Kapsamlı değişimle fiyasko arasında Sudan ayaklanması

Şu ana kadar her şey doğru bir yönelim içerisinde gibi görünüyor: Mazlum ve mustazaf bir halk, aç insanların ve mazlumların feryatlarıyla aniden uyandı ve değişim için ayaklandı. Bu halk saygı, destek ve takdiri hak ediyor. Ayaklanmasının önemini artıran şey ise başka bir Arap Afrika ülkesinde, Cezayir’de devlet başkanını deviren ayaklanmayla eş zamanlı gerçekleşmesi oldu. Her iki ayaklanma da bastırılmış Arap halklarının dinamizmini koruduğu tezini destekleyen, sekiz yıl önce vahşi bir şekilde bastırılan halklara yeniden umut ışığı oldu.

Google Haberlere Abone ol

Dr. Said eş Şehhabi

Sudanlıların sekiz sene önce yaşanan Arap ayaklanmalarından çıkartması gereken önemli bir ders var: Değişim, sadece devletin başının gitmesini sağlamakla gerçekleşmez. Bu baş, karar mekanizmalarının tek ya da en mühim kaynağı değildir. Burada önemli terimler arasında ayrım yapmak gerekiyor: Devlet ve hükümet, yönetim ve derin devlet, köklü değişim ve rötuş, halk ve asker. Bu terimlerin her birinin kendine has özellikleri ve rolü bulunmaktadır. Bu netleşmediği sürece, sekiz sene önce Arap ayaklanmalarının yaşandığı ülkelerinin çoğunda olduğu gibi kriz ve sorunlar devam edecektir. Özellikle de konseyin başına geçen son generalin, Arap ayaklanmalarının düşmanı olan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) yönetimi yanlısı olduğu göz önünde bulundurulduğunda… Nitekim Sudan’ın Yemen’e yönelik saldırılara katılma kararının bu generale ait olduğu biliniyor. Yüzlerce Sudanlı askerinin ölümüne yol açan bu ortaklıktır.

Her şeyden önce, hakkını talep etme noktasında Sudan halkının kendisine yönelik köleleştirme, zayıf bırakılma ve kenara atılma operasyonlarına karşı ayaklanma sırasında ortaya koyduğu cesaret ve kahramanlığını kabul etmek gerekiyor. Ayaklanmanın ilk günlerinde verilen kayıplara rağmen Sudan halkı, olağanüstü hal dayatmasına ve ordunun sokağa inme yönündeki tehditlerine rağmen meydanları doldurmaya devam etti.

SUDAN NEDEN ŞİMDİ AYAKLANDI?

İşin garip tarafı, ayaklanmanın, kesintisiz otuz sene başkanlık koltuğunu işgal etmede ısrar eden askeri bir yetkilinin, seçilmiş ve demokratik bir yönetime karşı ayaklanmada gecikmesidir. Sudan, Ömer el Beşir’e alternatif bir lider çıkarmaktan aciz miydi? Yine kabul etmek gerekir ki ayaklanma, gecikmesine rağmen Sudanlıların hal ve yönetimlerinden razı olduklarına inanan çoğu kişiyi şaşırtmıştır. Dokuz yıl önce ülkeleri bölündüğünde neden ayaklanmadılar? Bu yönetim Darfur bölgesini vurduğunda, köylerini yaktığında ve binlerce evladını katlettiğinde neden ayaklanmadılar? Sudanlılar Yemen savaşı sırasında ölülerini toprağa verdiklerinde neden sustular? Sudan’ın Suud-BAE koalisyonunun başlattığı savaşla ne alâkası vardı? Bu sorgulamalar, seçimle işbaşına gelmemiş ve etrafındaki bütün insanlarla, Güneylilerle, Darfurlu Müslümanlarla, Müslüman Kardeşlerle ve merhum Hasan Turabi liderliğindeki İslamcılarla anlaşmazlığa düşmüş bir başkanı deviren Sudan uyanışının kıymetini azaltmaz. Son iki yılda iktidardaki Ulusal Kongre Partisi içerisinde çatlaklar yaşandı ve bu, Beşir’in yönetim üzerindeki tahakkümünü zayıflattı, rakipleri karşısında kendisini iyot gibi açığa çıkardı, geçmişte kendisinin üyesi olduğu İslami hareketten destekçilerinin sayısını azaltmasının ardından ayaklanmanın önünü açtı.

Şu ana kadar her şey doğru bir yönelim içerisinde gibi görünüyor: Mazlum ve mustazaf bir halk, aç insanların ve mazlumların feryatlarıyla aniden uyandı ve değişim için ayaklandı. Bu halk saygı, destek ve takdiri hak ediyor. Ayaklanmasının önemini artıran şey ise başka bir Arap Afrika ülkesinde, Cezayir’de devlet başkanını deviren ayaklanmayla eş zamanlı gerçekleşmesi oldu. Her iki ayaklanma da bastırılmış Arap halklarının dinamizmini koruduğu tezini destekleyen, sekiz yıl önce vahşi bir şekilde bastırılan halklara yeniden umut ışığı oldu. Ayaklanma yaşayan ülkelerin tanık olduğu şeyler, belki de yöneticileri vahşi bir tutum, halkına karşı yabancı ülkelerden yardım alma, baskı ve zulüm politikalarına başvurma konusunda tereddüt etmeme, ayakta kalmak için ülkenin bölünmesi de dahil her türlü iğrenç politikaları kullanma gibi özellikleriyle bilinen bir ülkede, herhangi bir siyasi değişim çabası karşısında çekimser kalmaya itti.

Sudanlılar, ayaklanmanın ilk iki ayında yetmiş ölü ve yüzlerce yaralı verdikleri halde meydanlardaki varlıklarını sürdürme konusunda ısrar etti. İki gün içerisinde 70 kişi hayatını kaybetmesine rağmen ayaklanmasını sürdürdü. Kesin olan şu ki, kan, herhangi bir devrim için en önemli harekete geçirme unsurudur. Her şehit olanın kanı yere düştüğünde, bu, ayaklanmanın bastırılmasını en kasvetli liderler açısından bile oldukça zor bir iş haline getiren devrimci bir tufana dönüşür. İşin başında askerin ayaklanmayı bastırması zorlaşınca ayaklanma yayılır ve birçok kenti kapsamına alarak bastırılması imkânsız hale gelir.

HALK ORDUYU KÖŞEYE SIKIŞTIRDI

Protestocular, ordunun el Beşir’den vazgeçmesi için Savunma Bakanlığı’nı kuşatma kararı aldığında yönetimin durumu kötüleşti. Geçtiğimiz birkaç günde özellikle de bazı subay ve askerlerin devrimcilerin tarafına geçmesiyle olaylar doruk noktasına ulaştı. Bu durum, askerlerin, değişim konusunda ısrarlı gençlerin başı çektiği bir ayaklanma karşısında iç cephede çatlak oluşması tehlikesini hissetmesine yol açtı. Ordu, el Beşir’i görevinden alma kararını verdi ve Savunma Bakanı Awd Muhammed Ahmed bin Awf, devlet işlerini, hemen sonrasında seçimlerin yapılacağı iki yıllık süre boyunca askeri konseyin ülkeyi yöneteceğini ilan etti. Askeri Konsey Başkanı Awf, iki gün dayanabildi, ardından istifa ederek başkanlığı Korgeneral Abdülfettah Burhan Abdurrahman’a devretti.

Açıktır ki askeri ekibin üyeleri -belki de el Beşir de aralarındadır- basit bir hesap işlemi yaptı ve ordunun bütünüyle çökmesi tehlikesinin önüne geçmek için devrimcilere bazı tavizler verdi. Bu yüzden el Beşir ve Awd’ın yönetimden uzaklaştırılmasının ardından gösterilerin en önemli organizatörlerinden biri olan Sudan Meslek Odaları Birliği başta olmak üzere, ayaklanmada başı çekenlerin durumu daha da karmaşık bir hâl aldı. Burada da bazı şeklî tavizler vererek protestocular arasında çatlak yaratmayı hedefleyen ordu, inisiyatif kullandı. El Beşir her şey değildir, bilakis Sudan’ı yöneten ordu içerisindeki taraflardan biridir. Sembolleri arasında gerçek bir demokratik dönüşümün kabul edilmesi yönünde bir konsensüs oluşmazsa, protesto kapsamının genişleyeceği muhtemeldir. Bu, protesto önderlerinin bilincine, bağımsızlıklarına, birbirine kenetlenmelerine ve yöneticiyi değiştirmek için ayaklanma ilkesine olan inançlarına bağlı bir şeydir. Bu değerlendirmeler, Sudan’da önümüzdeki haftalarda işlerin nasıl gideceğinin tahmin edilmesini zorlaştırmaktadır.

