye ilişkilerini ve hem Avrupa'da hem Türkiye'de devam eden açlık grevlerini konuştuk.

Sol Parti'nin Avrupa Parlamentosu milletvekili seçimlerinde birinci sıradan adaysınız. Nasıl gelişti adaylık süreci?

Parti tüzüğümüzce bir kadın-bir erkek/doğu-batı olarak iki liste başı aday seçiliyor. Eş başkanlık gibi düşünebiliriz. Arkadaşlarımız böyle bir öneri ile geldiğinde açıkçası önce görev yapacağım yer Brüksel olduğu için biraz düşündüm, sonuçta başka bir ülke. Ancak AB çerçevesinde, Almanya genelinde ırkçı, faşist sözlerin çoğalması, bu fikrin yoğunlaştığı bir süreçte, bizim CSU'lu (Hıristiyan Sosyal Birliği) İçişleri Bakanı Seehofer'nın "göç sorunların anasıdır" gibi bir cümle kurduğu böylesi bir dönemde, sorumluk sahibi bir birey olarak, bütün biyografimle buna karşı sesimi yükseltmek için aday olmayı kabul ettim. Martin Schirdewann ile birlikte eş başkan olarak Sol Parti'nin AB seçimlerinde oyunu çoğaltmak için elimizden geleni yapacağız. Daha sosyal, daha adaletli bir politika için Sol Parti olarak seçimlerde yer alıyoruz. Irkçılığa karşı sesimizi yükseltiyoruz. Bunun yanı sıra AB'ye egemen olan neoliberal politikalara karşı da bu artık böyle devam edemez diyoruz.

Adaylık konuşmanızda Afrika kıtasından Avrupa'ya gelmek üzere yola çıkan, Akdeniz'i aşmaya çalışan göçmenlerin verdikleri can pazarı, karşılaştıkları muameleler üzerinde durdunuz ve "artık Akdeniz'de mülteciler boğulmasın" dediniz. Kurduğunuz bu cümle basit bir politik cümle gibi dursa da konuyu bilenler, bu ölümlerin yaşanmaması için AB'nin gerek mülteci politikasında gerek ekonomik programında çok ciddi değişiklikler yapması gerektiğini bilir. Sol Parti'nin mültecilerin ölümlerine ve kötü muamele görmelerine engel olmak için AB çerçevesinde vereceği mücadele, uygulamak istediği program nedir?

AB'nin şu anda savaş ağalarıyla (warlords) onların silahlı güçleriyle birlikte çalıştığını biliyoruz. İnsan hakları kurumlarının 25 Mart'ta açıkladıkları yeni araştırma raporlarında Libya'da AB'nin ortaklarının da içinde yer aldığı yerlerde, hem kadınların hem erkeklerin hem çocukların şiddete ve tecavüze maruz kaldıklarını öğrendik. İnsanların insanlık dışı koşullarda yaşadıklarını zaten biliyoruz. AB politikası çerçevesinde şu an Akdeniz'de insanları kurtarmak için yola çıkan sivil gemilerdeki insanların İtalya'da mahkemelere çıkarılma ihtimaliyle, suçlamalarla, karşı karşıya kaldıklarını biliyoruz. Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan ile AB'nin yaptığı utanç verici mülteci anlaşmasını biliyoruz. Oysa ki, siyasi koşulların Türkiye'de de olumlu gelişmediğinin altını çizerek söylüyorum, AB'nin yeni hazırladığı kendi Türkiye raporunda bizzat artık Türkiye vatandaşlarının AB'ye mülteci başvurusu sayısının arttığını görüyoruz. Biz parti olarak Erdoğan'la işbirliği yapılan konuları kesinlikle eleştiriyoruz. İnsanlara, mültecilere karşı bir savaş sürdürmektense insanları mülteciliğe sürükleyen koşulları değiştirmek gerekiyor. Silah taşeronluğuna son verilmesi gerekiyor. Almanya ve Fransa büyük silah taşeronluğu yapan ülkeler arasında ilk sıralarda yer alıyorlar. NATO'nun içerisinde yer alan Almanya, Fransa ve AB'ye ait diğer ülkelerin dahil oldukları savaşlarda oradaki insanların yaşam koşullarının iyileşmediğini de görüyoruz. Bir de iklim değişikliği konusu var. AB'nin Afrika kıtasının denizlerinde balık avcılığını desteklerken oralardaki köylünün yaşam koşullarının kötüleştiğini, bunun önemsenmediğini de biliyoruz. Bunların değişmesi, insanları göçe sürükleyen sebeplerin azaltılması gerektiğinin altını çiziyoruz. İnsanları göçe sürükleyen sebepler içinde AB politikaları çok büyük bir rol oynuyor. Diğer taraftan buraya gelen insanları Akdeniz'de ölümle baş başa bırakmaktansa herkese adil bir mülteci sistemi, iltica yöntemi uygulamak gerekiyor.

