Dünyayı kurtaran tasarım
Mimarlık alanında kaçınılmaz kavramlar olan sürdürülebilirlik ve dayanıklılığı teşvik eden örnekler, yerel malzemeler artık hak ettikleri değeri görmeye başladılar. Güneş enerjisi ile ısınma, nefes alan cepheler ve doğal havalandırma gibi yeşil bina tasarım ilkeleri, enerji tüketimini azaltmaya ve iklim değişikliğinin etkilerini hafifletmeye yardımcı olmaya çalışıyor.
Türk Sineması’nın en tanınan jönlerinden birinin senaryosu ve başrol oyunculuğu ile, sinema tarihimizin belki de en çok bilinen filmlerinden biri olan Dünyayı Kurtaran Adam, 1982 yılında beyaz perdeye yansımıştı. 50 milyon TL harcanarak çekilen filmin 25 milyon TL hasılat yaptığını belirtiyor Wikipedia; filmin batık bütçesi sanırım yönetmen Çetin İnanç’ın ve Cüneyt Arkın’ın cebinden çıkmıştır. Bu yapım aynı zamanda bir kült olarak nitelendirilir zira en kötü film dalında yurt dışında da nam salmış; Turkish Star Wars ismi ile DVD’leri satışa sunulmuş, özel gösterimler düzenlenmiş. Pek çok alanda olduğu gibi, bu alanda da dünya çapındaki namımız “en kötü” üzerinden olmuş, çok mu..
Nasıl olmasın, bu filmin tutarsızlıkları, coğrafi hataları, çekim hataları inceleyenlere ayrı bir konu olmuş, günümüzde Youtube üzerinden hepsi tek tek irdelenebiliyor. Senaryosunu Arkın’ın yazdığı (!) kaynaklarda belirtilen bu filmin tahminen 19 adet yabancı farklı yapımdan “kesme, biçme” tekniği ile bir araya getirildiğini, başka bir deyiş ile kopyalandığını biliyoruz. Bu çokluk öyle fazla ki, baştan sona, bugünün kafası ile izlemeye kalksanız ne olup bittiğini takip edemiyorsunuz.
80’ler ruh hali nasıldı bilen okuyucularım eminim vardır; o arada bu film de Türkiyelilere iyi gelmiş olabilir. Nitekim o yıllarda sokakta kan ve dehşet vardı ülkede. Çok değil 2 yıl önce yaşanan 12 Eylül darbesinde cezaevlerinde işkence sonucu 171 kişi olmak üzere yaklaşık 300 kişi öldü. 48 kişi (24 adli suçlu, 15 sol, 8 sağ, 1 ASALA militanı) idam edildi; evet idam edildi. (Ref: Wikipedia). Ölmeyenler uzun yıllarını hapiste, başaranlar ise sınır dışında siyasi göçmen olarak geçirdi. Böyle bir atmosfer içinde belki de Dünyayı Kurtaran Adam gibi bir filmi çekebilecek kafada adamlar olmak da ilginçti; dünyayı olmasa da kimilerinin akıl sağlığını kurtarmış olabilir bu film. Hani çok yorgun, bıkmış, bezmiş olduğunuzda kendinizi en niteliksiz, özelliksiz filme, diziye teslim edersiniz ya; tam da öyle bir şey.
Gerçekleştirdiği intihal, tutarsızlıklar, kalitesizlik gibi unsurlar bir yana, her yaratıcı üretimin hizmet ettiği bir şeyler elbette var. Bu film bize en başta yaratıcı cesareti sunuyor. Aynı zamanda ünlenmek için en iyi olmak kadar en kötü olmanın da önemli olabileceğini gösteriyor. Eğer bu kötülük bir naiflik içeriyorsa, ki sanıyorum Amerika’nın bu filme yaklaşımı içerdiği naiflik sebebiyle olumlu olmuştur- içinde yine de üzerinde konuşmaya değer bir şeyler barındırabiliyor. Bu film de öyle.
Bu yılki yayın döneminde Açık Radyo’da Dünyayı Kurtaran Tasarım isminde bir program hazırlayıp sunuyorum. On beş günde bir yayınlanan programımın ismini bu kült filmden esinlenerek koydum, bunun da birkaç sebebi var. Tasarım, dünya gündeminden üstümüze yağan irili ufaklı konular düşünüldüğünde epey naif kalan bir kavram. İlki bu naiflik. Bir yandan da aslında hayatımızın her yerini kaplayan bir mesleki alan. Bu kadar her yerde olup da bu denli görünmeyen, düşünülmeyen veya göz ardı edilen başka bir alan var mı bilmiyorum. Bu nedenle aslında tasarımın dünyayı kurtarmakla ilişkisi hem çok yoğun hem de bir o kadar görünmez. Dünya üzerinde milyonlarca profesyonel onlarca özel alanda her an araştırıyor, geliştiriyor, tasarlıyor ve üretiyor, bizler ise sorgulamadan tüketiyoruz.
