Dünya'nın Ucundaki Fener'i neden hiç unutmadım?
Jules Verne’in anlattığı o yeni dünya artık eskidi. Başka bir dünyadayız artık. Ama arayanlar için o ruh, o kıpır kıpır merak hâlâ duruyor. Kitaplar duruyor. O kitapların birbirinden güzel kapakları da duruyor. “Altın Fırçalı Adam” Aslan Şükür’ün resmettiği kapaklar… Zagor’ların, Mister No’ların, Tommiks Teksas’ların kapakları da bu hafta kaybettiğimiz Şükür’ün fırçasından çıkmıştı. Çocukluk bir küçük bahçede otururken en uzaklara gidebilmektir. Şükür, bu seyahati müthiş renklere bezedi.
Sarı yağmurluklu, kaba sakallı bir gemici, muhtemelen bir kaptan, dalgalarla alt üst geminin güvertesinde avazı çıktığı kadar haykırıyor. Fırtınalı bir gece, karanlıkta şimşekler… Deniz hiddetli, kabarmış. Uzakta bir fener, belli belirsiz çakıyor. Bu gemi acaba sabaha, feraha varır mı? Gemici haykırmaya devam ediyor…
Bu fırtına, bu mücadele, bu kaos, bu haykırış, fenerin ışığında belli belirsiz çakan bu umut, hepsi tek bir resimde birleşmiş. Bir kapak resminde… Jules Verne’in “Dünyanın Ucundaki Fener”inin Altın Kitaplar tarafından basılan, şimdi nostaljik kapağındaki resim bu.
Aynı zamanda Verne’nin büyülü dünyasına açılan bir pencere. Gemilerin, trenlerin, denizaltıların, roketlerin, balonların, buluşların, keşiflerin, o bin bir sürprizle dolu seyahatlerin dünyasına giriş biletlerinden sadece biri.
“Fahrenheit 451”in yazarı Ray Bradbury, “Hepimiz öyle veya böyle Jules Verne’in çocuklarıyız” demişti. Öyle haklı ki… Üstelik, Verne dünyaya hareket veren o muazzam enerjiyi, en çok çocuklukta kendini bulan merakı hep başrole yerleştirdiği için haklı değil sadece, Fransız yazarın romanları dünyanın her yanında çocukların rüyalarına eşlik ettiği için de haklı… Evet, Jules Verne romanları biraz da çocukluktur.
Benim çocukluğum da Jules Verne ile geçti. Ciltler dolusu kitabı dönüp dönüp okudum. Kaptan Grant’ın Çocukları, Esrarlı Ada, Aya Seyahat, Seksen Günde Devri Alem, Arzın Merkezine Seyahat, Denizler Altında 20 Bin Fersah, İki Yıl Okul Tatili… Ah, tabii, bir de Dünyanın Ucundaki Fener.
Evet, Dünyanın Ucundaki Fener… Yani bu yazının girişinde o muazzam kapağının resmini beceriksizce tarif etmeye çalıştığım roman. Defalarca okumuştum ama çocukluk şimdi uzak bir liman; kurgusunu hatırlayamıyorum. Olaylar Arjantin’de, sanırım Güney Amerika’nın ta ucundaki fenerde geçiyordu. Fener bekçileri, gemiciler, gerisi hayal meyal…
Ama gözlerimi kapatır kapatmaz o kapak zihnimde canlanıyor. İşte fırtına, işte fener… İşte dalgaların sırılsıklam yaptığı o gemici hâlâ haykırıyor. O kadar canlı bir resim ki…
Bir resim nasıl bu kadar etkili olabilir? Nasıl bu kadar canlı kalabilir?
Cevap belli. Bir büyük ustanın, Aslan Şükür’ün fırçasından çıkmış olduğu için.
“Altın fırçalı adam”ın bir eseri o…
Aslan Şükür’ü bu hafta kaybettik. Altın fırçalı adam artık yok. Demek ki çocukluğumdan bir parça da yok.
Jules Verne ne kadar çocukluksa, Aslan Şükür de o kadar çocukluk benim için.
Sadece benim için mi?
Aslan Şükür, on yıllar boyunca birden fazla kuşağın çocukluğunu renklere ve hayallere boyadı. Ben onu en çok Jules Verne kapaklarıyla hatırlıyorum, öyle de hatırlamaya devam edeceğim ama bu kapakların Şükür külliyatının nispeten merkeze uzak parçaları olduğunu da biliyorum. Aslan Şükür’ün o altın fırçasından neler neler çıkmadı ki…
Biraz geriye gidelim… Türkiye, yetmişli seksenli yıllarda çizgiromanları, dışarıdan özellikle de İtalya’dan ithal ediyordu ama kapaklarımız büyük ölçüde orijinaldi. Çünkü bu işlerin müsebbibi Tay Yayınları’nda Aslan Şükür çalışıyordu.
Kızılmaske-Zagor, Teksas, Tommiks, Mister No, Atlantis (Martin Mystere), Mandrake, Tom Braks… Ayrıca yerli imalat Karaoğlan, Yüzbaşı Volkan, Yıldırım Kemal… Daha nice eserin kapağı Şükür’ün elinden, fırçasından çıkmadır. Elbette başka isimler, başka çizerler de var ama Aslan Şükür tenhada işleyen bir devridaim makinesi rolüyle kalabalık bir devri resmedip geçmiştir. Öyle bin-iki bin değil, bir dönem her nüshası on binlerce, yüz binlerce basılan eserlerden bahsediyorum. Toplayınca müthiş bir hafızaya tekabül ediyor.
Devir demişken… Tay Yayınları, tüm o çizgiromanlar, genç ve hevesli çizerler, çizgili hayatların aşıkları… Film afişlerini resmedenler, yeniden üretenler… Dönem filmlerine, dizilerine neden halen konu olmadığını anlamadığım renkli mi renkli bir dünya bu. Kazıdıkça ne hazineler çıkıyor ama hepsi de gölgede kalıyor.
Neyse ki Aslan Şükür’ün hikâyesi anlatıldı. 2018 yapımı “Altın Fırçalı Adam” belgeseli (yönetmen Fatih Yürür, yapımcı Hakan Tunga Kalkan) çok önemli bir hayatı karanlıkta kalmaktan kurtardı.
Belgeselden Şükür’ün, Zagor’un yaratıcısı İtalyan çizer Gallieno Ferri ile sık sık paslaştığını öğreniyoruz. Ferri, Şükür’ün işlerini o kadar beğeniyor ki bazı kapaklarını alıp doğrudan İtalya’daki baskılarda kullanıyor.
Kızılmaske’nin kostümünün aslında mor olduğunu, Aslan Şükür’ün tercihiyle Türkiye’de kırmızıya döndüğünü de belgeselden öğreniyoruz.
Bir de şu ilginç not: Tay Tayınları’nın sahibi Sezen Yalçıner (bu efsane yayıncı da iki sene önce aramızdan ayrıldı), tüm bu önemli çizgiromanların üreticisi Bonelli ile İtalya’da karşılaşır. Bonelli, Yalçıner’e dert yanar: “Judas ve Jeriko bizde tutmadı ama sizde tutmuş, neden?” Yalçıner kendinden emin cevap verir: “Kapağı Aslan çizseydi sizde de tutardı.”
“Kapağı iyi ki Aslan çizmiş” denecek çok eser var ama çizgiromanları bunca sevmeme rağmen benim için yine de, varsa yoksa Altın Yayınları’nın Jules Verne kapakları… “Altın Fırçalı Adam” belgeseli, bu açıdan, yayıncılık tarihimizin çok önemli bir detayının altını çiziyor. Şükür, dönemin popüler yazarı Barbara Cartland’ın eserlerinin kapaklarını resmederken çocuk yayıncılığının akışını da değiştirmiş. Nedenini nasılını Aslan Şükür’den dinleyelim:
“Barbara Cartland çizerken, ben çocuk kitaplarının noksanlığını fark ettim. Dedim ki, Türkiye’de aman aman çocuk kitabı yok. Hani şöyle afişiye [kendi ifadesi], güzel, maceralı, hoş çizimlerle çocuk kitaplarını sevdirebilir miyiz? Bunu Altın Kitaplar’ın müdürü Uğur Bey’e söyledim. Uğur Bey dedi ki, ‘Aslan, şömizli olması lazım, pahalı olur’. ‘Abi’ dedim, ‘bazılarını şömizli yaparız, bazılarını karton kapağa basarız, çocuklar da fiyatlarına göre alırlar.’ Gerçekten de bu işe girdik. Jules Verne, dünya klasikleri vs… Onları afişiye, meraklı, güzel resimlerle çizdik. Bazıları şömizli, bazıları karton kapak. Satışlar da mükemmeldi. Bizden sonra Aka, İnkılâp, Kelebek Yayınları, Nil Yayınları ve daha pek çok yayınevi Jules Verne’e girdiler. Çocuk kitapları ufak ufak çoğalmaya başladı. Sanırım çocuklar için en faydalı çizimlerim, işim budur. Türkiye’de çocuk kitaplarını yaygınlaştırdım, çok şükür.”
Çocukluğumuzun o büyülü dünyası demek böyle kurulmuş. Bu dünyanın kurulmasına o emsalsiz kapakların çizeri ön ayak olmuş. Hiç yoktan gülümseten bir ayrıntı. Çocukluğumuza fazladan bir selam…
Bugün o kitaplar yok. Yokluğuna hayıflanmıyorum, bir dönemdi geldi geçti; bugünün çocukları meraklarını elbette başka araçlarla, başka hikâyelerle, başka resimlerle keskinleştiriyorlar.
Ama yine de bir şeye hayıflanıyorum: Bir dönemin çocuklarını birbirine bağlayan bağlar şimdi var mı? Altın Kitaplar'ın Jules Verne kapakları deyince birbirini kucaklamak isteyecek yüzlerce, binlerce ‘eski’ çocuk olduğunu biliyorum. Bunu biliyorum, çünkü daha önce konuştuk. Ortak çizgifilmlerimizi, ders kitaplarımızı, tatillerimizi, dertlerimizi, renklerimizi, kokularımızı konuşurken bunları da konuştuk. İyi kötü birbirimizi bilen, birbirimizin farkında insanlarız. Nerelerden geçip geldiğimizi, nerelerden beslendiğimizi bir küçücük sohbette anlayan kuşaklarız. Denizler Altında Yirmi Bin Fersah’ın, Aya Seyahat’in, İki Yıl Okul Tatili’nin ve daha nicelerinin kapakları, onları sadece zihnimizde canlandırınca bile, bizi hepimizin bildiği bir diyara götürüyor. İlla mutlu mesut değil ama ortak bir yere… Bugünün çocuklarının, bin kaynaktan beslenen ve bizi herhalde fersah fersah aşacak geleceğin büyüklerinin bilmeyeceği bir ortaklık.
Yine de bizi onlara, onları insanlığa ve bu arada Jules Verne’nin tüm külliyatına bağlayan bir başka ortaklığımız da var. Merak… Sürekli bir arayış tutkusu. Ama bir yandan da tam tersi: Kendimizi her şeyden, kendimizden bile uzağa saklama hayali. Bir bakıma, çocukluğun az tarif edilmiş bahçesi…
Roland Barthes, yazar hakkındaki ‘Nautilus ve Batık Gemi’ başlıklı makalesinde bundan bahseder. Verne’nin tüm o seyahatlere ve keşiflere rağmen nasıl da aykırı, kendi kategorileri ve prensipleri olan bir evren yarattığını anlatır.
“Bana kalırsa bu prensip sürekli bir kendini tecrit eylemidir. Çünkü Verne’deki seyahat hayali kendini kapatmaya dönük bir arayışa denk düşer. Çocukluk ve Verne arasındaki bağdaşma alelade bir esrarlı macera havasından kaynaklanmaz; aksine sınırlardan, sınırlamalardan alınan ortak hazdan da doğar. Bunu çocukların çadırlara ve kulübelere dönük tutkusunda da görebilirsiniz: Kendini bir yere kapatıp oraya yerleşmek hem Verne’in hem çocukluğun varoluş hayalidir.”
İnsan bazen kendini o uzak çocukluk hayalinin içine kapatıp, esas oraya yerleşmek istiyor.
İspanya’da, Altamira Mağarası’nda tarih öncesi atalarımızın çizdiği o duvar resimlerini hatırlayın. Bizonlar, yollar, insanlar… Binlerce yılın hafızası orada. Çocukluk da işte öyle bir tecrit. Duvarları seyahatlerle, ışık yıllarıyla, roket hızlarıyla dolu, tarih öncesinden bir mağara…
Jules Verne bu büyük tecriti, bu büyük yolculuğu hikâye etti. Aslan Şükür de altın fırçasıyla resmetti. Bu dünyaya dokunup, bu dünyayı değiştirip geçtiler. Hayaller bıraktılar.
Hepimiz o hayalleri görüyoruz. Artık bizim hayalimiz onlar…
Gözlerimi kapatıyorum. Fırtınaya tutulmuş bir kaptan güvertede haykırıyor. Gözlerimi kapatıyorum. Dalgalar köpürüyor. Gözlerimi kapatıyorum. Bir fener uzaklarda belli belirsiz çakıyor…
Yenal Bilgici Kimdir?
Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.
Brezilya günlükleri: Anne biz artık zengin miyiz? 21 Temmuz 2024
Tourists, Go Home! 14 Temmuz 2024
100 bin oyla Meclis’e giren gergedan Cacareco’nun ilham veren hikâyesi 07 Temmuz 2024
Cézanne’ın dağı, Sisifos’un çilesi, hem tanıdık hem yepyeni 30 Haziran 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI