Avrupa Birliği savaş lordluğuna dönüşür mü?
AB küresel ölçekte itibarını ve önemini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu endişesi taşıyor. İlerde dünya güçleri arasında olası ortakları arasında ikincil bir role düşmek istemiyor. Bu endişeler nedeniyle AB'de diğer savaş lordları gibi, diğer güçlü devletler gibi savaşma eğilimine sahip olabilir.
KÖLN- Avrupa'nın günümüzdeki siyasi düzeni uzun yılları süren savaşlar sonrasında gerçekleşmiş bir doğumdur. Savaş olmadan Avrupa'da sadece üç ulus devlet kuruldu. 1905'te İsveç'in Norveç'ten barışçıl ayrılması, İzlanda'nın 1918'de Danimarka'dan ayrılması ve son olarak da 1992'de Çekoslovakya'nın şiddetsiz bir şekilde Çek Cumhuriyeti ve Slovakya biçiminde iki ayrı devlet olarak devam etmeleri.
Diğer tüm Avrupa devletleri, süreleri ve bununla ilişkili şiddet deneyimlerinin yanı sıra bazı durumlarda önemli ölçüde farklılık gösteren savaşlardan ortaya çıkmıştır. Mesela Güneydoğu Avrupa’da son derece şiddetli ulus devlet kurma savaşları yapıldı. Bu savaşlar sırasında sadece yüz binlerce asker ölmedi, sivil nüfus da önemli ölçüde etkilendi.
Avrupa savaşları kıtayı başka hiçbir faktör kadar biçimlendirmedi. Bu savaşlardan çıkan deneyimler de Avrupa'ya barış içinde yaşama fikrini kazandırdı. Eski Yugoslavya'nın dağılma sürecinde yaşanan savaşı saymazsak.
Maalesef savaşlar hala modern dünyanın da önemli tasarımcısı. Yani savaşabilme kabiliyeti, devlet olmanın belirleyici bir kriteriydi. Bugün dünyanın pek çok ülkesi için de hala bu geçerli.
Savaşın geleceği kuran en büyük tasarımcı olarak algılanması, en azından Avrupa için II. Dünya Savaşı ile sona erdi. Dünyanın diğer bölgelerinde, olmasa da nihayetinde Avrupa savaşı kendi içerisinde siyasi bir araç olarak reddetmeye çalıştı. Avrupa Birliği, yüzyıllarca süren Avrupa'nın tarihi savaşlarını bitirmek için çok önemli bir yol ayrımıydı. Birlik ile ulus devletlerin savaş ve çatışmayla çözmeye çalıştığı sorunlar kategorik olarak reddedilerek uluslarüstü bir düzen kuruldu ve yüzyıllarca süren Avrupa'nın savaş tarihine son vermek için en güçlü girişim oldu. AB modeli, II. Dünya Savaşı'ndan sonra tüm dünya için örneği olmayan bir pasifizmin modern laboratuvarıydı aynı zamanda. Bu nedenle de AB ülkelerinin NATO'nun ve BM’nin görevlendirdiği 'insani barışçıl' müdahaleler içerisine yer yer katılıyor olması Birlik içerisinde, özellikle de Almanya’da en az silah üretimi ve satışı kadar oldukça tartışma yaratan bir konudur.
Tabii Avrupa'nın bu özel konumu, bir yandan ABD'nin Avrupa için üstlendiği kapsamlı koruyucu işlevle bir yandan da iki taraflı Soğuk Savaş'ın sürdüğü yıllarda Avrupa’nın dünya sahnesinde önemli bir rol oynamamasıyla veya bu beklentinin olmaması ile mümkün oldu. Fakat artık her iki koşulda temelde değişti. ABD artık Avrupalı mütttefikleri için askeri koruma işlevini kullanmak istemiyor. Bunun getirdiği maddi yükten yorgun. Buna ek olarak özellikle Çin'in global bir güç olmayı talep etmesi ve yeni küresel politik bir oyuncu olarak ortaya çıkmasıyla dünya politikasının kordinatlarının değiştiği bir sürecin içerisinde bulunuyoruz. Artık Avrupa dünya sorunları içerisinde daha çok pozisyon almak durumunda olduğunu ve bu sebeple de kendi konumunda köklü bir değişime gitmek zorunda olduğunu düşünüyor.
Her ne kadar Avrupa seçimlerinde kimi patiler ortak bir Avrupa dış politikası bağlamında ortak Avrupa savunması fikrine karşı çıksalar da bu kaçınılmaz olarak gerçekleşebilir. Avrupa dışında neredeyse bütün ülkelerde hala savunma-ordu devletlere göre vazgeçilmez. 1945’ten sonraki Avrupa’nın özel durumuna, oluşturduğu örneğe rağmen, bu tarihsel sabitte neredeyse hiç bir şey değişmedi. Modern ordu, savunma askeri harcamalar sadece Çin, Hindistan veya Putin'in Rusyası gibi ortaya yeni çıkan yeni aktörlerle sınırlı değil, ABD veya İsrail gibi batı devletlerini de kapsıyor. Hoşa gitsin veya gitmesin dünyada söz hakkı olacak bir Avrupa'da ortak savunma ve dış politika fikri ister istemez güçlenebilir.
21. yüzyılın küresel düzeninde ittifakların önemi artabilir. Sadece Avrupa değil tek tek devletler veya ortak değerler etrafında birleşenler ittifak kurabilirler.
AB'de yeni ortak savunma politikasıyla global güçlü bir aktör olarak dünya politik sahnesine çıkabilmesinin ön koşulu olarak savaş yeteneğine sahip güçlü bir orduya sahip olmak için önümüzdeki dönemde uğraşacaktır. Ortak savunma politikası beraberinde savaş ve barış kararını yalnızca Birlik'in yetki alanına sokacaktır. Bu durumda soru şu: Avrupa hem yeniden ulus devlet sistemine geri dönmemeyi hem de kuruluşunun temel hedeflerinden biri olan savaş önleme politikasına uzak kalmamayı başarabilecek mi?
Avrupa ulus devletlerinin savaş haklarını AB'ye devretmeleri halinde savaş ve barışa da ortak karar vermek durumunda kalacak. Böylesi bir durumda AB pasifist bir güç olarak hareket etmeye devam eder mi edebilir mi? Avrupa seçimlerinde sağ partilerin, AB karşıtlarının güçlenmeleri bu sürece dair tartışmaları hızlandıracaktır. Yine küresel gelişmeler ve AB'nin kendisini nasıl konumlandıracağı da AB'nin barışçıl politikalarına nasıl bir yön vereceğini belirleyecek faktörler olacaktır. Sonuç olarak AB, ABD, Rusya ve Çin’e eşit olarak büyük bir güç haline geleceği politik ümidine sahip. Şimdiye kadar buna, ekonomiyi hedef alarak yapmaya çalıştı ancak bu mutlaka böyle kalacak demek değil. AB küresel ölçekte itibarını ve önemini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu endişesi taşıyor. İlerde dünya güçleri arasında olası ortakları arasında ikincil bir role düşmek istemiyor. Bu endişeler nedeniyle AB'de diğer savaş lordları gibi, diğer güçlü devletler gibi savaşma eğilimine sahip olabilir.
Belki de Avrupa'nın küresel sistemdeki yerinde köklü bir değişime gitmeye başlayacağı bir döneme şahit olacağız.