Memet Kılıç: Merkel'in altın yaldızlı tahta oturduğunu kimse unutmadı
Yeşiller partisinin eski milletvekili Mehmet Kılıç'a, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a hakaret suçlamasıyla dava açıldı. Memet Kılıç, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hakaretten dolayı bugüne kadar açılmış 70 bin dava olduğunun altını çizerek, "Sivil mahkemelerin bir kısmı muhalefeti sindirmek için bir araç haline dönüştürülmüş. Bunu burada da yaparak gözdağı vermek istiyorlar. Bize verdikleri bu gözdağıyla bizi susturabilirlerse o zaman diğer vatandaş, 'bizim sesimiz Memet Kılıç kadar duyulur mu?' diyerek susmak zorunda kalacak. Onun için benim tavsiyem, faşist rejimleri, İslamist rejimleri yıkmanın en önemli faktörü sinmeme, sözünü esirgememektir. Korkmazsanız bu kez onlar sinerler" diyor.
KÖLN- Yeşiller partisinden eski milletvekili, halen Yeşiller partisinde aktif siyasetçi olan Baden Württemberg eyaleti Göç Ve Sığınmacılar Çalışma Grubu'nun sözcüsü, Göç Ve Sığınmacılar Federal Grubu'nun delegesi avukat Memet Kılıç hakkında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a hakaret suçlamasıyla dava açıldı. Dava, Kılıç'ın online yayın yapan ABC Gazetesi'ne Temmuz 2017'de yaptığı açıklamaların Cumhurbaşkanına hakaret olarak değerlendirilmesi üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianame üzerine açıldı. Memet Kılıç ile hakkında açılan davayı ve Almanya'nın Türkiye politikasını Gazete Duvar için konuştuk.
Hakkınızda açılan davanın nedeni hakkında biraz bilgi verir misiniz?
Bir ay önce haber aldım. Anne ve babamın ev adreslerine tebligat yapılmış. 2017 yılında ABC gazetesine verdiğim bir röportajdan dolayı Cumhurbaşkanı'na hakaret davası olarak açılmış. Röportajdaki konu ise, İsviçre'de bir grup bilim insanının Erdoğan hakkında savaş suçu ve insanlık suçu işlediğine dair suç duyurusunda bulunmalarının yorumlanmasıydı. Dediğim şu, "Diyorlar ki biz Suriye'ye insani yardımlar götürüyorduk. Ama ardından da silahlar gözükünce devlet sırları ifşa oldu diyorlar." Bu konulara bir röportajda denk gelince hemen AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın kırmızı çizgisi aşılıyor ve hemen bir hakaret davası konusu haline gelebiliyor. Türkiye'de avukat arkadaşın araştırmasına göre, dava güya 2017 yılında başlamış ancak Ankara ve İstanbul mahkemeleri arasında bir yetki tartışması sürmüş. Benim hiç haberim olmadı. Hiçbir ifadeye, soruşturmaya çağrılmadım. O da yapılabilirdi. Sanırım beni beklediler. Türkiye'ye geleyim de yetki tartışmasını sonlandırsınlar. Daha sonra Ankara 36. Ceza Mahkemesi kendisini yetkili olarak kabul etmiş. İlk duruşmaya da 17 Aralık saat 09.45'de 36. Ceza Asliye Mahkemesi'nde bekleniyoruz.
Duruşmaya katılmayı düşünüyor musunuz?
Gitmek gibi bir düşüncem vardı ancak avukatımın tavsiyesi de o istikamette. Bana duruşmaya katılmadığım takdirde yakalanma kararı çıkarılacağına ilişkin bir uyarı gönderilmiş. Ama burası Türkiye daha sonra değiştirebilirler veya geldikten sonra başka bir dava da açılabilirler diye haklı bir uyarı yapıldı. Bende ifademe Almanya'da başvurulması için bir dilekçe vereceğim.
Size bir dava açılıyor. Mahkemeler 2 yıl neredeyse yetki tartışması yapıyor. Ama sizin haberiniz yok. Türkiye hukukunu da bilen birisiniz. Nasıl değerlendiriyorsunuz hukuksal açıdan tüm bunları?
Bu hukuk dışı bir uygulamadır. Özellikle savunma hakkı elden alınamaz, ceza hukukunun temel ilkesidir. Polisin bir ön kovuşturma aşamasında ifademe başvurması gerekirdi. En geç savcılık olayı mahkemeye iletmeden önce benim ifademe başvurmayı denemeliydi. Çünkü Almanya'daki adres belli. Hadi o olmadı bu davayı tebliğ ettikleri adres belli. Bunları yapmadan kişi hakkında dava açmak ve gelmediği takdirde hemen hakkımda yakalama kararı çıkartmak tehdidinde bulunmak bir hukuk devleti içerisinde olamayacak şeyler.
Sizce hukuksal anlamda haklı bir zemini olmayan bir davanın açılmasının asıl amacı nedir? Almanya'da veya Avrupa'nın başka ülkelerinde şu anda milletvekili olan Türkiye kökenli politikacılar Ak Parti'nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın politikalarını sert eleştiriyor, demokratik muhalefete destek veriyorlar. Size açılan dava üzerinden onlara da bir mesaj verilmek isteniyor olabilir mi?
Bakarsanız bütün dünyada İslamcıların muhalifleriyle ilgili bir ortak stratejisi vardır. Kendileri parayla iş yaptıkları için başkalarını da öyle sanarak parayla susturulmaya çalışırlar. Satın alamazlarsa sindirme, ezme, susturma için ellerinden geleni yaparlar. Onu da beceremezlerse fiziksel olarak hareket edemez hale getirmek için harekete geçerler. Türkiye'de de maalesef bu işler durumda. Benim okuduğum kadarıyla şimdiye kadar 70 bin kişi hakkında Cumhurbaşkanı'na hakaretten dolayı soruşturma açılmış. Bu da gösteriyor ki, sivil mahkemelerin bir kısmı muhalefeti sindirmek için bir araç haline dönüştürülmüş. Bunu burada da yaparak gözdağı vermek istiyorlar. Bize verdikleri bu gözdağıyla bizi susturabilirlerse o zaman diğer vatandaş, "bizim sesimiz Memet Kılıç kadar duyulur mu?" diyerek susmak zorunda kalacak. Onun için benim tavsiyem, faşist rejimleri, İslamist rejimleri yıkmanın en önemli faktörü sinmeme, sözünü esirgememektir. Korkmazsanız bu kez onlar sinerler.
Sizin bu davadan daha önce Ak Parti hükümetiyle aranızda herhangi gerginlik yaşandı mı? Daha öncede hedef gösterildiğiniz oldu mu?
Daha önce 2015 yılında Erdoğan'ın danışmanı eski Avrupa Parlamentosu milletvekili, eski Yeşiller'dendi sonra SPD'li oldu. Sonra da AKP'li olan Ozan Ceyhun bana yine bir hakaret davası açmıştı. Sonra buradaki mahkemeler dava olacak bir konu olarak görmedi. Davayı Türkiye mahkemelerine taşımaya çalışacaktı. Ben bunu engellemek için hamle yaptım ve burada tespit davası açtım Darmstadt mahkemesinde. Mahkemede bu sözleri söyleyebileceğime hüküm etti. Böylece aynı konuda Türkiye'de bir dava açma şansları olmadı. Şimdi de Cumhurbaşkanı makamının kendisi bir politik zorlamayla dava açıyor. Kaldı ki Erdoğan'ı eleştirmek cumhurbaşkanını eleştirmek anlamına gelmez. Erdoğan aynı zamanda AKP'nin başkanıdır. Kendisi herkese her türlü hakareti ederken AKP başkanı olarak yapıyor. Birisi onun söylediklerine cevap verirse veya eleştirirse hemen cumhurbaşkanı şapkasını giyip dava açıyor. Bu da garip bir uygulama. Ama ben bunu şöyle değerlendiriyorum: AKP ölmek üzere can çekişiyor. Can çekişirken de çırpınarak etrafına zarar veriyor. Bu o aşama! Bu tür şeyler normal olmasa da olabilecek şeyler.
Ama AK Parti'nin ve Erdoğan'ın günümüze göre daha güçlü olduğu dönemlerde de Avrupa ve Almanya'daki isimlere dava açtığını biliyoruz. Örneğin Alman komedyen Jan Böhmermann dava açılan ilk isimlerden biri. Sizce Almanya'daki muhalif isimlerin veya Türkiye'deki demokratik muhalefetin susturulmaya çalışılmasının dışında Almanya hükümetine de vermek istediği bir mesaj olabilir mi?
Bana öyle geliyor ki her iki taraf da böyle şeylerden faydalanıyor. Mesela bir taraf hukuksuzca davalar açıp, esir alarak güya pazarlıklar yapıyor. Almanya'da yapılan bu pazarlıklarda sanki vatandaşlarını kurtarmak için yapıyormuş gibi bir rol almış oluyor. Böylece Almanya silah satışına ahlaki bir kılıf bulmuş oluyor. Öbür taraf ise sözünü söylemiş, muhaliflerine göz dağı vermiş oluyor. Bana birazcık son gelişmeler silah satışlarıyla yan yana koyarsanız çok danışıklı dövüş gibi geliyor. Bu benim gözlemim.
Şu sıralar Almanya ile Türkiye arasında Mülteci Geri Kabul Anlaşması tekrar gündemde. Yunanistan, Almanya ve Türkiye arasında hızlı bir trafik var. Türkiye mülteci konusunda kriz çıkarmak üzereymiş gibi görünüyor. Böylesi bir süreçte Merkel hükümetinden, SPD'den size destek veren bir isim oldu mu?
Hükümet cenahından böyle bir açıklama gelmedi. Yeşiller ve basın yayın organları çok destek oldular. Sol Parti'den de Sevim Dağdelen başından beri destek oldu. Ama benim siyasi tecrübem hükümetin biraz daha ağır çalıştığı yönündedir. Onu bakıp göreceğiz. Zaten avukatım da büyükelçinin davaya katılmasının önemli olduğunu söyledi. Almanya'dan parlamenterlerin gelip davaya katılmasının önemini vurguladı. Benim tabi ki hükümetten bir beklentim var o çerçevede. Almanya'da milletvekilliği yapmış ve hala siyasette aktif bir kişiye dava açıyorsa Almanya hükümeti de Türkiye'ye bunun nedenlerini bir nota ile sorabilmeli! Bunu da bekliyorum.
Mülteci meselesi nedeniyle sanki Almanya'nın hala Türkiye'ye eli mahkummuş gibi bir tablo çiziliyor. Hükümetin Türkiye'de yaşanılan anti demokratik konularla ilgili ağzını bıçak açmıyor. Bu nedenle size destek olup olmama meselesini Geri Kabul Anlaşması üzerinden sordum.
Mülteci anlaşması ilk yapıldığında burada bir gazeteye verdiğim bir demeçte demiştim ki, ödeyeceğiniz parayı hemen burada yakabilirsiniz. Boşuna vermiş olursunuz. O parayla otobüs tutar, bot tutar sığınmacıları yine de Avrupa'ya gönderirler. Onunla da kalmaz üstüne üstlük Türkiye'deki muhalifleri de buraya sığınmacı olarak gönderirler. Bu gidilen yol yanlış. Ama Almanya hem zaman kazanmak istedi hem de Erdoğan'a silah satmak istedi. Onun için bu anlaşmayı yaptılar ve anlaşma işliyormuş gibi davranıyorlar. Ancak İdlib'de sıkıştığında Erdoğan politikası İdlib'deki cihatçılar nereye gidecek. İran almaz, Esad almaz, diğer Arap ülkeleri almaz. Bugüne kadar kim desteklediyse o alacak. O da onların önemli bir kısmını elinde tutmayıp Avrupa'ya gönderecektir. Türkiye'den Avrupa'ya doğru çok ciddi bir mülteci akını olacağını ve bu akınla birlikte Türkiye ile özellikle Almanya ve Avrupa arasında iplerin kopacağını düşünüyorum.
Bu anlaşmanın artık işe yaramayacağını ve feshedileceğini düşünüyorsunuz.
Evet, bu kadar sığınmacı geliyorsa ve geri gönderilemiyorsa o zaman bu anlaşmanın fiiliyatta işlemediği kağıt üzerinde kaldığı anlaşılacaktır.
İpler kopacak derken sadece bu anlaşmayı mı kastediyorsunuz yoksa diğer ilişkileri de mi?
Diğer ilişkiler de haliyle sertleşecektir. Çünkü Erdoğan'a bu kadar çok tahammül edilmesinin iki nedeni var. İlki bolca silah satın almasıdır, özellikle de Almanya'dan, görece kavgaya rağmen. İkincisi ise şu an sığınmacıları önemli ölçüde Avrupa'ya akınını engellemiş olmasıdır.
Daha önceki Türkiye hükümetleri ile Ak Parti hükümeti arasında bir kıyaslama yaparsak, Ak Parti'nin hiçbir hükümet zamanında olmadığı kadar Almanya ve Avrupa iç siyasetine dahil olduğunu görüyoruz. Bunun içerisinde kamuoyuna yansıyan Ankara'ya ajanlık yapan imamlar iddiası, MİT'e bağlı ajanların Almanya'da yapacakları Türkiye kökenli muhalif isimlerle Kürt politikasından kimi isimlere suikast listesi iddiası, Osmanlı Ocakları adlı çete ile Ak Parti hükümetinin bağı olduğuna dair iddialar gibi oldukça sert konular yer alıyor. Bir taraftan Türkiye seçimleri, referandum sürecinde yaşanılan ciddi gerginlikler de oldu. Ancak Ak Parti'nin Almanya'da bir lobisinin olduğu ve kendi taraftarları üzerinde hakimiyeti olduğu da bir gerçek. Almanya tüm bunlara neden izin verdi? Almanya ile ilişkiler şimdi koptu, yarın kopacak diye yorumlar yapılsa da o ilişkiler hep devam etti. Gerçekten Almanya'nın ilişkileri ısrarla korumasının altında tek sebep silah satışı mıdır yoksa Almanya naif mi davrandı?
