Arap dünyasında geçen hafta: Güvenli bölgeye karşılık İdlib mi?
BAE El Haliç gazetesinden Muhammed Nureddin Erdoğan'ın Putin’in iki konuda tutum almasını sağlamada başarılı olduğunu belirtti. Nureddin İdlib’te bir ateşkesin kabul edilmesi ve Putin’in Türkiye ve ABD arasındaki güvenli bölge anlaşmasını kabul etmesini Türkiye'nin kazanımları olarak sıraladı.
DUVAR - Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya ziyareti Arap dünyasında büyük ilgi gördü. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in İdlib ve güvenli bölge konusunda uzlaşma sağladıklarını açıklaması akıllarda soru işareti yarattı.
Arap gazetelerinde Putin’in “güvenli bölgenin Suriye’nin toprak bütünlüğü için olumlu olacağını” açıklaması bir “sürpriz” olarak yorumlandı. Ancak Putin’in güvenli bölge karşısında Erdoğan’dan nasıl tavizler aldığına dair ortaya birçok senaryo ortaya atıldı.
Arap medyasında yer alan yorumların arasında, “güvenli bölgeye karşılık İdlib mi?” sorusu dikkat çekti. Öne çıkan bir diğer mesele de, Nusra Cephesi’nin devamı olan Heyet Tahrir Şam’ın bitirilmesi üzerinde iki liderin uzlaştığı şeklindedir.
Arap dünyasının bu hafta gündeminde olan en önemli meselelerinden biri de, İsrail’in Lübnan, Şam ve Irak’ta bazı hedeflere saldırı düzenlemesi oldu. Özellikle de Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın “kesinlikle karşılık vereceğiz” şeklindeki açıklamaları Arap gazetelerinde geniş yer aldı.
Arap dünyasında Hizbullah’ın da içinde olduğu Direniş Ekseni'ne yakın gazeteler, Nasarallah’ın “karşılık verilmesi” konusunda kararlı olduğunu yazarken, özellikle de İran-Suriye-Hizbullah karşıtı cepheye yakın gazeteler, Hasan Nasrallah’ın bu tarz tehditlerini “içi boş laf” olarak nitelendirdi.
Yemen’deki son gelişmelerle beraber ayyuka çıkan Suud-BAE gerginliği, yapılan olumlu açıklamalara rağmen devam ediyor. Birleşik Arap Emirlikleri’nin ülkeyi bölünmenin eşiğine getiren eylemlerine karşı son olarak Suud tarafından desteklenen Cumhurbaşkanı Abd Rabbo Mansur Hadi’den tepki geldi.
Suudi Arabistan ile BAE ittifakının resmen bozulması durumunda ise bölgedeki bütün dengelerin derinden değişeceği belirtiliyor.
‘PUTİN-ERDOĞAN GÖRÜŞMESİNDE KAYBEDEN SURİYE Mİ?’
“Erdoğan Putin’in iki konuda tutum almasını sağlamakta başarılı oldu. Birincisi İdlib’te bir ateşkesin kabul edilmesidir. Her ne kadar bu uzlaşma oradaki radikal silahlı grupların vurulmasına izin verse dahi, Suriye’nin askeri ilerleyişinin durması demektir. Belki de biraz daha, Maarat El Numan’a kadar ilerlemesi söz konusu olur. Ancak bu durum İdlib’teki genel durumda pek bir şey değiştirmiyor ve Türkiye oradaki 12 gözlem noktası kalmaya devam edecek. Silahlı gruplara gelince, köklü bir değişiklik olmadan Türkiye onları korumaya devam edecek.
Türkiye’nin ikinci kazanımı ise, Putin’in Türkiye ve ABD arasındaki güvenli bölge anlaşmasını kabul etmesidir. Bunu Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması açısından olumlu bulduğunu açıkladı. Bu durum, Han Şeyhun’un Suriye ordusu tarafından alınmasının, güvenli bölge uzlaşmasına karşı bir adım olduğu yönündeki kanaatlerden sonra bir sürpriz oldu.
Özetle, büyük devletlerin oyununda Suriye en büyük kaybeden olarak kaldı. Zira Amerikan’ın, Rusya’nın ve Türkiye’nin çıkarları Suriye’nin toprak bütünlüğü ve devlet egemenliği pahasına ilerlemektedir.” (Muhammed Nureddin / BAE El Haliç gazetesi)
‘ERDOĞAN VE PUTİN NE ÜZERİNDE UZLAŞTI?’
“İdlib’teki çözüm konusunda iki lider arasındaki görüş farklılığına rağmen, Putin'in açıklamaları kaydedilen aşamalar konusunda oldukça açıktı. Putin, Erdoğan’la terörü temizlemek için ek tedbirler üzerinde anlaştıklarını teyit etti. Bu da Erdoğan’ın İdlib’teki terör gruplarının desteklenmesi hususunda yakın zamana kadar reddettiği tavizler verdiği anlamına geliyor.
Putin’in bahsettiği uzlaşmanın yansımalarının günler içerisinde iki temel şekilde kendini göstermesi bekleniyor. Bunlardan birincisi, Türkiye’nin talebi doğrultusunda yeni bir göç dalgasına karşı İdlib’in kuzeyinde yeni bir güvenli bölge. İkicisi de Heyet Tahrir Şam başta olmak üzere radikal terör gruplarına karşı nokta atışı şeklinde operasyonlar. Bunun için de Türkiye’nin güvenlik birimlerinin bu terör gruplarıyla ilgili elindeki bütün bilgileri paylaşması. Belki de Türkiye, İran ve Hizbullah milislerinin bu operasyonlardan uzak tutulması ve sadece Suriye ordusunun katılmasını istemiş olabilir.” (Ömer El Raddad / Rai Al Youm gazetesi)
‘GÜVENLİ BÖLGE ŞAM’A RAĞMEN KURULACAK’
“Bugün Türkiye İdlib ile güvenli bölgeye karşılık Kürtler ve SDG seçenekleri arasında bırakılsa hiç kuşkusuz Kürt tehlikesini kendisinden şeklen uzaklaştıracak olan güvenli bölgeyi tercih edecektir.
Güvenli bölge, Şam’ın onu reddetmesine rağmen kurulacak. Özellikle de Rusya’nın buna onay vermesinden sonra. Zira Rusya daha önce güvenli bölge seçeneğini reddetti ve onun yerine 1998 yılında imzalanan Adana Mutabakatı'nı önerdi.
Suriye ordusunun İdlib’teki çevresindeki hareketliliği devam ediyor ancak Han Şeyhun bölgesini ele geçirdiği hızda ilerlemiyor. Bu da ya bir ısınma dönemine, anlaşmalara da ya da uzlaşma sürecine işaret ediyor.
Son gelişmelere bağlı olarak birçok senaryo ortaya atıldı ancak içlerinden iki tanesi öne çıktı. Birinci senaryoya göre Suriye ordusu ilerlemeye devam edecek, Maarat El Numan kasabasını bir uzlaşma çerçevesinde ve savaşmadan ele geçirecek. Bu da Erdoğan-Putin arasında kapalı kapılar ardında Heyet Tahrir Şam örgütünün bitirilmesi konusunda anlaşmış olma ihtimaline dayanıyor. Ancak bu senaryo, Heyet Tahrir Şam’ın lağvedilmesinin zor olmasından kaynaklı zaman alacaktır.
İkinci senaryoya göre Suriye ordusunun operasyonlarının Şam-Halep otoyolunun açılmasıyla beraber durması öngörülüyor. Ancak bunun gerçekleşmesi durumunda Rusya’nın güvenli bölgeyi onaylaması karşısında adil bir durum olmayacak.” (Suriye Arabitoday Ajansı)
İSRAİL SALDIRILARI VE NASRALLAH’IN TEHDİTLERİ
“İşgalci İsrail uçakları, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın tehditlerini acil bir sınava tabi tutacak bir adımla, Ahmet Cibril liderliğindeki Halk Cephesi’ne Lübnan’da saldırılar düzenledi. Bunun yanı sıra, daha önce Nasrallah’ın çiğnenmesinin oldukça tehlikeli ve karşılık gerektirecek angajman kurallarını bir kez daha çiğnemiş oldu.
