Trump başkanlık yetkilerini suistimal ediyor
ABD, kendisini kanlı bir savaştan uzak tutabilirdi. Ancak bunun yerine, Trump’ın Suudilerle olan günahkâr ittifakı devam ediyor. Demokrat Parti tarafından hazırlanan bir rapor, Trump’ın aile üyeleri dahil, yakın çevresinin Suudilerle yapılacak milyarlarca dolarlık gizli anlaşmalar peşinde koştuğunu ortaya çıkardı.
Simon Tisdall
Bekleniyor olsa da olmasa da Donald Trump’ın, ABD’nin Yemen’deki ölümcül savaşında Suudi Arabistan’a verdiği askeri desteği sona erdirmek için iki partinin desteğini alan Kongre kararını veto etmesi büyük bir öfkeye yol açtı. Bu karar, Riyad’ın, İran ve Husi müttefiklerine karşı yürüttüğü vahşi vekâlet savaşının suçsuz kurbanı olan milyonlarca Yemenli sivilin anlatılamaz acısının sürmesine neden olacak.
Öte yandan, Trump’ın umursamaz kibri ABD’yi de tehdit ediyor. Bu, anayasadaki ünlü kontrol ve denge mekanizmalarının bir işe yaramadığının ve Mueller sonrası dönemde bu liyakatsiz başkanın tehlikeli biçimde kontrolden çıktığının bir delili.
ÖNE SÜRÜLEN VE GİZLENEN NEDENLER BAMBAŞKA
Trump’ın veto için öne sürdüğü nedenler yanıltıcıdan gülünçlük derecesine kadar çeşitleniyor. Suudilere doğrudan yardımı reddettiğini ve Yemen’de ABD’ye ait askeri birlikler olmadığını söylemesine karşın, Amerikan vatandaşlarını koruduğunu öne sürdü. Peki, bunlardan hangisi doğru? Amerika’nın Trump’ı, çoğunluğu Körfez ülkelerinde konuşlanmış olan Suudi öncülüğündeki koalisyonun, Husilere ait “patlayıcı yüklü tekneler” nedeniyle tehdit altında olduğunu ifade etti. Riyad Havaalanı’na giderken de bazı tehlikelerle karşılaşabilirler. İşin aslı, hiçbir ABD vatandaşı böylesi şok edici tehditlere karşı cesaret göstermek zorunda değil ve zaten bu durumda olan çok az kişi var.
Buna karşın, Yemen’deki siviller başka hiçbir seçeneğe sahip değil. ABD’li danışmanlarca desteklenen Suudi Hava Kuvvetleri bombardıman uçakları tarafından öldürülmek ya da sakat kalmak için evlerini terk etmelerine gerek yok. Uluslararası Kurtarma Komitesi Başkanı David Miliband, “Yemen bir kırılma noktasında ve 10 milyon insan kıtlığın pençesinde. Her hafta yaklaşık 100 sivil can kaybı söz konusu ve Yemenlilerin evde öldürülme olasılığı başka bir yerde öldürülme ihtimalinden daha yüksek,” diyor. Trump’ın vetosunun, daha fazla zulüm için bir “yeşil bir ışık” anlamına geldiğini belirtiyor.
ANAYASAYA AYKIRI
Trump, Kongre kararını “anayasal yetkilerimi zayıflatmak amacı taşıyan gereksiz ve tehlikeli bir girişim,” diyerek reddetti. Aslında tam tersine, kendi eylemi, bir başkanın Kongre onayı olmaksızın silahlı bir çatışmaya girme kararı almasını engelleyen 1973 tarihli Savaş Güçleri Yasası’nın ağır biçimde ihlaline yol açıyor. Farklı yorumlar yapılsa bile, bu partizanca bir yaklaşım değil. Bu, bir anayasa hukuku ve teamül meselesi. Tarihte ilk kez bir Savaşan Güçler kararı yetkisi, Beyaz Saray ve Senato’dan başkanlık makamına geçti.
ELİNDEKİ GÜCÜ TAMAMEN SUİSTİMAL EDİYOR
Trump, başkanlık hak ve imtiyazlarını korumak şöyle dursun, bunları kötüye kullanıyor. Aynısını bu yılın başlarında Meksika sınırında göçmen karşıtı aptalca bir “ulusal acil durum” ilan ettiğinde yine denemiş ve Kongre onu durduramamıştı. Orijinal Yemen’de Çözüm kararını destekleyen Kaliforniyalı Demokratı Ro Khanna, “bu hafta Trump doğru bir şey yapma şansını yakalamıştı,” diyor. Ama bunun yerine, “anayasal ilkelere bağlı kalmakta başarısız oldu.”
KRAL GEORGE BİLE ZAYIF KALIRDI
Kendisini küresel demokrasi için kusursuz bir örnek olarak gören ABD Kongresi neden böylesi istismarlar karşısında bu kadar güçsüz görünüyor? Burada Westminster’ın yansımaları var. Bu yüzlerce seçilmiş politikacı, parti üyeliğinden bağımsız olarak, maaşlarını hak etmek için ne yaptıklarını düşünüyorlar? ABD, cahil, sorumsuz ve tartışmasız biçimde yozlaşmış bir hükümet başkanının böylesine keyfi biçimde güç uygulayabildiği bir duruma nasıl düştü? Trump, halk tribünleri karşısında sorumsuzca davranıyor. Ve halk, nadir istisnalar dışında, ona izin veriyor. Bir kıyaslama yapsak, Kral George bile onun yanında zayıf kalırdı.
Kongre, artık Yemen’de açlığın pençesindeki çocuklar ve Suudilerin yürüttüğü savaşa karşı çıkan Amerikalıların çoğu adına Trump’ın vetolarını geçersiz kılmak için yeri göğü birbirine katmalı. Bunu yapamayacağına ilişkin ortak beklenti, yıpratıcı Trump-Suudi ilişkisini uygun biçimde denetleyemeye ilişkin daha geniş bir başarısızlığı da yansıtıyor. Trump ile Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Salman arasındaki yapmacık dostluk, Yemen’de süren katliamla ilgili akıldışı bir arzudan çok daha fazlasını içeriyor.
KİŞİSEL BEKÂ MESELESİ!
Bu ilişki, Suudi ve diğer Orta Doğu vatandaşlarının Trump’ın seçim kampanyasına ve açılış töreni komitesine yasadışı bağışlar yaptığından şüphe duyulan 2016-17 döneminde başladı. Washington’da bulunan Trump’a ait bir otel, Suudilerle gerçekleştirilen ticari işlerden kazanç elde etti. Acemi Trump’ın yatırım yaptığı ilişkiler Suudi-İsrail etkisi altına girdi ve bir numaralı uluslararası tehdidin Rusya değil İran olduğu dile getirildi. Hiç de tesadüf eseri olmayan biçimde Riyad, Trump’ın başkan olarak ilk yurtdışı seyahatine de ev sahipliği yaptı.
Trump ve Suudiler o dönemden beridir yalnızca İran’da değil, Yemen ve Suriye’nin yanı sıra Filistin’de de ortak bir amaca sahip oldu. Trump’ın damadı Jared Kushner’in uzun bir gecikme yaşayan ve çok fazla abartılan “barış planı”nın, Suudiler ve diğer zengin Arap devletlerinden sağlanacak büyük finansal yatırımlar üzerine yoğunlaştığı bildiriliyor. Söz konusu nakit, Batı Şeria’nın büyük kısmının kalıcı biçimde kaybedilmesini tazmin ve burada yaşayan ve kendi ayakları üzerinde duran, tümüyle bağımsız bir devlet olma hayaline tutunan Filistinlilerin rızasını “satın almak” için kullanılacaktı.
Trump’ın dahil olduğu Suudi-İsrail ekseni de, anlaşıldığı kadarıyla İran’a karşı koymak için nükleer silahlar üretmesini sağlayacak teknolojik yeteneklerle Riyad’a destek verme amacı taşıyan ve karşılıklı tavizler içeren görüşmeleri hızlandırdı. Şubat ayında, Demokratların Beyaz Saray gözlem komitesince hazırlanan (ve bir atıfta bulunmaksızın Kongre ya da Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na sunulan) geçici bir rapor, Trump ve akrabalarının, ayrıca ona yakın üst düzey yetkililerin ve tüccarların, milyarlarca dolarlık potansiyele sahip gizli bir anlaşma peşinde olduklarını ortaya koydu.
BİR CİNAYETİN AKLAYICISI, HAYDUTLAŞAN BİR BAŞKAN
Trump’ın benzer zihniyete sahip Suudi otokratları karşısında gösterdiği ve kendi çıkarlarına hizmet eden saygısı, onu, Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın katledildiği vahşi cinayet nedeniyle özür dileyen kişiler listesinin başına taşıdı. Bu durum, Trump’ı şu anda hapiste tutulan Suudi kadın hakları savunucularının maruz kaldığı işkenceler gibi başka korkunç insan hakları ihlallerini görmezden gelmeye de teşvik etti.
Şimdi tüm bunlar, Trump’ın uluslararası hukuka yönelik sistematik ve saldırgan bakış açısıyla birleşince daha da ürpertici bir hal alıyor. Geçen hafta Trump yönetimi, ABD’nin Afganistan’da işlediği iddia edilen savaş suçlarıyla ilgili soruşturma yapan Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı’nın vizesini iptal etti. Bundan da mühimi, –“güçlü adam” Benjamin Netanyahu’ya verilen bariz bir seçim öncesi hediyesi olarak- Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğinin resmen tanınması, BM kararlarıyla somutlaşan uluslararası yasal normlara büyük bir darbe vurdu.
Bunların tamamı aynı bütünün parçaları ve Trump’ın kirli Yemen vetosu bunun en yeni kanıtı. Kabul edelim. Açgözlülük ve kibir nedeniyle aklını yitirmiş Suudiler tarafından idare edilen gelmiş geçmiş en kötü Amerikan Başkanı, dünya ve kendi ülkesi için bir tehdit. O artık bir haydut haline geldi. Peki, Amerikalılar onu ne zaman alaşağı edecek?
* Yazının aslı The Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)