Ben Almanya'nın naif davrandığını düşünmüyorum. Almanya'da işleyen bir bürokrasi ve devlet aklı da var. Bence çıkar ilişkileri ile alakalıdır. 7 Haziran 2015 seçimlerinde Ak Parti çoğunluğu kaybetti. Tek başına hükümet kuramaz hale geldi. Yapması gereken aslında hükümet kurma yetkisini büyük muhalefet partisine vermekti. Bunu yapmadı ve 1 Kasım 2015'de tekrar seçime gideceğini açıkladı. 1 Kasım 2015'den 15 gün önce Türkiye'ye giden Angela Merkel'di. Gitti ve orada Erdoğan'a devlet adamı muamelesi yaptı. Yani 'biz seni ayakta tutmak istiyoruz. Sen ayakta kalsan süper olur. Sana daha çok silah satacağız' dedi. Erdoğan'da onu bir altın yaldızlı tahta oturtarak 'Sen de aslında çokta demokrat değilsin' demiş oldu. Bu resimler bugüne kadar duruyor hafızalarda. Onun için bu işte öyle naiflik falan yok. Benim gördüğüm, Erdoğan Almanya'nın ve Avrupa'nın şu an işine en çok yarayan hükümet. Hem Türkiye'yi zayıflatıyor hem de zayıfladıkça silah satın alıyor. Paraları farklı yollarla da aktarabiliyor. Kimseye hesap vermek zorunda değil. Onun için sessiz kalıyorlar. Sığınmacılar gelirse artık "vay bize sığınmacılar geldi" diye yakınacaklar. Sivil toplum örgütlerine para verirken, yardım yapmak gerekirken 10 bin euroyu verebilir miyiz veremez miyiz diye tartışanlar, DİTİB'e yılda 1,3 milyon euro verdiler. Son tartışmalardan sonra önce 300 bine indirdiler sonra kesmek zorunda kaldılar. Bu da kamuoyu tepkisi yüzünden oldu. Yarın ortaya çıkarsa başka kanallar yoluyla başka yardımlar yapıldığı hiç şaşmayız. Almanya silah sattığı yeri sever. Türkiye'ye silah satamıyorsa sevmez. Türkiye'deki muhalefeti desteklemesi için hiçbir neden yok böyle görmek lazım.
Sizin çizdiğiniz bu tabloya bakacak olursak Avrupa'dan ve Almanya'dan Türkiye muhalefetine istenilen destek verilmeyecek, ta ki mülteci akını başlayana kadar.
O kadar karamsar olmayalım. Avrupa'da işleyen bir mekanizma varsa o da kamuoyudur. Kamuoyu baskı yapar, bu konularda tepki gösterirse silah satışı şöyle veya böyle kalır. Seçimlerde de tepki gösterince mecburen kendi koltuk kavgalarına düşerler. Belli destekleri veya karşı koymaları göze almak zorunda kalırlar. Onun için bizim özellikle yapmamız gereken kendi düşüncelerimiz için kamuoyu oluşturmamızdır.
Bu durumda Almanya'da ırkçı parti AfD'nin yükselişini hükümete karşı bir baskı aracına dönüştürerek kullanması muhalefetin mümkün müdür? Sonuçta AfD yükseldikçe Merkel'in partisi CDU kaybediyor.
Yalnız buradaki muhalefette işi hep yarım görmeyi tercih etti. Mesela sığınmacılar geliyor ama sığınmacılar neden geliyor buna ne sebep oluyor bunu araştıran yok. Avrupa'da sığınmacı tartışması Yunanistan sınırı ile başlar. Daha ötesine kimse gitmez. Neden bu insanlar Suriye'yi terk etmek zorunda kaldılar? Kobane düştü düşecek derken bağırıp, sevinen kimdi? Cihatçılar Türkiye üzerinden Suriye'ye geçtiler mi geçmediler mi? Oraya insani yardım gitti mi gitmedi mi? Oraya silah yardı mı gitti, gittiyse kime gitti? Bu konuları sormayan bir muhalefetin burada AfD ile mücadele etmesi mümkün değil. Zaten bana açılan ilk davada bu konuda oldu. İslamistlerle mücadele etmeyenler Pegida (AfD'nin doğmasına sebep olan haftalık düzenli ırkçı gösteriler) ile mücadele edemezler, dediğim için Cumhubaşkanı'nın danışmanı bana dava açtı. Maalesef birinci görev ihmal edildi. Bu noktaları görmeyen muhalefet AfD'ye alternatif çıkaramaz. Bizim Yeşiller ile AfD'nin yükselişi böyle görülebilir. Çünkü Yeşiller bu konuda çok net tavır takınıyorlar. AfD'de karşı tarafta net tavır takınıyor. İki karşıt grup güçleniyor. Büyük halk partileri kan kaybediyor. Bu demokrasi için çok sağlıklı bir gelişme değil.