Beyrut’un güneyindeki Dahiye bölgesine İHA’ların gönderilmesinden önce işgal devleti, Şam’ın güneyindeki Akraba bölgesinde Hizbullah noktalarının hedef aldığını açıkladı. İddiaya göre İran Devrim Muhafızları ile bağlantılı olan Kudüs Ordusu, hedef alınan silahlarla Filistin’in Celil kentinde eylem düzenleyecekti.
Bu iki saldırıdan önce de, Irak’ta Haşdi Şaabi’ye bağlı silah ve mühimmat depoları bir hava saldırısına maruz kaldı. Bu saldırının arkasında da İsrail izleri var.
İşgal devletinin bu tarz saldırıları yeni değil. Daha önce de Suriye’de, Lübnan’da, Irak’ta, Sudan’da, Tunus’ta ve Sina Yarımadası’nda Arap topraklarının derinliklerine kadar girdi. Ve kendi halklarına karşı mukavemet gösteren rejimlerden hiçbir mukavemet görmedi.” (Kuds El Arabi gazetesi / Başyazı)
‘İSRAİL SALDIRILARI NEYİ HEDEFLİYOR?’
“Kimse İsrail’in Beyrut’un güneyindeki Dahiye bölgesini neden hedef aldığını bilmiyor. Duyduğumuz her şey analiz ve öngörülerden ibaret. Ne Hizbullah İsrail’in son saldırılarının hedefinin ne olduğuna dair veriye ulaştı ne de İsrail bununla ilgili bir açıklama yaptı.
İsrail son dönemlerde kendi karşısında duran bütün oluşumları vurmaya başladı. Hizbullah’a yönelik saldırılarını üç ana hedef üzerinde yoğunlaştırdı. Bunlar; sahada Filistin dosyasından sorumlu olanlar, İsrail’e karşı koyacak teknoloji üzerinde çalışan beyin gücü –özellikle de insansız hava uçakları üzerinde çalışmalarını yoğunlaştıran kişiler – ve İsrail’i vuracak kapasitede olan silah gücü. İsrail’in Irak’ta Haşdi Şaabi’ye ait silah depolarını vurması da buradan kaynaklanıyor.
İsrail, direniş eksenin teknolojik ve bilimsel açıdan gelişmesini istemiyor. Çünkü bu gelişimin hedefinde olacak. Tıpkı Gazze’de olduğu gibi.” (Abbas Daher / Lübnna El Neşra gazetesi)
‘SUUD VE BAE İLİŞKİLERİ NEREYE?’
“Suudi Arabistan Veliahtı Muhammed Bin Selman ile Birleşik Arap Emirlikleri Veliaht Prensi Muhammed Bin Zayed’in himayesindeki stratejik ortaklık, tam anlamıyla yıkılmanın eşiğine geldi. Bu da bölgenin bütün dengeleri üzerinde ciddi değişimleri de beraberinde getirecek. Peki asıl soru, burada tam bir boşanma mı söz konusu? Yoksa olan biten sadece rollerin değişimi veya gelişmeler karşısında görüş farklılığı mı?
Açık olan şu ki, Abu Dabi ve Riyad arasında tam bir boşanmanın olması zaman meselesidir. Ancak bu boşanma tam anlamıyla gerçekleşirse, bunun İran ile ilişkiler ve diğer yandan siyasal İslam meselesi üzerinde etkileri olacaktır. Bunun yanında Katar’a uygulanan ambargo konusunda da kartlar yeniden karılacak.” (Katar El Vatan gazetesi)