BİTMEK BİLMEYEN AYAK OYUNLARI

Protestocular, öze ilişkin siyasi değişim talep etmekte ve bu değişimin devlet başkanının şahsıyla sınırlı bir değişim olmasına karşı çıkmaktadırlar. Askerler ise herhangi bir gerçek tavizin ordunun ülkenin siyasi hayatındaki rolünü sınırlanmasına yol açacağını hissetmekte. Özellikle de Askeri Konsey’in vaat ettiği sivil yönetime geçiş öncesi iki yıllık dönem, gösterilerin şevkini kırmak ve hareketi sonlandırmak için yeterli olduğu göz önünde bulundurulduğunda, protestoların durmaması ve devam etmesi yönünde çağrılar yapılmakta. Abdülfettah el Burhan ya da askerden bir başkasının başkanlığında Askeri Konsey’in ülkeyi yöneten kurum olarak kalmasını kabul etmek, askerin doğasını, askerin kışlaya dönmesi ve yönetimin halka teslim edilmesinde temsil olunan ayaklanma taleplerini anlamamaktır.

Açıktır ki (bu işi yapanlar açısından) başarılı olduğuna inanılan tecrübelerin kopya edilmesi durumu söz konusudur. Tunus eski Devlet Başkanı Zeynel Abidin bin Ali’nin yönetimden uzaklaştırılması, ayaklanmanın sona erdirilmesi için yeterliydi. Hemen ardından Bin Ali rejiminin adamları yeniden yönetime geldi ve tek bir farklılık hariç, ayaklanmadan önceki duruma geri dönüldü: İfade özgürlüğüne izin verilmesi. Tıpkı Hüsnü Mübarek’in Mısır Devlet Başkanlığı’ndan uzaklaştırılmasının ayaklanmayı sonlandırma ve aktif unsurlarının etkisiz hale getirilmesinde temel faktör olması gibi.

Tarih kendini tekrar mı ediyor? Sudan askeri liderleri, tarihteki siyasi modelleri yeniden tekrar etmeye muktedir mi? Sudan protestolarının liderleri çok kritik bir dönüm noktası ile karşı karşıya bulunmakta. Ya ordunun kararlarına meydan okuyacak ve hakimiyetini perçinleyerek ordunun silahın meşruiyetine dayanmasına mani olacak ya da gerçek demokratik dönüşümde temsil olunan halk taleplerinin gerçekleştirilmesi için herhangi bir geri adım atmaksızın, ayaklanmalara devam etme kararı vererek barışçıl ayaklanma yöntemleriyle buna karşı koyacaktır. Askerin buna onay vermeyeceği kesin olmakla birlikte halkın meydanlardaki direnişi orduyu yapmakta olduğu şeyi yeniden gözden geçirmeye mecbur edecektir. Halk taleplerine sıkı sıkıya tutunur ve herhangi bir tereddüt ve korkaklık göstermeksizin meydanlardaki varlığını devam ettirmeye ısrar ederse, ordu halkla çatışmayı göze alamayacaktır.

DEVRİMİN KADERİ HALKIN ELLERİNDE

Ancak halkın çekilmesi ve Yüksek Askeri Konsey’in emirlerine boyun eğmesi, devrimin nihai zafer fırsatını heba edecek ve bu da askerin siyasi alanda başı çekmesine yol açacaktır. Ömer el Beşir yönetimi, varlığını basit bir takım değişikliklerle devam ettirmiş olacaktır. Peki halk bunun için mi ayaklandı ve harekete geçti? Protesto önderliğinin bu nedenle protestoların devam etmesi noktasındaki ısrarı ile adeta şöyle demektedir: Sokağa çıkma yasağının kabul edilmesi ve buna boyun eğilmesi, aslında Ömer el Beşir rejiminin kopyası olan bir başka yönetimin meşruiyetini kabul etmektir. “Yerinde kal, Devrimini Koru” sloganının temsil ettiği tutum doğru bir tutumdur ve tam da zamanında ortaya konmuştur. Yönetim askerin elinde olduğu sürece Ömer el Beşir’in devrilmesi tek başına devrimin ya da ayaklanmanın büyük bir zafer elde ettiği anlamına gelmiyor.

Cezayir tecrübesi, herkesin tanık olduğu ve gözler önünde gerçekleşen bir tecrübedir. 22 Şubat’ta başlayan ve 2 aydan fazla süren ayaklanmalarda, değişim sadece şu an itibarıyla Abdülaziz Buteflika’nın başkanlıktan vazgeçmesi ve Parlamento Başkanı olan Abdulkadir Bin Salih'in yerine tayin edilmesi ile sınırlı bir değişime yol açmıştır. Askerler, halk devriminin ne anlama geldiğini iyi bilmekte ve buna karşı güç ya da şiddet kullanarak mücadele etmenin imkânsızlığını gayet iyi kavramaktadırlar. Aslında generallerin merkezi bir konumu temsil ettiği siyasi rejimi koruma amacıyla halkın bazı taleplerine karşılık veriyormuş gibi görünmektedirler.

* Yazının aslı Al Quds sitesinden alınmıştır. (Çeviren: İslam Özkan)