Hizbullah'ın kalbindeki komünist kasaba: Eylemin yıkılmayan çadırı Kfar Roumanne
Kfar Roumanne'nin yüzde 48'i Komünist Parti'ye oy vermiş ancak diğerlerinin yüzde 52'lik güçlerini birleştirmesi, seçimin kaybedilmesine neden olmuş: “Tek başlarına gelseler her türlü alırdık ama toplanıp geldiler.”
KFAR ROUMANNE - İsrail'in hâlâ işgal altında tuttuğu Golan Tepelerine yaklaşık 10 km mesafedeki Nebatiye, Lübnan'da Hizbullah'ın en önemli yerleşimlerden biri. Nüfusun büyük bir çoğunluğu Şii olan kentte, Hizbullah'ın da zamanında içerisinden çıktığı, Emel Hareketi varlığını hissettiriyor. Suriye'de ya da İsrail işgali sırasında hayatını kaybetmiş savaşçıların mezarlarıyla dolu bir yolu geçtikten sonra kent merkezine varıyorsunuz. Aslında buranın nüfusu 40 bin civarında, fakat çevresindeki yerleşimlerle birlikte bu rakam 80 bini buluyor. Bunlardan en önemlisi Kfar Roumanne. Aslında Nebatiye'nin hemen bitişiğinde yer alan bu kasabaya kimileri onlarca yıldır 'Kfar Moscou' yani 'Kfar Moskova' adını vermiş. Nedeniyse komünistlerin ülke çapında en güçlü olduğu yer olması... Aslında Güney Lübnan, tarihsel olarak Lübnan Komünist Partisi'nin (LKP) oldukça güçlü olduğu bir bölge. Ancak son yıllarda Emel ve Hizbullah'ın güçlenmesi bir güç kaybına neden olmuş.
Kfar Roumanne, daha önce İsrail'e karşı direnişte oynadığı rol ve komünist hareketin varlığıyla gündeme geliyordu. Şimdiyse ülkedeki son protestolarla birlikte yer yer tüm dikkatleri üzerinde toplayabiliyor. Öyle ki burası başından sonuna kadar yıkılmamış tek direniş çadırına sahip... Dışarıdan Lübnan'ı izleyenlerin sıkça yanıldığı bir nokta, Hizbullah ile komünistlerin oldukça sıkı ilişkileri olduğu. Hizbullah ve Emel taraftarlarıyla yaşadıkları onlarca çatışmadan sonra protestoların tek yıkılamamış çadırına sahip olan olmaktan gurur duyan Kfar Roumannelı komünistlerse durumun çok daha farklı olduğunu anlatıyor...
Mahallenin girişinde bir 'direniş çadırı'ndayız. Ortalık sakin. İçeride poşulu kimi yaşlılar ve gençler espresso içerek (bizim için çay ne demekse espresso da burada aynı şey) televizyondan diğer kentlerdeki protestoları izliyorlar. Sandalyelerde oturanlardan bazıları LKP üyesi, bazılarıysa örgütsüz. Kolay bir soruyla başlayıp 'hangi motivasyonla sokakta olduklarını' soruyorum. Aldığım cevap 'devrim' oluyor. Ülkede herkesin dilinde 'savra' yani 'devrim' kelimesi var. Bu devrimi nasıl tarif ettiklerini sorduğumda partili olmayan bir eylemci bana şöyle diyor: “Daha iyi bir ekonomik ve toplumsal bir sistem, laik bir hükümet için savaşıyoruz. Bu eylemlerin nihayetinde varmak istediğimiz en temel amaç yeni bir devlet düzeninin inşası. Tüm savaştığımız nedenler aslında kocaman paket halinde, kısacası temel insan haklarımız için savaşıyoruz.”
Komünist Parti üyesi Abu Ali de söylenenlere katılarak mevcut sistemin ülkedeki inanç gruplarına göre şekillenişini eleştiriyor: “İktidarın tüm partileri din temelli: Emel, Hizbullah, [İlerici] Sosyalist Parti, Falanjist Parti... İstediğimiz yeni ve genel bir seçim. Ve bu seçimin dinler arasında olmamasını sağlamak. Biz mezhepçi bir sisteme karşıyız. Üstelik tüm sorunlarımız birbirine bağlı: Ekonomik, mezhepsel, toplumsal sorunlarımız... Hepsine birden cephe aldığımız için yaşananlara 'devrim' diyoruz.”
'SALDIRDILAR AMA HEPSİNİ YERE SERDİK'
Daha sonra Kfar Roummane hakkında konuşmaya başlıyoruz. Aynı alanı paylaştıkları Emel ve Hizbullah ile protestolar boyunca neler yaşadıklarını soruyorum. Hep bir ağızdan ilk günler hiçbir sorun olmadığını ancak ardından günler boyunca şiddetli çatışmalar yaşadıklarını söylüyorlar. Daha sonra Abu Ali sözü alıyor, “Bak, sana bir şey söyleyeyim. Lübnan'ın her bir köşesinde rejim çadırlara saldırdı ve yerle bir etti. Bu kasabada şu an içinde bulunduğun çadır hariç. Lübnan'da sadece burada kimse çadırın yanına yaklaşamadı. Sonuna kadar da onlarla savaşacağız.” Bunu nasıl başardıklarını açıklarken güçlü bir birlikteliğe sahip olduklarını belirtiyor. “Nebatiye'den, çevre köylerden, tüm inançlardan insanlar bizim çadırımıza geldi. Başta 100 küsur kişiydik, onlar 400-500 kişiydi ve bizim çadırımıza saldırdılar. Ama biz hepsini yere serdik. Sabah akşam buradayız. Nebatiye'deki çadırı üç kez yıktılar. Buraya da 4 kez saldırdılar ama bir kere bile dokunamadılar. Bu çadır tüm Güney'in sembolüdür, Şiiler, Hıristiyanlar, Sünniler, Dürziler... daima birlikte yer alıyoruz. ”
Eylemlerin sürekliliği de merak konusu. Kendi bölgelerinde gündeme ve havaya göre eylemlere katılanların 100 ile 500 kişi arasında değiştiğini söyleyen Abu Ali, protestoların mutlaka daha da derinleşerek devam edeceğini öngörüyor: “Bizim ne benzinimiz, ne gazımız, ne elektriğimiz, ne suyumuz, ne internetimiz var... Tüm bunlar insanların kendiliğinden bize katılmasına neden oluyor. Mesela şu an dolar kuru inanılmaz derecede yükseldi. Günlük yaşam oldukça pahalılaştı. Maaşlar da, bizim gibi doların oldukça geçerli olduğu bir ülkede inanılmaz derecede düştü. Özellikle askerler için. Aldıkları ücretlerde belirgin bir fark oluştu. Bu aldıkları parayla nasıl yaşayacaklar? Şimdi bu arkadaşlar [çadırın karşı sokağında bekleyen askerleri göstererek] ne zamana kadar bekleyecekler?” Abu Ali daha sonraki konuşmamızda askerleri kendilerine düşman olarak görmediklerini, bilakis mezhepçi bir tavra sahip olmadığı için ordunun varlığından rahatsız olmadıklarını söylüyor. Askerlerle diyaloğundan da bunu görmek mümkün...
Protestoların İsrail ya da ABD gibi güçlerce kullanılabilir oluşu, bazı hareketlerce eleştirilmişti. Konu hakkında Abu Ali, “Biz kimseden destek almıyoruz. Yemek yiyeceğimizde, su içeceğimizde bile kendi evimizden getiriyoruz. Eğer bize yöneltilen eleştirileri tam tersi yöne çevirecek olursak, onlar [Hizbullah ve Emel] Suriye ve İran tarafından destekleniyorlar. İran Konsolosluğu destek sağlıyor, bize kimsenin destek olduğu yok. Biz bunu söylediğimizde sinirleniyorlar. Desteklendiğimizi kanıtlasınlar, ardından istedikleri gibi gelip çadırlarımızı yok edebilirler. Çünkü onlar da kimse tarafından desteklenmediğimizi biliyorlar. Üstelik Kfar Roumanne'daki devrim, ülke genelindeki en temiz örnek. Kimsenin içki içmesine, haşhaş içmesine izin yok, kimsenin politikacıların annesine, babasına küfretme hakkı yok” ifadelerini kullanıyor.
Daha sonra Abu Ali ile LKP'nin bölgedeki tarihinden konuşmaya başlayınca, beni kasabanın merkezine götürüyor. Babasının bölgedeki komünist hareketin ilk örgütleyicilerinden olduğunu gururla anlattıktan sonra yola devam ediyoruz. Kasabanın yüzde 48'i son yerel seçimlerde LKP'ye oy vermiş, ancak diğer partilerin yüzde 52'lik güçlerini birleştirmesi, seçimin kaybedilmesine neden olmuş. Abu Ali bu duruma dair şöyle diyor: “Tek başlarına gelseler her türlü alırdık ama toplanıp geldiler.” Buna rağmen belediyede 3 temsilcileri bulunuyor.
Kasaba merkezindeki kavşağa geldiğimizde bir tarafta Emel'e ait poster, diğer tarataysa LKP'nin anıtı duruyor. Abu Ali bu anıtın, İsrail işgaline karşı savaşırken hayatını kaybeden komünist savaşçılara adandığını söylüyor, daha sonra eskiden İsrail üssünün yer aldığı tepeyi gösteriyor. Kasaba işgal dönemi boyuna ağır yara almış. Öyle ki Abu Ali'nin kendi evi de dahil olmak üzere çoğu bina enkaz haline gelmiş. Kasabalılar zorlu koşullarda yeniden memleketlerini ayakları üzerine doğrultmuş... Sanki bu ülkede geçmişle günümüz arasındaki bağ diğer yerlere göre daha güçlü. İstediğiniz kadar kaçın, bir yerden yakalıyor sizi. Üstelik neresinden tutsanız eliniz kanlı bir zulme bulanıyor. Buna rağmen direnişin bugün de 'devrim' olarak anılıyor olması özellikle dikkat çekici.
Abu Ali ile vedalaşıyoruz. Beni dolmuşa kadar geçirip direniş çadırına geri dönüyor. Araçta bir süre sonra sesler yükseliyor. Yol arkadaşım yanımda oturan Filistinli öğrenciye ne konuştuklarını soruyorum. “Eylemciler Beyrut'un girişinde yolları kapatmış, sanırım dönüş uzun sürecek. Orduyla pazarlıklarına bağlı” diyor. Üç saat boyunca otoyol kenarına oturup beklerken kimi yolcular acı acı gülüyor, kimisi sinirli. Araçların arasındansa ara ara yüzleri poşulu gençler motorsikletleriyle lastiklerin yandığı yöne doğru ilerliyor. Bazıları 'savra' diye bağırıyor. Onları izleyen bazı askerlerse gülüyor...