Mülteci ve korona krizi, Avrupa'nın birliğini sorgulatıyor
Mülteci krizinin ardından gelen korona virüsü krizi karşısında Avrupa Birliği'nin ortak politikalar belirleyememesi birliğin geleceğine dair endişeleri artırdı. AB'nin kendisini, kurumlarını, Avrupa Parlamentosu'nun fonksiyonunu yeniden gözden geçirmesi ve varlığının anlamının ne olduğuna karar vermesi gerekecek.
KÖLN - Büyük krizler, savaşlar tüm insanlığı ilgilendiren sorunlar olsa da pandemiler gibi direkt bir ölüm deneyimi ile herkesi baş başa bırakmazlar. Savaşlarda bir yerlerde tanımadığınız insanlar ölür. Finansal krizlerde de yine bir yerlerde tutunamayan tanımadığınız insanlar varlıklarını devam ettiremez. Ama salgınlar öyle değil. Herkes birebir hem de her yerde ölümle yüz yüze gelir. Hatta insanları hastalıklardan, ölümlerden koruyacak yer olan hastaneler bile toplu ölümlerin yaşandığı yerlere dönüşür.
Pandemi ile ilgili çeşitli komplo teorileri üretiliyor olsa da aslında görünen hiç bir ülkenin, ki buna 2012 yılında kendisine risk analiz raporu sunularak böyle bir salgından ve alınması gereken önlemlerle ilgili bilgi verilmiş olan Merkel hükümeti dahil, hazırlıklı olmadığıdır. Ülkeler ve hükümetler hazırlıksız yakalanınca haliyle AB de bu salgına karşı ortak bir tutum sergileyemedi. Bu nedenle de en çok eleştirilen organizasyon oldu.
Haftalardır AB'nin en gelişmiş ülkelerinde bunu görüyoruz. İtalya'da, İspanya'da, Fransa'da insanlar ölüyor. Ülkelerin sağlık sistemi çöküyor. Avrupa Birliği, salgın nedeniyle birlik olarak zor bir sınavdan geçiyor. Mülteci krizi nedeniyle yıllardır kendi içinde zaten zorlanıyor iken üzerine bir de korona salgını eklenince birlik bir kez daha başarısızlıkla suçlanmaya başlandı. Haklı eleştirilerdi çünkü salgın sırasında da Avrupa Birliği'nin ortak bir stratejisi olamadı. İtalya için sadece 2,3 milyar euroyu bir araya getirmeyi başardı.
Üye Devletler, AB'yi korona virüsünün yayılmasına karşı hiçbir eylemde bulunmamakla suçladılar. Ardından da AB'nin dayanışmadan yoksun olduğu tartışması başladı. Eski Komisyon Başkanı Jacques Delors, salgının AB için "ölümcül bir tehdit" oluşturduğunu dahi dile getirdi.
İngiltere'de Brexit yanlıları AB'nin korona krizinde ortak hareket etmemesini fırsat bilerek "AB'den şimdi neden ayrıldığımızı anladınız mı?" diyerek korona salgınını kendilerini bir kez daha haklı çıkarmak için malzeme yapmaktan geri durmadı.
Fransa Maliye Bakanlığı'nın önündeki AB bayrağı indirilip İtalya bayrağı asıldı. Ama aynı Fransa İsveç'in İtalya'ya gönderdiği tıbbi yardım ve malzemesine de el koymayı kendine hak olarak gördü. İsveç'in diplomatik uğraşları sonucu yardımın yarısı İtalya'ya ulaştırılabildi. Oysa AB tüm birlik için tıbbi mal alımını ortak bir şekilde organize edebilirdi. Ancak maalesef Avrupa Birliği'nin ortak bir sağlık politikası yok. Ortak hastaneleri, ortak laboratuarları da yok. Bu nedenle de salgınla mücadeleyi ülkelerin kendi ulusal düzeyde aldığı önlemlere bıraktı.
Ancak neyse ki hala üye ülkelerin demokrasisi ile ilgilenen kurumları mevcut.
'KORONA KRİZİ AVRUPA'NIN DEMOKRASİSİNİ ÖLÜDÜRMEMELİ'
Korona salgını ve yarattığı krizle mücadele etmek için şimdiye kadar 20 AB ülkesi sosyal yaşamı kısıtladı, insanların virüse karşı korunması adına gerekli önlemleri almak için bir tür acil durum mevzuatına geçti. AB ülkelerinden özellikle sağ popülist Orbán yönetimindeki Macaristan'da en sert kararlar çıktı. Çıkarılan yasada Orbán'a parlamentonun denetimine tabi olmadan, süresiz olarak kararnamelerle ülkeyi yönetme yetkisi verildi.
Orban'ın aldığı yetkiye AB üyesi ülkelerden tepkiler geldi. Çünkü uzun vadede demokrasinin bu tedbirlerle zayıflaması riski mevcut. Korona virüsü ile ilgili alınan acil önlemlerin demokratik düzeni öldürecek olma ihtimali AB içinde de tartışılıyor. Bu nedenle de AB Komisyonu, üye devletlerdeki acil durum yasalarını hukuk uzmanları aracılığıyla incelediğini duyurdu. Komisyon, çıkarılan kararnamelerin AB Antlaşması'nın 2. maddesini, yani demokratik değerleri ve temel hakları ihlal edip etmediklerini inceliyor. Eğer demokratik değerleri ihlal eden bir durum varsa müdahale edecekler.
AB ülkelerindeki acil durum yasaları ülkeye bağlı olarak genellikle 30 ila 90 günlük bir süreyle sınırlı. Hükümetler, temel hakların sınırlandırılmasını uzatmak isterse kendi parlamentolarına karşı güçlü argümanlara sahip olmak zorundalar.
AB Komisyonu, ülkelerin çıkardıkları kanunu ve uygulanmasını ayrıntılı olarak incelemek zorunda. AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Vera Jaurova , Welt gazetesine verdiği röportajda "ülkelerin uygulamalarının zaman sınırları ve etkili parlamento kontrolü konusunda endişelerim var. Korona krizinin medyada yer almasının sansürle sonuçlanma riski de vardır. Acil Durum Yasasının nasıl uygulandığına bakıyoruz" dedi.
Medya ve parlamentoların halk adına hükümetlerin üzerindeki kontrolünde oynadığı rolü kaybetmesi elbette demokrasi adına geri bir adım olurdu. Hali hazırda 18 AB üyesi ülkesi bu tarz bir açıklama yaptı.
AB Komisyonu korona krizinin temel hakları baltalamak için bir bahane olarak kullanılmaması gerektiği konusunda üye ülkeleri uyardı.
Korona salgını süresince en çok eleştirilen AB'nin salgın sonrasında dağılma ihtimali olduğu yönünde tartışmalar da sürüyor. Ulusların üzerinde, tek bir Avrupa politikası üretmeye ve ortak ekonomi yaratmaya çalışan bir birliğin üyesi olan devletler ise ulusal bazlı politika yapıyor. Sağ popülist partiler ülke yönetimlerine seçiliyor, onların ürettiği milliyetçi politikalar uygulanıyor. AB'nin ortak bir tutum sergileyememesinin en temel sebebi olarak bu çelişki ve artık AB'nin ihtiyaçlarına cevap olamayan neo-liberal politikalar olduğu görülmelidir. Korona salgını sonrasında da AB'nin dağılmasını en çok bu sağ popülist milliyetçiler savunacaktır. AB'nin salgından sonra dağılacağı çok ciddi bir ihtimal olmayabilir ama bir kez daha ortaya çıkıyor ki AB'nin kendisini, kurumlarını, Avrupa Parlamentosu'nun fonksiyonunu yeniden gözden geçirmesi ve varlığının anlamının ne olduğuna karar vermesi gerekecek.