Dünyayı yöneten yeni mitolojik güçler
Binlerce yıl önce Olimpos Dağı’ndaki tanrıların, birbirleriyle mücadele ederek dünyayı yönettiğine bu arada insanlığın başına türlü belayı musallat ettiğine inanılırdı. Binlerce yıl sonra, onların yerini global elit aldı! İnsanın bilincine ve eylemliliğine inanmak yerine, belki bir dağın zirvesinde değil ama “derinlerdeki” bu yeni güçlerin, yeni mitolojik tanrıların dünyayı yönettiğine inanan milyonlar var. ABD’de, Almanya’da, Türkiye’de, her yerde…
1 .
Dünya ne zaman değişti?
Hiroşima ve Nagasaki’ye atom bombası atıldığında mı?
Berlin Duvarı yıkıldığında mı?
Sovyetler Birliği dağıldığında mı?
Bunların herhangi birini tarihin en büyük kırılma anı kabul edip, ona uygun bir söylem kurabilirsiniz. Ama bir tarih daha var…
Dünya, 11 Eylül 2001’de İkiz Kuleler ve Pentagon saldırısıyla da değişti. Hiç şüphesiz bu da büyük bir kırılma anı. Üstelik içinde bir başka değişim de barındıran bir kırılma anı.
11 Eylül’de zihinlerimizde de bir kırılma oldu. Kiminde daha çok kiminde daha az oldu ama illa ki herkeste bir şekilde oldu. 11 Eylül’den itibaren, dünyaya, yaşamlarımıza, akıp giden hayata dair makul teoriler, fikirler geliştirmek gitgide daha fazla zorlaşmaya başladı.
Birçokları için adına, “büyük resim” dedikleri, her şeyi bir çırpıda izah eden ve “küçük” insanı, insanın eylemliliğini, insanın karar verme kapasitesini tümüyle resmin dışında bırakan yeni bir anlayış belirginleşmeye başladı. Yeni bir fikir, yeni bir çerçeve, yeni bir kavrayış…
“Bir şeyler oluyor, bir kararlar veriliyor ve biz bu kararlara dahil değiliz” diyen bir uğultu…
11 Eylül 2001’den itibaren, “Komplo teorileri çağı” başladı.
2.
Şüphesiz uzun bir tarihi var komplo teorilerinin. Bu tür bir görüşün, ilk defa 11 Eylül’den sonra ortaya atıldığını söylemek akıl dışı olur. Ama 2000’li yıllar aynı zamanda kitlelerin hayatına internetin girdiği yıllardı.
Daha önce yaygınlaşma, taraftar toplama imkânı bulmayan kenar köşe teoriler süratle anaakıma geldi ve sözde büyük gizemleri zahmetsizce izah etme vaadi ve iddiasıyla kitlelerin dikkatini çekti.
2004’te Facebook’un kurulmasıyla hız kazanan sosyal medya döneminde de işler başka bir boyuta gitti. Şimdi biz o boyutun ta içlerinde bir yerde, boşlukta salınıyoruz.
3.
Biz derken, bizim memleket değil sadece, herkes, tüm insanlık, hep beraber, oradayız.
Rasyonel düşünceyi önceleyen, bunu geliştiren, bunun felsefesini kurmakla övünen ülkeler ve toplumlar da orada.
İşte Almanya… On gün kadar önce, Almanya’nın aslında legal olarak var olmadığı komplo teorisini yıllardır işleyen Reichsbürger hareketinden asker sivil bir grup insanın bir darbe hazırlığı içinde olduğu ortaya çıktı.
Reichsbürger mensupları, mevcut Almanya’nın hukuki bir temele dayanmadığını, işgal altında kurulduğunu ve anayasasının hiçbir zaman halk tarafından onaylanmadığını iddia ediyor ve 1918’de ortadan kaldırılan monarşi rejimine geri dönülmesini istiyorlar. Kimileri pasaportlarını iade ediyor, kimileri kendilerine imparatorluk kimliği bastırıyor. Bugüne dek bir grup eksantrik insan gözüyle bakılan bu kişiler artık ciddi bir endişe kaynağı.
