Düş yolcusu Mehmet Çetin...
Mehmet’in cüzdanında sakladığı, cüzdanını açıp bakınca göremeyeceğimiz bir yerinde ‘kefen param’ diye sakladığı parası hep olurdu. O parasını onu kızdırarak alıp ya matbaaya ya da bastığımız kitapların kâğıt parası olarak öderdik. Ölümün bu kadar genç bir yaşta gelip onu aramızdan alacağını nereden bilebilirdik, hem de onlarca arkadaş ölümünün tanığı olmuş, acı çekeniyken. Bizi tanıştıran Enver Gökçe’nin deyimiyle ‘Ölüm adın kalleş Olsun!..’
Fadıl Öztürk
Dünyasını değiştiren birinin ardından yazmak, hele hele o yaşarken birçok şeyi onunla ortaklaşarak yaşamışsan, ateşi çıplak elle tutmak kadar yakıcıdır. Bu nedenle Mehmet Çetin’i, yani kendi tercih ettiği adıyla Usenê Qeremani’yi yazmak benim için hiç de kolay olmuyor.
Mehmet’le beni tanıştıran ne ikimizin Dersimli olması ne profesyonel biçimde içinde yer alıp hayat verdiğimiz devrimci hareketler, ne de 12 Eylül’ün cezaevleri oldu. Mehmet Çetin’le tanışmamızı sağlayan Enver Gökçe adına AYKO’nun* açtığı şiir yarışmasında aynı ödülü paylaşmamız oldu. Bu ödül bizi birbirimizden haberdar ederek tanıştırdı. Sonra içeriden yazışmaya başladık. O küçücük yazısıyla, şiirimle ilgili yorumlar yazdığı üç sayfalık mektubuyla beraber içeride yazışmaya başlamıştık. Daha sonraki mektuplarında çıkınca kurmayı düşündüğü Piya** projesini paylaşmış, ortaklaşmıştık. Ne yazık ki o mektuplar cezaevi sonrası hayatımın, çalkantılı geçmişimin kurbanı olarak kayboldular.
Aslında Piya’da bir araya gelenlerin her birinin Mehmet’le tanışmasının apayrı bir hikayesi vardır. Onunla kurduğu düşü ortaklaştırarak tanıştık her birimiz. Mesela Yücel Tunca, Evrensel Gazetesi adına Piya Kültür Kolektifi'yle ilgili bir röportaj yapmaya geldiğinde Piya ile tanışmış, kolektifin içinde yer alarak Fotoğraf Atölyesi’ni kurup sürdürmüştü. Kazım Koyuncu gibi müzisyenlerin her birinin ayrı ayrı; şairlerin, heykeltıraşların kendi başına Piya ve Mehmet’le, bizim birbirimizle tanışma ve ortaklaşma öyküleri vardır. Bu tanışma öykülerinin, Yücel Tunca’nın omuzladığı, bizim günlük meşguliyetlerimizle Yücel’in sorularını zamanında cevaplamakta geciktiğimiz 'Piya Kitabı'nda yer alacağı umudunu taşıyorum.
Mehmet, 1981 yılında tutuklanıp 8 yıl sonra tahliye oldu. Benim de cezaevinden çıktığım yıl olan 1991 yılında bir grup şair arkadaşıyla beraber Cağaloğlu’nda kurucuların bile zor sığdığı küçücük bir büroda Piya Şiir Kitaplığı’nı kurmuşlardı. Piya Kitaplığı oradan Beyoğlu’nda Aslı Han’a, Aslı Han’dan Büyükparmakkapı Sokak’taki dört katını bizim kullandığımız, Kelaynak Cafe, tiyatro atölyesi, yayınevi ve müzik atölyesinden oluşan binaya taşındı ve uzun zaman orada faaliyet sürdürdü. Hayalimiz genişleyince ek olarak Galatasaray’da Olivo Han’ın en üst katındaki harabe mekânı el birliğiyle tiyatro sahnesi, fotoğraf atölyesi ve yayınevi bölümü olan bir yer haline getirdik. Benim demirciliğimle herkesi zahmete soktuğum her iki mekânımız için 150 tane açılır kapanır sandalye ve onlarca masa yapmıştık.
1991 yılında hayatımı kazanmak için Avcılar’da kurduğum reklam atölyesini ailevi nedenlerle sürdüremez hale gelince, 1996 yılının sonunda ceketimi alıp çıkmış, gelip Mehmet’le beraber aynı hayatı ve evi geceli gündüzlü paylaşmıştım. Bu anlamda Mehmet’le yaşadıklarımızı yazmak bir yazıya sığmaz. Birbirimizin varlığından hep güç aldık, kavga ettiğimiz de oldu, birbirimizin yolunu beklediğimiz de, alınganlık sınırında dolaşan küskünlüklerimiz de oldu aramızda. Hep dönüp birbirimizin yarasına merhem olmayı da bildik. Çünkü yaşadığımız bir düşe hayat giydirmek çabası, canlı bir hayattı. O koca hayatı sadece bir durumda tutamazdık. Bu hayatımız Mehmet’in Amsterdam’daki evinde, Avrupa’nın çeşitli kentlerinde Mehmet’in öncülük ederek bizi kattığı etkinliklerde devam etti.
Mehmet’in cüzdanında sakladığı, cüzdanını açıp bakınca göremeyeceğimiz bir yerinde ‘kefen param’ diye sakladığı parası hep olurdu. O parasını onu kızdırarak alıp ya matbaaya ya da bastığımız kitapların kâğıt parası olarak öderdik. Ölümün bu kadar genç bir yaşta gelip onu aramızdan alacağını nereden bilebilirdik, hem de onlarca arkadaş ölümünün tanığı olmuş, acı çekeniyken. Bizi tanıştıran Enver Gökçe’nin deyimiyle ‘Ölüm adın kalleş Olsun!..’
Piya Şiir Kitaplığı’nda yayınlanan yüzü aşkın şiir kitabıyla, o kitapları yazan şairleri şiir dünyasına katmasıyla; onlarca insanın ortak emeğiyle çıkan 'Ütopiya Mevsimlik Hayat Bilgisi Kitabı', editörlük işinin önemli kısmını Vecdi Erbay’ın üstlendiği dergi formatında çıkan Kunduz Düşleri Şiir Dergisi, Ütopiya Avrupa ve Kinema Sinema dergilerinin sayfaları arasından şimdi bize bakıyor Mehmet. Roman, deneme ve öykü kitapları çıkardığımız Zed Yayın, başta Mehmet olmak üzere hepimizin el emeği göz nuruyla yayınlandı. Matbaada mürekkep kokan halleriyle ellerimize aldık her bir kitabı. Balya balya kan ter içinde depoya, depodan dağıtımlara taşıdık. Sadece Muzaffer Oruçoğlu’nun kitaplarını yayınlamak için kurduğumuz Babek Yayın da bu emeğin ürünüydü. Özetleyerek yazmak zorunda kalıyorum, yoksa uzayıp gidecek, yazı olmaktan çıkıp, kitap listesi, yazar fihristine dönecek yazdıklarım. Bu nedenle ismini anamadığım yüzlerce kitap ve o kitapları yazan şair ve yazar arkadaşlarım gönül koymasınlar.
Mehmet yaşarken kendini şiir, kitap ve kültürel buluşmalarla sınırlamadı. Başta Bumerang olarak faaliyet gösteren sonrasında Grup Patika’ya evrilen; Mehmet, Hüsamettin Küçük, Muharrem Akgün ve Deniz Bayrak’tan oluşan grubun da kurucusu, emek ve söz vereni oldu. Almanya’da Necati Teyhani ile beraber Jazz Piya grubunun hayat bulması da Mehmet’in yerinde durmayan halinden dolayı ortaya çıkmış bir faaliyettir.
Mehmet Çetin, Dersimli olmakla kalmamış hayatının büyük bir kısmını Dersim dertlerine ayırmış, kendi ana dili Dımıli ile yazmış, kitaplar çıkarmış, onlarca sanatçının bestelerine söz vererek hayat katmış, dünyasını Kırmanciya Beleke olarak tanımlamış bir şair ve yazardır. Bunu anmadan onu yazmak, onu konuşmak Mehmet’e, Mehmet’in hayatım dediği yaşanmışlığına en hafif tanımıyla saygısızlık olur. O dünyanın neresine gidip hayat sürmüş olursa olsun, doğduğu topraklara dönerek acısının kalbine gömülmeyi isteyen biriydi. O, arkadaşları tarafından toprağına ekilir ekilmez kuşlarla havalanan oldu.
Mehmet’le gittiğimiz şehir ve ülkelerde bir yerden bir başka yere ulaşmak için uzun uzun yürürdük. Her seferinde düşlerine dalar, beni geride bırakıp giderdi. Ben ilkin kendimi zorlayarak ona yetişmeye çalışırdım, yorulunca bırakır yavaş yavaş ardından giderdim. Mehmet 200 metre gittikten sonra yanında olmadığımı anlar, durur beni beklerdi. Amsterdam’da yağmur yağarken yine aynı yürüyüşünü yapıp gitmiş, yaptığının farkına vararak durup beni beklemiş ve o oranda ıslanmıştı. Yanına vardığımda gülerek “Acele etmene ne gerek vardı, bak benim kadar ıslandın” demiştim. Evet, bu kadar erken ve acele çekip gitmenin ne gereği vardı sevgili Mehmet...
Mehmet’in hayatın değişik evrelerini beraber paylaştığı Ergül’ün, Nazan’ın, Cees Priem’in; babaları olarak onlara birer hayat verdiği çocukları Savaş’ın, Çınar’ın ve Su’nun acılarını paylaşıyorum.
Ne yazsam eksik kalır...
*AYKO: Ankara Yayıncılar Kooperatif
**Piya: Dersim’in dımıli dilinde kolektifi çağrıştıran ‘birlikte- beraber’ anlamına gelmektedir.