Arap dünyasında geçen hafta: Türkiye'nin Suriye'deki gücü sınırlı

Kuds El Arabi gazetesinden Vail İsam Türkiye’nin Suriye'de Rusya ile mutabakatları dışında hareket etme kabiliyetinin oldukça sınırlı olduğunu yazdı. Türkiye’nin İdlib’e Rusya’nın izniyle girdiğini belirten İsam, "Türkiye’deki sistemin alt yapısı ve Irak ile Suriye’deki ittifak ilişkileri bu iki ülkede çok da büyük bir rol oynamasına izin vermiyor." ifadesini kullandı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Bu hafta Arap dünyasında en önemli gündem başlıkları arasında İdlib vardı. Önce Suriye ordusunun Türk askerlerine yönelik saldırısı ve sekiz askerin hayatını kaybetmesi, daha sonra Türkiye ve Rusya’dan gelen karşılıklı açıklamalar ve son olarak stratejik konumdaki Serakib beldesinin Suriye ordusunun yönetimine geçmesi.

Arap gazetelerinin çoğu İdlib’teki gelişmeleri Türkiye-Rusya gerginliği olarak yorumladı. Birçok yazar yaşananlardan Türkiye’yi sorumlu tutarken, bazı yazarlar da gelinen noktadan Rusya’nın sorumlu olduğu görüşünü dile getirdi.

Arap dünyasının bu hafta en çok konuştuğu konulardan biri de Sudan Egemenlik Meclisi Başkanı Abdülfettah El Burhan’ın Uganda’da İsrail Başbakanı Bünyamin Netanyahu ile görüşmesi oldu.

Görüşmenin Trump’ın “Yüzyılın Anlaşması” planını açıklamasından sonra gerçekleşmesi dikkat çekerken, İsrail’in Arap dünyasından yeni destekçiler arayışında olduğu yorumları yapıldı. Arap gazetelerinde El Burhan’a yönelik tepkiler çok fazlaydı.

Irak’ta ise gösteriler devam ediyor. Son olarak Sadr hareketi lideri Mukteda Sadr’a bağlı göstericiler ile diğer protestocular arasında yaşanan çatışmalar ülkede gerilimin tırmanmasına yol açtı. Sadr grubu, “İran’la anlaşma yapmak ve buna binaen güç kullanarak gösterileri bastırmaya çalışmakla” suçlanıyor.

Filistin’de de Trump’ın Yüzyılın Planı’na karşı başlayan gösteriler devam ediyor. Bazı gazetelerde, başta Batı Şeria olmak üzere halkın birçok yerde sokağa çıkmasının üçüncü bir intifadaya evrilebileceğine dair beklentiler var.

'SALDIRI, RUSLARIN KANLI BİR MESAJIYDI'

“Türk ve Suriye kuvvetleri arasındaki son çatışmanın sonuçları büyük ve daha önce benzeri görülmemiş nitelikteydi. Her iki taraftan ölü ve yararlılar oldu. Bu, çok açık bir şekilde Ruslar tarafından verilen kanlı bir mesajdı. Suriye rejimi ise burada bir ‘araçtan’ ötesi değildi. Bu mesaj, iki taraf arasında diyalog kanallarının neredeyse tıkanma noktasına varmasından sonra geldi.

Burada görülüyor ki, Rus tarafı Türkiye’ye baskı unsuru olarak kullandığı siyasi ve diplomatik kartlarını tüketmeye başladı. Bundan dolayı vekiller vasıtasıyla askeri yöntemlere başvurdu. Buna delil göstermek gerekirse, Ruslar rejimi korumaya ve saldırının sorumluluğunu Türkiye’ye yükleyen bir söylem geliştirmeye girişti.” (Beşir El Bekir/El Arabi El Cedid)

'TÜRKİYE’NİN MÜTTEFİKLERİNİN SAVAŞ KABİLİYETİ YÜKSEK DEĞİL'

“Öyle görünüyor ki, Türkiye’nin Rusya ile mutabakatları dışında hareket etme kabiliyeti oldukça sınırlı. Türkiye’nin İdlib’e girmesi Rusya’nın izniyle oldu. Yine Rusya, Türkiye’nin tutumunu Esad’a tekrar meşruiyet sağlayacak bir şekilde dönüştürmeye çalıştı. Özellikle de Rus uçağının düşürülmesi üzerine Erdoğan’ın Putin’den özür dilemesinden sonra.

Her kim Türkiye’nin Suriye’deki rolüne güveniyorsa, Türkiye’nin Ortadoğu’da dış politikasının imkânlarını çok abartmaması lazım. Zira Türkiye’deki sistemin alt yapısı ve Irak ile Suriye’deki ittifak ilişkileri bu iki ülkede çok da büyük bir rol oynamasına izin vermiyor. Örneğin İran ile kıyaslayacak olursak. Türkiye’nin Rusya ve ABD’nin onayıyla Suriye’de sahada kuvvetleri bulunmasına rağmen, Türkiye’nin müttefikleri olan Suriyeli grupların savaş kabiliyetleri yüksek değil. Ve bu grupların, yanlarında Türk ordusu olmadan askeri olarak ilerlemelerini sağlayacak idari açıdan bir disiplini de yok.” (Vail İsam/Kuds El Arabi)

'RUSYA, TÜRKİYE’NİN HERHANGİ BİR SALDIRISINA KARŞI KOYACAK'

“Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye’de bulunan kuvvetlerinin ve Suriye ordusunun İdlib’i almasının engellemesi için göndermekle tehdit ettiği kuvvetlerin dayanağının 1998 yılında imzalanan Adana Mutabakatı olduğunu söylüyor. Ancak unutuyor ki -bu günlerde çok unutuyor- 2011’de silahlı Suriye muhalefetini destekleyerek, on binlerce savaşçının geçişine izin vererek ve birçok defa bu anlaşmanın diğer muhatabı olan Suriye rejiminin devrilmesi sözü vererek anlaşmayı kendisi çiğnemiş oldu.

Rusya Devlet Başkanı Putin birçok defa Erdoğan’a Türkiye ve Suriye’nin çıkarlarını koruyan bu anlaşmanın tekrar canlandırılması önerisinde bulundu. Ancak Rusların bu önerisini reddeden taraf Erdoğan oldu.

Türk-Rus anlaşmazlığı ne yana evrilecek bilemiyoruz ama Suriye ordusunun gerçekleştirdiği saldırıların arkasında duran Başkan Putin, Suriye ordusunun İdlib ve çevresini geri alması için de destekleyecek. Yine Suriye ordusuna havadan destek veren ve Suriye hava sahasını kontrol eden Rus hava kuvvetleri, Türkiye’nin Suriye ordusuna yönelik herhangi bir saldırısına da karşı koyacaktır.” (Abdulbari Atvan/Rai Al Youm gazetesi başyazarı)

'SUDAN VE İSRAİL NORMALLEŞMESİ Mİ?'

“Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdülfettah El Burhan, sürpriz bir adımla Uganda’nın Entebbe kentinde Siyonist oluşumun başbakanı Bünyamin Netanyahu ile görüştü. Ve Netanyahu’nun ofisinin resmi Twitter hesabı üzerinden yapılan açıklamaya göre her iki taraf, iki ülke arasında normalleşmeyi sağlayacak işbirliği konusunda uzlaştı.

Çok gariptir ki, işgalci İsrail yetkilileri ile Arap yetkililer arasındaki bütün görüşmeler, İsrail tarafından belli hedefler doğrultusunda açıklanıyor. Diğer yandan Arap yetkililer bu görüşmelerle ilgili suskun kalıyorlar.

El Burhan’ın bu adımı, ABD Başkanı Donald Trump’ın Filistin davasının tasfiyesini hedefleyen Yüzyılın Anlaşması’nı ilan etmesinden birkaç gün sonra geldi. Bu da Filistin halkının arkadan hançerlenmesidir.” (Kuds El Arabi gazetesi/başyazı)

'İSRAİL İLE NORMALLEŞME SORUNLARI ÇÖZER Mİ?'

“Sudan, İsrail ile görüşmeden ne elde edebilir? Sudan’ın Washington ile sorunlarını çözmesi için İsrail aracı mı olacak? Bunun cevabı şu soruda yatıyor: İsrail ile ilişkilerde normalleşme yolunu seçen her ülke sorunlarını çözüp refaha mı kavuştu?

Eğer bütün çözüm emelleri normalleşmeye bağlanırsa, burada büyük bir hayal kırıklığı yaşanacaktır. Şu an buna yaşayan bir örnek verebiliriz; Güney Sudan. Evet bu normalleşme adımı Sudan’ın teröre destek veren ülkeler listesinden çıkarılmasına yardımcı olabilir. Ancak temel sorunları ve mevcut krizi çözmez.

Eğer normalleşmenin faydalı olup olmayacağıyla ilgili tartışmaları bir kenara bırakırsak, El Burhan’ın Netanyahu ile görüşme tarzıyla ilgili bazı soru işaretlerinin olduğunu görürüz. Bu da Sudan’da geçiş konseyi erkânının ilişkileri hakkında bir tartışmaya yol açar.” (Osman Mirğeni/Suudi Şark’ül Evsat gazetesi)

'FİLİSTİNLİLERİN KAYBEDECEK BİR ŞEYİ KALMADI'

“Batı Şeria hareketleniyor ve cesur gençleri işgal karşısında isyan başlattılar. Eğer (Batı Şeria) bütün gücü ve kapasitesi ile hareket ederse bir daha da durmaz. Daha önceki her iki intifadadan çıkardığımız dersler bize bunu öğretti.

İşgal edilmiş topraklarda işgalci İsrail güçleriyle yaşanan çatışmalar ve olup bitenler sadece başlangıç. Bu, ABD Başkanı Trump, Netanyahu ve müttefiki olan Arapların Filistin halkına dayatmak istedikleri ama başaramadıkları ‘utanç anlaşmasına’ karşı bir tepkidir.

Filistin halkı Oslo Anlaşması'nın imzalanmasından bu yana 27 yıldır uluslararası toplumu ve barışı bekliyor. Ancak bu bekleyişin sonunda bu ‘utanç anlaşması’ geldi. Esasen bunun da iyi tarafı bütün maskeleri düşürmesidir. Uluslararası toplumun barış yalanı ortaya çıktı. Bu yüzden bir sonraki intifadanın daha öncekiler gibi silahlı bir şekilde olması bizi şaşırtmayacaktır. Zira Filistin halkının kaybedecek bir şeyi kalmadı.” (Rai Al Youm gazetesi/başyazı)

'SADR GRUBU KARŞI DEVRİM GERÇEKLEŞTİRMEYE Mİ ÇALIŞIYOR?'

“Irak’ta ayaklanmanın başlamasından bu yana, ayaklanmayı bastırabilmek için bir karşı devrime hazırlanıyordu. Bu karşı devrim hareketi, kademeli ve üstü örtülü bir baskılama yolunu seçti. Bunun neticesinde beş yüz civarında kişi öldü ve binlerce kişi de yaralandı. Onlarca insan ise kayboldu. İktidar ve iktidardan faydalanan kesimler önceden düşünüldüğü şekilde göstericileri şeytanlaştırma yoluna gitti ve daha sonra protestocuları ‘barışçıl göstericiler’ ile ‘bozguncular’ şeklinde ayırmaya başladı. Bu stratejinin bir diğer ayağı ise bir karşı ayaklanma çıkarmak ve iki taraf arasında bir çatışma çıkarmak oldu. Bu da gösterilerin güç kullanarak bastırılmasına gerekçe olacaktı.

Mukteda El Sadr’ın müritlerini meydanlardan çekmesinden sonra asıl şoke edici olan göstericilerin direnmeye devam etmesi oldu. Üniversite öğrencilerinin bu gösterilere destek vermesi de ayrı bir dinamizm getirdi. Başka kesimlerin de başta Bağdat’taki Tahrir Meydanı ve diğer meydanlara giderek destek vermesiyle yürürlükte olan stratejide değişikliğe gidildi. Sadr yanlıları meydanlara geri döndü ve güç kullanarak meydanları kontrol altına almaya çalıştı.” (Hattar Ebu Diyab/El Arab gazetesi)