Darbe girişiminin açığa çıkması sonrası artık bu “deliler” hakkında yapılan makaralar birdenbire kesildi.
Evlerde, işyerlerinde hatta (bu hareketin lideri, kökeni eski toprak aristokrasisine dayanan bir “prens”olduğu için) şatolarda yapılan aramalarda silahlar ele geçti. Gözaltına alınanlar ve tutuklananlar arasında hâkim, ünlü bir şef, pilot, doktor, tenor gibi toplumun okumuş yazmış, nispeten dertsiz tasasız kesiminden gelen insanlar var.
(Ben de geçen hafta bu konu üzerine yazmıştım).
Sonrası şaşkınlık…
Sonrası geçen hafta Almanya’da bir köşe yazarının sorduğu şu soru: Nasıl olur da orta sınıftan bu tür insanlar içinde yaşadıkları ülkenin var olmadığı gibi çılgın bir fikre kapılabildi?
4.
Bu sorunun bu döneme özgü bir cevabı var. 11 Eylül’le başlayan döneme…
Reichsbürger türü hikâyeler, Almanya’ya özgü anlatılar değil. Gazetecinin sorusu da sadece Almanya’da geçerli değil. Durum her yerde aynı.
Dünyanın “bilinen” hallerinin sadece göstermelik olduğuna, esas olanın “bilinmeyen” dünya olduğuna inanan milyonlarca, belki milyarlarca kişi var artık.
Dünyayı beş ailenin yönettiğine, savaşları onların çıkardığına, salgınları onların tertip ettiğine, hatta yeri geldiğinde birtakım komplike tekniklerle depremleri onların ürettiğine inanan insanlar… Kimisi bu teorilerin hepsine, kimisi bazılarına, kimisi pek azına inanıyor. Kimisi sadece inanmaya teşne. Ama neticede bu duygu düşünce sahasının içindeler.
Yazar Tanıl Bora, tüm bunlar için “komplo teorileri” değil “komplo zihniyeti” ifadesini kullanır. Diyelim ki, artık paçasını bu zihniyete fena halde kaptırmış kitleler var.
5.
Ne anlatıyor bize bu zihniyet, bu teoriler?
En derine, en temele giderse, aklı sürekli kötülüğe çalışan veya kazançlarını arttırmak için her yolu deneyen, bir yandan da dünyayı yönetmek için birbirleriyle mücadele eden birtakım gölge insanları… Karanlıkların içindeler. Ama nedense bir şekilde kendilerini bilinir kılmak da istiyorlar. Mesela her sene Economist dergisinin, gelecek sene bizi neler beklediğini anlatan, “The World Ahead” nüshasının kapağına birtakım şifreler bırakıyorlar.
Demek ki büsbütün karanlıkta kalmamızı da istemiyorlar!
Yakıyorlar, yıkıyorlar, öldürüyorlar, öldürtüyorlar ve dünyayı yönetiyorlar. Bizim memlekette, özellikle iktidara hâkim zihniyet hep “onlarrrrrr” diye dış mihrakları işaret ediyor ama dış mihraklar belli ki kendi ülkelerinde iç mihrak. Çünkü komplo teorilerine göre, ABD’yi, İngiltere’yi ve aklınıza neresi gelirse orayı, perde arkasındaki bir grup elit yönetiyor. Bugünlerin popüler ifadesine göre, dünyaya bir grup “global elit” hükmediyor.
İstediğin kadar oy kullan, siyaset yapmaya çalış, itirazını ve mevcudiyetini görünür kıl: Fark etmiyor! Çünkü bizim hayatlarımız esasen bu global elitin mümkün kıldığından ibaret. Bu elitlere, yapanlar farkında mı bilmem ama bir tür tanrısallık atfediliyor. Belki de yeni mitoloji bu. Olimpos Dağı’ndaki tanrılar bugün bu global elitin üyeleri belki.
Bizler mitolojiye dahil değiliz. Komplo teorilerinin dünyası, herkesin kendini Truman Show’da hissettiği bir dünya. Zaten kurulmuş her şey. Bizler figüranız. Başkaları oynuyor.
İşte komplo teorileri bu işe yarıyor. Çaresizliğe… İnsanın esasında çaresiz ve çözümsüz olduğunu göstermeye.
Gerçekten bir global elit olsa herhalde tam da bunu isterdi…
Komplo teorileri çaresizliği besliyor, insanın değişime ve devinime, neticede devrime yönelik inancını kırıyor. Umutsuzluk çağındayız.
Örneğin Bill Gates’e tüm hayırseverlik faaliyetine rağmen dümdüz bir kapitalist olduğundan ve oransızca zengin olduğundan dolayı itiraz edilmiyor da, milyarlarca insanı öldürmek istediği gibi akıldışı bir iddiayla ve ona inanılmaz bir güç vehmederek itiraz ediliyor.
6.
Popüler kültür de, doğal olarak, yer yer bu anlatıyla kesişiyor. Yıllardır beyazperdede şimdi de platformlarda iyi ile kötünün savaşını izliyoruz.
Aydınlık ve karanlık güçler, çözümünde bizim söz hakkımızın ve belirleme gücümüzün olmadığı sorunlar için savaşıyorlar.
Süper kahramanların, fantastik karakterlerin 2000’li yıllarda bu denli öne çıkması bu anlatıya uygun. Eski Hollywood’da hiç değilse bir insan evladı, tek başına bir Rambo çıkar tüm “kötüleri” dize getirirdi! Şimdi insan olmak yetmiyor.
Sonuncusu hariç Matrix serisi farklı bir şey mi söylüyordu: Ne kadar çabalarsan çabala, oyun senin dışında kuruluyor.
Komplo zihniyeti, aradığı yakıtı işte bu hikâyelerde de buluyor.
7.
Sonra bir bakıyorsunuz içinde yaşadığınız ülke “illegal” ilan edilivermiş. Şaşırıyorsunuz. Yani Almanlar şaşırıyor.
Siz şaşırıyor musunuz peki?
Türkiye Cumhuriyeti’ne giden yoldaki Lozan Antlaşması’nın ömrünün 100’üncü yılında, yani gelecek sene tükeneceğinin yıllardır öne sürülmesine artık şaşırıyor musunuz mesela?
Cumhuriyet için sarf edilen “100 yıllık parantez” laflarına şaşırıyor musunuz?
Son Osmanlı hükümdarlarının soyundan gelenlerine “şehzadem” diye hitap edenlere şaşırıyor musunuz?
Bu ülkenin hakikatinin dibine dinamit koyan iktidara itiraz etmek yerine, her şeyin dış mihraklardan, karanlık güçlerden geldiğine dair söyleme bir şekilde uyum gösteren ve ilginçtir, muhalefetin de her fırsatta dahil olduğu komplo zihniyetine şaşırıyor musunuz?
Bence esas Almanya’ya şaşırmalı.
Görünürdeki eşitsizliğe, sömürüye, binbir türlü zulme değil de “derinlerdeki elitlere” itiraz eden, insanın bilincini ve eylemliliğini yok sayan görüşlere şaşıranlar var, Hegel’in ve Marx’ın çıktığı topraklarda.
Ama biz bunları aştık artık.
Bizim şaşıracak yerimiz kalmamıştır!
Yenal Bilgici Kimdir?
Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.
Brezilya günlükleri: Anne biz artık zengin miyiz? 21 Temmuz 2024
Tourists, Go Home! 14 Temmuz 2024
100 bin oyla Meclis’e giren gergedan Cacareco’nun ilham veren hikâyesi 07 Temmuz 2024
Cézanne’ın dağı, Sisifos’un çilesi, hem tanıdık hem yepyeni 30 Haziran 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI