Dünyada dolaşan bir hayalet: Kamulaştırma
İstanbul, Gezi Parkı ve diğer varlıkların özelleştirilmesine sahne olurken, dünyada yeniden kamulaştırma pratiklerinin belki de en ilginç örnekleri devletleştirmelerden değil, yeniden belediyeleştirme hareketinden geliyor.
Bilge Serin
Geçtiğimiz günlerde Gezi Parkı’nın mülkiyetinin bir vakfa devredildiği haberi duyulur duyulmaz, konu doğal olarak gündeme oturdu. Bu devrin ve sonuçlarının çok boyutluluğu su götürmez bir gerçek. Bir yandan halka ait bir park nasıl olur da belediyenin elinden alınır ve bir vakfa adeta sıradan bir arsa gibi devredilir diye tartışıldı. Diğer yandan da, bu vakfın aslında halihazırda etkin bir vakıf olmaması şaşkınlık yarattı. Böylece, birçoğumuz 'mazbut vakıf' diye bir tanım olduğunu öğrendik. Taksim Meydanı’nın tartışılmaz bir parçası olan Gezi Parkı’nın mülkiyetindeki böyle ani bir değişikliğin, başlayacak olan meydan düzenleme projenin tasarımı ve uygulaması konusunda sorunlar yaratacağı da görülüyor. Bunun yanı sıra, aslında vakıflara devredilen tek yerin Gezi Parkı olmadığı; Galata Kulesi, Pera Palas Oteli, Selimiye Kışlası gibi pek çok yapının da yakın zamanda peş peşe vakıflara devredildiği ortaya çıktı.
Bu tartışmaların gölgesinde kalan bir nokta, yapılan bu eylemin dört başı mamur bir özelleştirme olduğuydu. Her ne kadar vakıflar kurumsal olarak özel sektörden ayrı gibi görülseler de, yapılan işlem pratikte, bu varlıkların mülkiyetinin kamunun elinden çıkarılması. Dolayısıyla, Gezi Parkı’nın devri ve diğer devirler kamu mülkiyetinde olan alanları bir anda sorgusuz sualsiz özelleştirmiş oluyor. Belki, bu konunun gölgede kalmasının diğer bir nedeni de, özelleştirme uygulamalarının kanıksanmış olması. Günümüz Türkiye’sinde herhangi bir kamusal varlığın özel mülk haline gelmesi normalleşmiş gibi yadırganmaz bir hal almış durumda. Yol, köprü, hastane gibi en temel altyapı yatırımlarının özel sektör tarafından geçiş ya da hasta garantisi ile yapılması, temizlik hizmetlerinden bakım hizmetlerine birçok kamusal hizmetin taşeronlaştırılarak özelleştirilmesi, kamu arazilerinin TOKİ projelerine tahsis edilmesi ve bu alanların konut projeleri aracılığıyla özel mülke devredilmesi gibi birçok uygulama bu kanıksanmış özelleştirmelere örnek gösterilebilir. Kamulaştırma dendiğinde ise, sanki çok uzak zamanlardan nostaljik bir konudan bahsediliyormuşçasına tepkiler almak da şaşırtıcı olmuyor.
Oysaki, kamulaştırma dünyanın birçok ülkesinde neoliberal tahribata karşı bir çözüm olarak tekrar gündemde. Buna en son örnek Birleşik Krallık gibi neoliberalizmin merkezi olarak görülen bir ülkeden geldi. Önce Galler, daha sonra da İskoçya demiryolları işletmelerini yeniden kamulaştırma kararı aldı. Bunu Manchester’dan gelen özelleştirilen şehir içi otobüs işletmesinin kamulaştırılacağı kararı geldi. Özelleştirildikten sonra hizmet kalitesindeki gerileme ve fahiş bilet fiyatları düşünüldüğünde bu haberler genel olarak olumlu karşılandı. Ki, yeniden kamulaştırma İngiltere İşçi Partisi’nin son seçim vaatlerinin temelini oluşturuyordu. İşçi Partisi seçimi kaybetse de bu süreçte yapılan kamuoyu araştırmaları halkın üçte ikisinin kamulaştırmaya sıcak baktığını gösterdi.
İstanbul, Gezi Parkı ve diğer varlıkların özelleştirilmesine sahne olurken, dünyada yeniden kamulaştırma pratiklerinin belki de en ilginç örnekleri devletleştirmelerden değil, yeniden belediyeleştirme hareketinden geliyor. Yeniden belediyeleştirme (remunicipalisation) en basit tanımıyla önceki dönemlerde özelleştirilmiş kamu hizmetlerinin belediyelerce yeniden kamulaştırılması anlamına geliyor. Dünyada çeşitli kentler, özelleştirilen hizmetlerin kalitesindeki düşüşlere ve servis sağlayıcıları ile yaşanan sonu gelmeyen sorunlara çözümü bu hizmetleri ve altyapıyı yeniden belediyeleştirmekte buluyor. Hollanda merkezli bir araştırma ve düşünce kuruluşu olan Transnational Institute’un geçen yıl yayınladığı araştırmaya göre 2000–2019 yılları arasında 58 farklı ülkede 2 bin 400 kent çeşitli hizmetleri yeniden belediyeleştirdi. Örneğin İspanya’da bu dönemde sağlık, enerji, eğitim gibi çeşitli sektörlerde 105 yeniden belediyeleştirme gerçekleştirilmiş. Bu sayı Almanya’da 255, Amerika Birleşik Devletleri’nde 81, Fransa’da ise 150’nin üzerinde. Bu konuda en öne çıkan pratik ise, su altyapısının yeniden belediyeleştirilmesi. Aynı kurumun yayınladığı ‘suyun yeniden belediyeleştirilmesi sayacı’ bu kamulaştırma hareketinin tüm dünyaya nasıl yayıldığını çarpıcı olarak gösteriyor. Avustralya dışında tüm kıtalarda su yeniden kamulaştırılıyor.
Bu örneklerin bize anlattığı şey aslında ‘kamusal hizmetlerin özel sektör eliyle sağlanmasının daha etkin ve verimli olacağı’ tezinin pratikte çökmüş olduğu. Ve bu çöküş sadece bir iki ülkede gözlenmiyor. Dünyanın çeşitli kıtalarında, çok farklı gelişmişlik düzeyindeki ülkelerinde, büyük ya da küçük kentlerde, özelleştirilmiş olan kamusal hizmetler yeniden kamulaştırılıyor. Bu bazen Birleşik Krallık’taki gibi temel altyapı işletmelerinin yeniden devletleştirilmesi biçiminde, bazense suyun yeniden belediyeleştirilmesi biçimde gerçekleşiyor. Yarım yüzyıllık neoliberal politikalara karşı, dünyada kamulaştırma adında bir hayalet dolaşıyor.