Marketten aldığımız yoğurdun son kullanma tarihine, içeceğin içindeki asit oranına, bisküvinin içindeki GDO’ya baktığımız kadar giydiğimiz tshirt’ün nerede, nasıl, ne ile üretildiğine, oturduğumuz yapının güvenliğine, çatımızın izolasyonuna, elektrikli ev eşyamızın kullandığı enerji miktarına, atık suyumuzun rotasına, her gün ürettiğimiz çöpümüzün akıbetine bakmıyoruz. Çevreciyiz naraları atarken, mutfak dolaplarımızı yaptırdığımız köşe başındaki mobilyacı Mehmet efendinin kerestesi belki Bolu ormanlarından kaçak kesilip geldi, bununla hiçbirimiz aslında ilgilenmiyoruz. Yaşamlarımız içinde takındığımız bireysel veya toplu tutumlar bu yazımın konusu değil; bunlara daha önce yeşil hipokrit çağı başlıklı bir yazımda değinmiştim.
Dünyayı Kurtaran Tasarım kavramı altında ben aslında geri planda sessiz sedasız kendi üretimlerinde, yaratımlarında dünyayı daha iyi bir yer haline getiren kişileri, oluşumları, çabaları ön plana çıkarmayı hedefliyorum.
Onlar, bir bakıma kurtarılması imkansız bir evrende, aynı Cüneyt Arkın gibi oldukça zor hesaplarla, eşit olamayan koşullar içinde farklı galaksilerde kendi mücadelelerini veriyorlar; hepsi dünyayı daha iyi bir yer yapma idealini içselleştirmiş, kendi kültürünü edinmiş tasarımcılar, mimarlar, sanatçılar.
Programımda dokuzuncu bölümü geride bırakırken, kentlerin inşasından ambalajlara, el işçiliğinin öneminden tasarım eğitimine, mobilya tasarımı ve üretiminden miselyum gibi yaratıcı bir malzemeye, ışık kirliliğinden dijital sanat örneğinden yola çıkarak komünite oluşturmaya dek pek çok alanda ilgililer ile sohbetler ediyoruz.
Yüzyılın felaketi denilen bir deprem yaşadık; ardından yıkılan kentleri çağın gereklerine uygun bir biçimde ayağa kaldırabiliyor muyuz? Bu yeniden yapımın göbeğine insanı, tarihi, doğaya saygıyı koyabiliyor muyuz? Kentsel tasarımcıların ve mimarların rolü bu yeniden yapımda ne kadar önemli?
Gelişen teknoloji çağında el işçiliği unutulacak mı, yoksa daha mı önemli ve kıymetli hale gelecek? El işçiliğinin özelliği nedir?
Artan kentleşme ve teknolojik imkanlar ile geceleri hiç olmadığı kadar aydınlık ortamlarda yaşıyoruz; bunun bizler ve diğer canlılar üzerindeki etkileri nelerdir? Aydınlatma tasarımı ülkemizde yeni gelişen bir alan olarak bu konuda nasıl bir bilinç sağlayabilir?
Her gün ürettiğimiz çöpler nereye gidiyor? Neden bu kadar çok çöp üretiyoruz? Ambalaj tasarımı bu konuda bir iyileşme sağlayabilir mi?
Miselyum yeni bir malzeme olarak nerelerde kullanılıyor? Yenilikçi malzemeler geleceğimizi nasıl şekillendirecek?
Tasarım sadece tasarımcıları ve son kullanıcıları ilgilendiren bir konu mu? Yerel yöneticiler tasarımı süreçlerine nasıl entegre edebilir ve bunun faydaları neler olabilir?
Bir tasarımcı eğitim hayatını nasıl değerlendirmeli? Ofis açmak ve yürütmek tasarımcı olmak için yeterli mi? Tasarım ile markalaşmak nasıl bir süreç gerektiriyor?
Yaratıcı pratiklerde komünite (topluluk) oluşturmanın önemi nedir, herkes kendi bireyel çabaları ile mi ilerlemeli, yoksa çeşitli topluluklar ve etkinlikler bu bireysel çabaların gücünü arttırabilir mi?
Bu ve benzeri pek çok soru etrafında ilgili alanların uzmanları ile gerçekleştirdiğimiz kısa sohbetlerde tasarımın aslında nasıl da yaşamın her alanına nüfuz etmiş bir mesele olduğunu tekrar tekrar anlayabiliyoruz.
Ülkemizde insanlar genellikle son ürün/ sonuç üzerinden düşünme eylemine başlıyor; bu sosyolojik bir sorun. Bu durumu açmam gerekirse, Kabataş iskelesi bitince ortaya çıkan sonucu eleştirebiliyoruz. Adalar gibi göz bebeği bir coğrafyaya gelen uygunsuz ulaşım birimlerinden her şey olup bittikten sonra haberdar olup, iş işten geçmişken mücadele veriyoruz. Ergonomik olarak hatalı bir sandalyeyi satın alıp evimizde kullandıktan sonra bel ağrılarımız artınca idrak ediyoruz. Bedenimize uymayan bir ayakkabıyı, ayağımızı nasır bağlasa da giyiyoruz. Örnekler sonsuz sayıda her an etrafımızda var.
Böyle bir dünyada kimi tasarımcılar bu tür sorunları ve daha aklımıza gelmeyecek binlercesini bizlerin adına dertleniyorlar. Dünya üzerinde tasarım uygulamalarının böylesine kapsamlı ve derin bir etkisi var. Tasarım sadece günlük yaşantımızı iyileştirmekle kalmıyor, aynı zamanda acil küresel sorunlarla başa çıkmada da hayati bir rol oynuyor.
Ürün tasarımından sosyal tasarıma, kentsel tasarımdan mimariye, tasarımın her yönü daha sürdürülebilir ve gelişmekte olan bir evren yaratmaya katkıda bulumaya çalışıyor. Sosyal tasarım alanında kapsayıcı yaklaşımlarla karmaşık toplumsal sorunlar ele alınarak çözüm sağlanmaya çalışılıyor. İngiltere'deki "Hemingway Design" projesi bunlardan biri. Proje kapsamında boş alanlar canlı topluluk merkezlerine dönüştürülerek, ihmal edilmiş mahallelerin canlandırılması hedefleniyor. Yerel sakinler tasarım sürecine dahil ederek, sadece fiziksel çevrenin şekli şemali sorulmuyor, aynı zamanda topluluk gururu okşanıyor ve sahiplik duygusu teşvik ediliyor. Dünyanın tasarım ile anılan hemen her ülkesinde benzer yerel yönetim/ topluluk işbirliği var. Biz kendi coğrafyamızda örnek almayı sevmiyoruz; her şeyi kendimiz baştan oluşturmak istiyoruz; üstelik bir kesimimiz böyle ince eleyip sık dokurken diğer bir kesimimiz ise hemen hızlı sonuç görmek istiyor.
Tasarımın dünyayı kurtarmaya yönelik girişimlerinden biri de dünyanın en öncü tasarım platformlarından biri olan "OpenIDEO" çalışmalarında gözlemlenebiliyor. IDEO pek çok kitlesel problemin yanında söz gelimi temiz suya erişim, uygun sağlık hizmetlerine erişim gibi sosyal sorunlara çözümler tasarlamak için küresel bir tasarımcı, akademisyen ve profesyonel topluluğunu çalışmalarına dahil eden kitle kaynaklı bir çekim gücü yaratıyor ve yaratıcılığı teşvik eden sorunları irdeliyor.
Kentsel tasarımda, New York City'deki High Line gibi projeler (eski bir demiryolu hattını yeşil bir halka açık parka dönüştürdü) kent sakinlerinin tutarlı ve saygılı birlikteliğini yerel yöneticilerle birleştiren, düşünceli tasarımın nasıl da kentsel alanları canlandırabileceğini, hava kalitesini iyileştirebileceğini ve şehir sakinlerinin genel yaşam kalitesini artırabileceğini gösteren örnekler olarak tarihteki yerlerini aldılar; alıyorlar.
Mimarlık alanında kaçınılmaz kavramlar olan sürdürülebilirlik ve dayanıklılığı teşvik eden örnekler, yerel malzemeler artık hak ettikleri değeri görmeye başladılar. Güneş enerjisi ile ısınma, nefes alan cepheler ve doğal havalandırma gibi yeşil bina tasarım ilkeleri, enerji tüketimini azaltmaya ve iklim değişikliğinin etkilerini hafifletmeye yardımcı olmaya çalışıyor. Yeşil alanları kentsel gökdelenlere entegre eden ve yaşam alanlarında biyoçeşitliliği artıran örnekler artık hemen her yerde karşımıza çıkıyor. Bu tür projeler başta sağlığımız için tehdit olan hava kirlilğini azaltarak kalitesini iyileştirmeye ve yapıların ürettiği ısı adası etkisini azaltmaya yarıyor. Ne varki kent, gürültü kirliliği, ulaşım dertleri, güvenliği, enerji tüketimi, sera gazları ile kendi içinde boğulan bir makine gibi. Hala, özellikle ülkemizde, üzerindeki çalışmaların bu denli az olmasına, etkisiz kalmasına inanmak istemiyor insan.
Tasarım dünyayı kurtarır mı bilemiyorum ama daha iyi bir yer haline getirebilir. Bu nedenle sayıları onu geçen yayın ve platformun çalışmalarını aralıksız takip ediyor ve ilgili gelişmeler adına en azından bir fikir sahibi olmayı kendime iş ediniyorum. Bu yapıların dertlendiği sıfır atık, döngüsel ekonomi, yeniden tasarlama, temiz enerji, iklim krizi, insanlar üzerinde uygulanan ayrımcılık, çocuk suistimali, kadına yönelik şiddet, göçmen sorunları gibi sıralanabilecek ve tümü pazarda rekabet edecek yeni bir sandalyeden çok daha farklı amaçları ilke edinmiş yaratıcı çalışmaları daimi olarak öğrenmeye ve yeri geldiğinde aktarmaya çalışıyorum. Kanımca ülkemizde şu anda bir kısmı apartmanlarda, çoğu temel bir atölyeden bile yoksun üniversitelerin ve burada eğitim gören tasarımcı ve mimar adaylarının da en büyük derdi bunlar olmalı. Nerden baksanız güzel ülkemiz Dünyayı Kurtaran Adam filminin setine dönmüş durumda; başka bir deyişle, dünyayı kurtaran tasarımın laboratuvarı da denilebilir.
*Kapak görseli Klarenbeek & Dros tarafından miselyum ile tasarlanmış bir mobilya, halen Centre Pompidou kalıcı koleksiyonunda bulunuyor.
Özlem Yalım Kimdir?
Ankara doğumlu, İstanbul’da yaşıyor ve aydınlatma sektöründe strateji ve marka yöneticisi olarak profesyonel kariyerine devam ediyor. 1995 yılında ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nden lisans derecesi aldı, tasarım mesleğinin hemen her alanında gerek kendi firmalarında gerekse çeşitli kurumsal firmalarda ve pozisyonlarda rol aldı. Sivil toplum çalışmaları gerçekleştirdi, uluslararası sergilerde koordinatör ve katılımcı olarak yer aldı, pek çok yarışmanın yazımında ve jürisinde katılımcı oldu. Aydınlatma başta olmak üzere halen tasarımla ilgili alanlarda eğitimler, atölyeler ve konferanslar vermekte. Tüm meslek yaşamı boyunca düzenli olarak çeşitli aylık mecralarda mesleki yazılar yazan tasarımcı, 2013-2015 arasında Optimist dergisinde aylık köşe yazarlığı yaptı. 2018 yılından bu yana sırasıyla Cumhuriyet Pazar, T24 ve Gazete Pencere Pazar’da haftalık köşe yazarlığı yaptı. ‘Bidebunu izle’ Youtube kanalında Şehirler/Şekiller programını, Açık Radyo’da Rotatif programını (cohost) hazırladı ve sundu. Yaratıcı endüstriler alanındaki kritikleri ve ürettiği içerikler talep üzerine halen farklı mecralarda yayınlanıyor. Bunlar arasında Arkitera, Manifold, Sanatatak, Art Unlimited, Oggusto gibi yayınlar sayılabilir. NTV kanalında yayınlanan TurkMucit yarışmasının jüri üyeleri arasında bulundu; İstanbul Tasarım Bienali’ni tasarladı ve İKSV ile birlikte hayata geçirdi. İKSV de görev yaptığı 2010-2014 döneminde iki kez Turkishtime dergisi tarafından üst üste Türkiye’nin en yaratıcı 50 profili arasında gösterildi. Kanada’da yaşayan ve çalışan bir kızı var.
Festivallerden felsefeye ışık hakkında notlar 10 Kasım 2024
Simetri: Duygu dünyamızla tasarım arasında güçlü bir bağ 03 Kasım 2024
Tasarımda global disiplinlerarası pratik: Snøhetta 27 Ekim 2024
Fransa’dan İtalya’ya tasarım 20 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI