Virüsler ve insanlar

Covid-19 salgını toplumları yalnızca hazırlıksız değil, aynı zamanda habersiz de yakaladı. Peki, insan ve toplumları inceleyen sosyal bilimler neden patojenlere yeterli ilgiyi göstermiyor?

Google Haberlere Abone ol

Koray Çalışkan & Donald MacKenzie

Şu anda bizi hazırlıksız yakalayan ve görünmeyen bir tehdidin yarattığı yeni bir küresel sağlık kriziyle karşı karşıyayız; bu, sosyal bilimlerin çakışmasına neden olan öngörüler. Göründüğü kadarıyla, sosyoloji ve ekonomi alanındaki ders kitapları, virüs dışında neredeyse her konuda fikir ayrılığı yaşıyor ama virüs söz konusu olduğunda ikisi de sessiz kalıyor. Şimdiye kadar patojenlerin (hastalık yayıcı organizmaların/ç.n.) gücünü kavrayamadılar. Sol ve sağ akımlar normal koşullarda her konuda fikir ayrılığı yaşıyor olabilir; solcular toplumun bireyden önce geldiğini düşünürken, sağcılar bireyin her şeyden önemli olduğuna inanırlar. Buna karşın, korona virüsü, onları bu ‘görünmez elleri’ bulma hususundaki başarısızlıkta birleştiriyor.

Bu eller gerçekten küçük. Elinize bir pirinç tanesi alın ve onu 20 bin kez küçültün; bu, bir korona virüsünün yani gelişimini tamamlamış bir 'viryonun' büyüklüğüne eşittir. Yüzeylerinde el benzeri sivri çıkıntılar var, bu nedenle, ona Latince ‘corona’, yani ‘taç’ adı veriliyor. Dünyada var olan tüm korona virüslerini bir araya getirseydiniz, bir kamyonu bile dolduramazlardı. Yine de etkileri muazzam.

ABD, işsizliğin Büyük Buhran’dan* daha hızlı büyüdüğü bir dönemde, önümüzdeki birkaç ay boyunca virüsle mücadele etmek için gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) yüzde onunu ayırmak zorunda kaldı.

VİRÜSÜN ÖNGÖRÜLMEMİŞ ETKİLERİ

Hisse senedi fiyatları serbest düşüşe geçti. Piyasaların kendi kendilerini düzenlemesine izin verilmedi. Kapitalistler, birdenbire sosyalist tedbirleri benimsemek zorunda kaldılar; ilk eylemleri, uzun zamandır eleştirdikleri devlet faaliyetlerinin kitlesel ölçekte genişlemesi ve kilit öneme sahip endüstrilerin fiili biçimde devletleştirilmesi oldu. Benzeri görülmemiş bir hareketle, IMF, böyle bir olayı ‘kriz’ diye nitelendirmeyi reddetti ve bunun yerine ‘savaş’ diye adlandırdı.

Bununla birlikte, virüsün etkisi en keskin şekilde toplumsal alanda hissedildi. Okulların ve üniversitelerin büyük kısmı kapatıldı. Tarihte ilk kez, bir milyardan fazla insan evlerinden dışarı çıkmıyor, insanlığın üçte biri bir tür tecrit altında ve 1.5 milyonu aşkın hasta hayatını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Binlerce ambulans on binlerce insanı evlerinden hastanelere taşıyor ve hastaların bazıları geri dönemiyor.

Virüsün siyasi etkisi de sürpriz olmadı. İnsanlar evde veya hastanelerde kaldıkça, demokrasiler çökmeye başladı. İngiltere’de, politikacılara, herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın insanları süresiz biçimde gözaltında tutma yetkisi verilmeye çalışıldı. ABD sığınmacıların bütün yasal haklarını ortadan kaldırmaya çalıştı. Macaristan liderine, bir kararname ile, süresiz olarak hükmetmek üzere sınırsız yetki tanındı. İsrail hükümeti dijital gözlem yoluyla vatandaşlarını takip altına aldı. Çin’in virüse verdiği yanıt, en gelişmiş dijital teknolojiyi, tek parti devletinin bir milyardan fazla insanın hareketlerini ayrıntılı olarak yönetme konusundaki süregelen genel yaklaşımıyla birleştiriyor. Dünyanın büyük kısmı küresel bir Panoptikon’a** dönüştü; Michel Foucault mezarında halimize gülüyor olmalı.

BU FELAKETİ NASIL AÇIKLAYABİLİRİZ?

Arundhati Roy, Financial Times tarafından son zamanlarda erişime açılan ve küresel salgın hakkında yayın yapan bir portalda şu soruyu soruyor: Başımıza gelen bu şey nedir? Ne olduğunu bilmiyor olabiliriz ama neden bilmediğimizi biliyoruz. Herkes virüsü bir neden olarak değerlendirirken, yalnızca birkaç sosyal bilimler ders kitabı şimdiye dek bir virüsten bahsetmiştir. Sosyal bilimler, tüm açıklamaların merkezine tekil aktörleri (ekonomistlerin ‘birey’ini) ya da kolektif aktörleri (sosyologların ‘sınıf’ını veya diğer topluluklarını) yerleştirirken, sosyal bilimler -küçük ya da büyük, organize ya da anarşik, çok sayıda veya eşi görülmemiş derecede güçlü olan- diğer aktörleri dikkate almayı reddetmiştir. Bu virüs gibi aktörler herkesi evine hapsedebilir, ekonomileri ezip geçebilir, diktatörlükler ortaya çıkarabilir ve insanların birbirlerini öldürdüğü pek çok savaştan daha fazla sayıda insanın canını alabilir.

Biz, yani sosyal bilimciler, virüslerin ve insanların nasıl da ilişkili olduğunu göremedik. İnsan olmayan her şey görüş alanımızdan kaçıyor; onları eleyip bir kenara koyuyoruz. Bu kadar büyük bir ihmâl, birlikte yaşadığımız ve bizim gibi davranan insan olmayan aktörlere karşı hazırlanmamızı imkânsız kılıyor.

Virüsler ve insanlar arasında birçok benzerlik mevcuttur. Tıpkı insanların dünyaya yaptığı gibi, korona virüsü de içinde yaşadığı ev sahibine zarar verir. Şüphesiz, ne insanlar ne de virüsler böyle bir yıkım niyetiyle hareket etmezler. Tüm konaklarını süratle öldüren bir virüs yok olmaya mahkûmdur. Hem insanlar hem de virüsler varlığını sürdürmek için yaşarlar. O andan itibaren bir şeyler kendi kendine gerçekleşir. Ekonomistler, ‘sadece yaşadığımız’ bir ‘dışsallık’ söz konusuyken ‘olanların’ etkilerini dile getirir ve bu nedenle değerlendirmelerine bunu eklerler. Virüs bizi öldürür; biz dünyayı öldürürüz. Virüs bizi ‘görür’; biz onu göremeyiz.

SOSYAL BİLİMLER HÜKMÜNÜ YİTİRİRKEN

Gerçek anlamda ilk küresel çaplı sosyal deneyle yüz yüze olduğumuz bu dönemde, sosyal bilimlerin merceği bulanıklaşıyor. Vücudumuzu korumak için yüzümüzü solunum maskeleriyle kapatırken, virüsü görmekten aciz sosyal bilimlerle de mecazi biçimde gözlerimizi kapatıyoruz. Yalnızca insani aktörlere odaklanarak olanları ve olacakları tartışmak, sadece insanlara atıfta bulunduğu için artık hükmünü yitiriyor. Virüs bu bakış açısını da öldürdü. Peki, sosyal bilimleri nasıl geliştirebilir ve yeni bir sürümünü hayal edebiliriz? Bu, hayati önem taşıyan bir sorudur; çünkü sosyal bilimler, tüm bilimler bağlamında olasılık durumunu incelemek için elimizdeki tek çerçeve.

Buna rağmen, iyi haberler de var. Arkeoloji, tarih, coğrafya, epidemiyoloji*** gibi alanların yanı sıra, bilim ve teknolojiyle ilgili sosyal çalışmalar yürüten birçok bilim insanı, artık araştırmalarında makineler ve virüsler gibi ‘insan olmayan’ aktörlere de tam anlamıyla dikkat çekmeye başladılar. Geçtiğimiz birkaç hafta içerisinde, muhtemelen birçok bilim insanı William McNeill’in 1976’da yayınlanan ‘Plagues and Peoples’ (Veba salgınları ve İnsanlar) adlı kitabın toz kaplı kopyalarını kitaplıklarından çıkardı. Ancak sosyal bilimlerde, insanların ve insan olmayan varlıkların nasıl etkileşime girdiğine dair araştırmalar genellikle marjinal görülmüştür. Akademisyenler, genellikle kendilerinin adlandırabilecekleri ve sonrasında insanlar arasında dolaylı biçimde bir etkileşim alanı olarak tanımlayabilecekleri ayırt edici bir disiplin alanı oluşturmaya çalışırlar. Bruno Latour ve Michel Callon gibi sosyal kuramcıların öncü çalışmaları, insan olmayan aktörleri toplumlar ve ekonomiler hakkındaki analizlerimize tam anlamıyla dahil etme ihtiyacını ortaya koymuştur; bu yüzden, yaklaşımları özellikle de önümüzdeki yıllarda büyük değer taşıyacaktır.

Bu salgın bittikten sonra, tüm sosyal bilimler kitaplarını yeniden yazmamız gerekecek. İnsanların ve insan olmayan varlıkların nasıl etkileştiğini görmezden gelmeyi bırakmalıyız. İnsanın varoluşunu tanımlayan her şeyin yanında, virüslerin konağı olduğumuz da bir gerçektir. Dünya, insanla etkileşimini anlatan bir tiyatroyu canlandırdığımız pasif bir sahne değil, aslında tam anlamıyla bizim ev sahibimizdir. Gezegenle ilgili meseleleri de ekonomik değerlendirmelerimize dahil etmeliyiz. Bununla birlikte, çevrimiçi platformlar, arabalar, silahlar, bilgisayarlar ve telefonlar gibi etkenlerin de bize, virüslere ve gezegene bir şeyler yaptığını artık görmemiz gerekiyor. Bunu yalnızca bilim uğruna değil, aynı zamanda bir virüs gibi davranmayı bırakıp bir tür olarak hayatta kalmak adına kabul etmeliyiz.

*1929 Dünya Ekonomik Bunalımı veya ‘Büyük Buhran’, 1929'da başlayan ve 1930'lu yıllar boyunca devam eden ekonomik buhrana verilen isimdir. (ç.n.)

**Panoptikon, İngiliz filozof ve toplum kuramcısı Jeremy Bentham’ın 1785 yılında tasarlamış olduğu hapishane inşaatı modelidir. Tasarımın konsepti her şeyi gözetlemeye olanak sağlar. ‘Bütünü (pan-) gözlemlemek (-opticon)’ anlamına gelen bu tasarım, birkaç katlık tek odalı hücrelerden oluşan bir halka üzerine kuruludur. Her hücre bu halkanın iç kısmına bakar ve halkanın dış cephesindeki duvarda birer pencere vardır. Halkanın ortasında, mahpuslardan tamamen gizlenen bir yerde, gözlemcilerin kaldığı bir nöbet kulesi yer almaktadır. (ç.n.)

***Epidemiyoloji, toplumdaki hastalık, kaza ve sağlıkla ilgili durumların dağılımını, görülme sıklıklarını ve bunları etkileyen belirteçleri inceleyen bir tıp alanıdır. (ç.n.)


Yazının aslı Eurozine sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)