.

AB'nin ortak bir mülteci yasası yok. Ancak Almanya Başbakanı Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron ortak bir AB ordusu kurmak ve ortak savunma oluşturmak için çalışıyorlar. Macron'un sınır polisi fikri var. Sol Parti bu konuda ne düşünüyor?

Zaten Akdeniz'de polisiye bir sistem uygulanıyor. Buraya milyarlar aktarılıyor. Oysa bu milyarlar hem burada yaşayan insanlara hem de başka ülkelerdeki insanlara yardım etmek için kullanılsa daha uygun bir iş yapılmış olur. Parti olarak Merkel'in ve Macron'un silahlanma politikasına hayır diyoruz. AB ülkelerinde sokaklar ve köprüler sadece panzerlerin geçebileceği şekilde düzenlensin diye 6,5 milyar Euro altı yıllık bütçe planında yer alıyor. Oysa bu parayı AB sadece tren yollarının geliştirilmesi için kullansa hem doğa hem insanlar için büyük bir iyilik yapmış olur. AB toplam bütçesi içerisinde 46 milyar Euro silahlanmaya, askeri harcamaya, silahlanma araştırmalarına, bunların altyapısına ayrılıyor. Biz ne bu paraların silahlanmaya aktarılmasını istiyoruz ne de AB ordusunun kurulmasını istiyoruz. Biz AB'de insanların sosyal adalet içerisinde yaşayabileceği bir sistemin kurulmasını istiyoruz. İnsanları AB içerisinde yoksulluğa sürüklemeyen bir asgari ücretlendirme yapılmasını talep ediyoruz. Bu tabii her ülkede kendi ekonomik ve yaratıcılık gücü çerçevesinde belirlenip uygulanmalı.

Yakın zamanda Fransa'da yapılan bir anket çalışmasında Fransızlar AB içerisinde demokrasinin kötüleştiğini ifade etiller. Sağ popülist partiler uzun zamandır Avrupa'da yükselişte. İtalya'da yerel seçimlerden sağ parti güçlü bir biçimde çıktı. İnternetin daha da kontrol altına alınacağı yasaya daha yeni AB parlamentosu imza attı. Sizce bu süreç AB'de böyle mi devam eder yoksa sosyal adalet ve demokrasi lehine değişen bir politik sürece mi girer?

AB kurumlarının kurgulanması içerisinde demokrasi eksikliği oldum olası vardı. Konuşulduğunda insanların AB ile bağdaştırdığı hümanizm, açıklık gibi değerler, gerçekte demokrasi açısından AB'nin var oluşundan bu yana eksik ve yetersiz oldu. Bu Avrupa Parlamentosu'nun yetkilerinden başlıyor farklı noktalara kadar gidiyor. Yunanistan'da Euro ile ilgili bir halk oylamasına Avrupa Merkez Bankası'nın verdiği tepkiye baktığımızda burada demokratik eksikliklerin yüz üstüne çıktığını görüyoruz. Bizim, parlamentonun gücünün ve haklarının demokratikleşmesi gerektiği ile ilgili, Avrupa genelinde halk oylamalarının çoğalması, bu oylamaların kabul edilmesi gerektiği gibi somut önerilerimiz var. AB içerisinde egemen olan ana politika kemer sıkma politikasıdır. Serbest pazar üzerinden tekellerin çıkarları doğrultusunda politika yapılırken sosyal alanlarda politikalar yapılmadı. Büyük tekeller değişik para akışı yolları üzerinden AB içerisinde hiçbir vergi ödemiyorlarken normal çalışan bir insan otomatik olarak gelir vergisi veya başka vergiler ödüyor. Biz tekellerin ve büyük şirketlerin de adil bir biçimde vergilendirilmesini talep ediyoruz. Bu konuyla ilgili somut taleplerimiz var. Sosyal hayatta hiç olmazsa asgari standartların hayata geçirilmesini savunuyoruz.

Sağ popülist partiler, ideolojiler güçleniyorsa bunun sebeplerinden birisi AB içerisinde egemen olan neoliberal politikalar, diğeri de demokrasi eksikliğidir. Sağ, faşist düşünceye, ırkçılığa karşı sesimizi açık ve net biçimde yükseltiyoruz. Ama diğer taraftan da parlamentoda egemen olan partilerin yaptıkları neoliberal politikalar değişmedikçe sağın da güçlenmeye ve tehlikeli biçimde yükselmeye devam edeceğinin altını çizerek bu politikaların değişmesi gerektiğini savunuyoruz. Sosyal adaletle ırkçılığa karşı politika bizim için birbiriyle ortaklaşan bir politikadır.

Bu durumda muhafazakar partilerin öne sürdüğü gibi gerçekten mülteci olgusu Avrupa'da sağı güçlendirdi mi?

Burada sosyal politikalar yapılmadığı müddetçe mesela sosyal konutlar olmadığı, kiralar arttığı müddetçe, insanlar gelirlerinin yüzde otuzunu, yüzde ellisini ev kirasına harcamak zorunda kaldığı bir dönemde sosyal konutlar yapılmazsa, iş yerlerinde asgari ücretler insanları yoksulluktan koruyacak biçimde düzenlenmezse, Harz IV olarak bilinen işsizlik parası II sistemi olduğu müddetçe insanları millet ve ait oldukları dini kimlikler üzerinden karşı karşıya getirmek sağ popülistler için daha kolay oluyor. Elbette asıl sorun sosyal ekonomik alt yapının işçi, emekçi, çalışan kesimler için adil olmamasıdır. Asıl sorun insanlar buraya göç ederken diğer insanların da yoksulluğa itiliyor olmasıdır. AB içerisinde uzunca bir süre iş gücünün birlik içerisinde serbest dolaşabilmesi uygulaması vardı. Ancak eşit işe eşit ücret uygulaması yoktu. İnsanları başka ülkelerden getirip daha ucuza, daha kötü koşullarda çalıştırmak mümkündü. Bu konularda Sol Parti meclis grubunun yoğun çalışmalarıyla az da olsa bir değişikliğe gidiliyor. Mülteci konusuyla bu konular bu nedenle birlikte ele alınmalıdır.

Mesela AİHM'e Avrupa Birliği dahil değil, İnsan Hakları Konvansiyonu sözleşmesini imzalamadı. Bu Avrupa Konseyi'nin bir kurumu ama AB ile alakası yok. Biz parti olarak AB'nin de nihayetinde birlik kurumu olarak İnsan Hakları Konvansiyonu sözleşmesini imzalamasını istiyoruz.

AB'nin ortak bir mülteci yasası olmadığını biliyoruz. Şu anda hangi yasaya göre mültecilere statü veriliyor?

Uzun bir süre Dublin uygulaması vardı. Bu uygulama içerisinde kişinin ilk giriş yaptığı ülkeye iltica başvurusu yapması gerekiyordu. Bu noktada da Almanya coğrafik olarak ortada olduğu için denize sınırı olan olan ülkelere oranla, 2015'e yani sınırlarını açtığı döneme kadar, Almanya'ya az mülteci geldi. İtalya, İspanya, Fransa gibi ülkeler göçmen ve mülteci sorunlarıyla tek başına bırakıldı. Biz dayanışma içeren bir politika için AB düzeyinde eşit göçmen dağılımını ve AB ülkelerinin hepsinin ekonomik gücü oranında giderleri ortak olarak üstlenmeleri gerektiğini savunuyoruz.

Sol Parti daha önceki AB Parlamentosu seçimlerinde biraz daha mesafeli bir politika izliyor, geriye çekiliyordu. Ancak bu kez sanki seçimlerle ilgili bir değişiklik gözlemliyoruz. Daha fazla önemsiyor gibi görünüyor. Bu doğru bir gözlem mi? Eğer öyleyse bu değişiklik neden gerekti?

Biz farklı bir politika için mücadele ettiğimizden aynı çizgide her alanda mücadelemizi sürdürmeye çalışıyoruz. AB de bizim için bir mücadele yeridir. Nasıl bir belediyede, bir federal parlamentoda, sokaklarda siyaset yapıyorsak burada da yani AB sahnesini de farklı bir politika üretmek için, insanların sesinin daha çok duyurulacağı bir yer olarak kullanmak istiyoruz. Diğer partilerde bakanlar vs. aday olurken bizim parti Martin ve beni seçti. Daha genç ve daha yeni yüzler tercih etti. Biz de bize verilen bu görevi layıkıyla yapmaya çalışacağız.

Türkiye'de ve Avrupa'da hatta Strazburg'da parlamento önünde PKK'nin tutuklu lideri Öcalan'a ve diğer siyasi tutuklulara uygulanan tecridin kalkması için, tekrar barış görüşmelerinin başlaması için insanlar açlık grevleri yapıyorlar. Maalesef intihar eyleminde bulunan yaşamına son veren kişiler de oldu. Avrupa Parlamentosu Türkiye ile ilişkilerini dondurdu ama bu konuyla ilgili de sessiz kalmayı tercih etti. Almanya siyaseti de bu konuyla ilgili çok sessiz. Sanırım bu süreç daha devam edecek. Sizin tutumunuz ne olacak eğer seçilirseniz?

Biz Sol Parti olarak her zaman demokrasiden, insan haklarından yana tavrımızı ortaya koyduk. Bu tavrımız Türkiye'deki üzücü gelişmelere yönelik durum için de geçerli başka ülkeler için de geçerli. Biz özgürlükten, herkesin eşit haklara sahip olmasından yana olduk. Maalesef Türkiye'deki gidişat olumsuz bir yönde seyrediyor. Başkanlık sistemi ve OHAL'in bir biçimde devam ettirilmesiyle birlikte insan hakları ihlalleri arttı, gazetecilere yönelik baskı arttı, basın özgürlüğü ihlallerini biliyoruz. Özellikle Kürt halkına yönelik AKP'nin hem içeride hem Suriye'de yürüttüğü savaş politikasını görüyoruz. Bunları her yerde her fırsatta somut olarak eleştiriyoruz. Almanya her zaman kendi çıkarı doğrultusunda Türkiye ile ilişkilerini yürüttü. Türkiye'nin pazar gücü, Türkiye'ye silah satışındaki işbirliği konusunda kendi politik çizgisini belirledi. İnsan hakları konusunu işine gelince dillendirdi işine gelmediğinde sessiz kaldı. Biz Sol Parti olarak bu politikayı asla doğru bulmadık, bulmuyoruz. İnsan hakları her yerde her daim geçerli olmak zorunda. Türkiye'de sadece siyasi bir kriz değil ekonomik bir kriz de mevcut. Siyasi krizin ekonomik krizi, ekonomik krizin de siyasi krizi nasıl desteklediğini görüyoruz. Biz Türkiye'de her yerde insanların iyi koşullarda yaşamasını istiyoruz. AB Türkiye raporunda birçok insan hakları ihlali konularını rapor etti ama Türkiye ile yapılan mülteci anlaşmasını konu etmedi. Üstelik AB mülteci anlaşmasına hâlâ bağlı olarak Türkiye hükümetine para akmasını sağlıyor. Gümrük Birliği devam ediyor. Çünkü bunlar AB'nin de kendi çıkarına gelen konu ve politikalardır. Biz parti olarak bunu eleştiriyoruz ve bu politik iki yüzlülüğü kabul etmiyoruz.

Türkiye'de veya Avrupa'da sürdürülen açlık grevlerinde direkt grevden ötürü ölüm haberi gelmesi durumunda Sol Parti'nin tutumu ne olacak?

Elbette ilk etapta böyle bir haberin gelmesini istemiyoruz. Ne Leyla Güven'in ne de başka arkadaşın ölmesini istemiyoruz. Alman hükümetinin de AB'nin de elinden gelen her şeyi yapması için çağrıda bulunuyoruz, bulunmaya devam edeceğiz. Bizler kamuoyunu bilgilendirmeye, harekete geçirmeye çalışıyoruz. Elimizden gelen ne varsa yapmaya devam edeceğiz.

Almanya'da ve yahut AB içerisinde başka ülkelerde yaşayan Türkiye asıllı AB vatandaşlarının Avrupa Parlamentosu seçimlerine çok ilgi duymadıklarını biliyoruz. Fakat yeni süreçte Avrupa'da sağcılık yükseliyor, ekonomik kararlar sıradan çalışanların özellikle göçmenlerin aleyhine değişiyor. Bu seçimlerde oy kullanabilecek olanlara oy kullanmaları için nasıl bir çağrıda bulunuyorsunuz?

Her şeyden önce burada yaşadıkları, buradaki sosyal politikalara, neoliberal politikalara karşı çıkmaları için oy vermeleri gerekiyor. Diğer taraftan da her zaman insan hakları tarafında yer almış, tavrını sosyal eşitlikten yana koymuş Sol Parti'yi desteklemeleri önemli. Türkiye'deki iktidarın buralardaki radikal taraftarları ben ve benim gibi politika yapan herkesi ve politika yürüttüğümüz siyasi partileri hedeflerine alıyorlar. Bizlerin üstlendiğimiz bu görevi devam ettirebilmesi için her zaman halklarımızın bize vereceği desteğe ihtiyacımız var. Seslerinin her ortamda duyurulması için oy vermeleri gerekiyor. Kim insan haklarına her yerde sahip çıkıyor kim kendilerinin taleplerini en yüksek düzeyde dile getiriyor, haklarına sahip çıkıyorsa ona oy versinler. Biz örneğin Sol Parti olarak Türkiye'ye silah satışını her zaman eleştirdik her zaman karşı çıktık. AB'nin ekonomik çıkarı gereği Türkiye ile demokrasiyi gözardı ederek işbirliği yapmasını da her zaman eleştirdik. AB Parlamentosu içerisinde ne kadar çok savaş politikalarına karşı çıkan insan olursa ne kadar çok sosyal politikaları, özgürlükleri savunan insan olursa, kimlik bazlı ayrıştırıcı politika yürüten insanlara karşı çıkan insan olursa Türkiye'de yaşanan adaletsizlikler, çarpıklıklar, hak ihlalleri, hukuksuzluk o kadar çok gündeme gelecek ve bir o kadar buna karşı politika yapılabilecek. Bu nedenle oy verebilecek herkesin bu hakkını kullanıp oy vermesi, oy hakkına sahip çıkması çok önemlidir.