YAZARLAR

Düşlerin ve görüntülerin labirentinde kaybolmamak

Federico Fellini’nin sinemaya adanmış hayatı Yeni Gerçekçilikle Yeni Sembolizmi, şiirle sirk masallarını, sihirle rüyaları  birleştiren ve pop kültür sözlüğüne giren “Felliniesque” filmleri ile doludur: Sonsuz Sokaklar, Tatlı Hayat, 8½, Satyricon, Amorcord, Ve Gemi Gidiyor…

Dört kez En iyi Yabancı Film Oscar'ını alan Federico Fellini’yi işte şu söz ele verir:

"La vita è una combinazione di magia e pasta/hayat sihir ve makarnanın birleşimidir.”

Federico Fellini’nin sinemaya adanmış hayatı ise, Yeni Gerçekçilikle Yeni Sembolizmi, şiirle sirk masallarını, sihirle rüyaları birleştiren ve pop kültür sözlüğüne giren Felliniesque filmleri ile doludur. Sonsuz Sokaklar, Tatlı Hayat, 8½, Satyricon, Amorcord, Ve Gemi Gidiyor… Açıkça söyler:

“Gerçeği abartmaktan, süslemekten, güzelleştirmekten hoşlandığımı bütün dostlarım bilir. Bazı insanlar bu yüzden ‘yalancı’ olduğumu söylüyorlar. Benim gibi düşlerin ve görüntülerin dünyasında yaşayan birisi için gerçeğe sadık kalmak ancak doğaüstü, aşırı bir zorlama olabilir.”

Federico Fellini çoğu sinemacının esin kaynağı, adeta bir tür yarattığından söz edilen Sekiz Buçuk (8½) filmini başlangıçta yapmak istememiştir. Bitirdiğindeyse (1963) 8½ “modern sinemanın ne olduğunu gösteren ilk örnek olacaktır.” (Kovaks)

8 ½

YAPMAK İSTEDİĞİ FİLMİ HATIRLAMIYORDU

Oysa yapımcı dostu Angelino çalışma ekibi ve oyuncularla bağlantılar yapmıştır bile. “Peki neden, ne olmuştu?” diye sorulabilir. 

“Olan yalnızca şuydu: Yapmak istediğim filmin ne olduğunu hiç hatırlamıyordum. Beni baştan çıkaran, büyümeyen duygu, cevher, koku, gölge, o ışık parıltısı kaybolmuştu, eriyip gitmişti, bulamıyordum onu” diyecektir.

Hatta filme isim vermeyi bile becerememiştir. Bilinen, o güne kadar çevirmiş olduğu filmlere gönderme yapmak amacıyla geçici olarak 8½ notunu almıştır. Bir kişinin hayatının sıradan bir günündeki portesini, anıların, düşlerin labirenti içinde bulup, çizmeyi düşünmüştür. “…yıllar önce olup bitmiş olan ve şu anda olup bitenlerle iç içe yaşayan olguların Arap saçı gibi içinden çıkılmaz karmaşıklığı” içinde arayarak …”kronoloji gözetmeden, tüm farklı düzeylerinde, geçmişini, rüyalarını, hatıralarını, fiziksel ve ruhsal hengamelerini kurcalayarak, evrenin kendisi olduğu izlenimini vereceği” bu adamı bulmaktır amacı…Fakat çözememiş, yerine Tatlı Hayat/Dolce Vitayı yapmıştır.

“Sonra bir son düşündüm: Adam, tamamı ile ruhsal ve fiziksel kriz noktasında kendini bulmalıydı. Kuşkunun olgunlaştığı evrede, kompleksleri tarafından yenilip bitirilmek üzereyken, yetersizlikleri ve zayıflığı, onu kendisini anlamayı denemeye zorlamalıydı.” (Peter Bondanella)

Mesleğinin ne olacağına karar veremediği bu adamı kaplıca kenti türü bir ortama yerleştirir. Çoğu filminin oyuncusu… ’eşsiz, fedakâr, bilge, gerçek ve güzel bir dostu’ olduğunu söylediği Marcello Mastroianni’den vazgeçmez.

Marcello Mastroianni ve Federico Fellini Sekiz Buçuk filminin çekiminde

POLANSKİ’NİN GÖRMEYİ HAYAL ETTİĞİ FİLM

Sıra dekor yapımına gelmiştir. Çalışma ekibi “büyük bir film olacağı” inancındadır.

Oysa Fellini çıkışı olmayan bir durumdadır. “Ben film yapmak isteyen ancak, filmin aklından uçup gittiği bir yönetmendim” açıklamasını yapacaktır. Ve o an gelir, her şey çözülür, filmin kalbine girmiştir, başına gelen her şeyi anlatacaktır. Yani, yapmak istediği filmin ne olduğunu hatırlamayan, Marcello Mastroianni’nin canlandırdığı ünlü film yönetmeni Guido Anselmi’yi anlatmak en iyi çözümdür.

Tabii ki Guido Anselmi kendisidir. Filmin yapım süpervizörü Carini Daumier’ye sadece bir senaryo taslağı vermiş, set inşa edilmiş, oyuncular saptanmış, ancak Fellini yazıp bitiremediği, anıları, fantezileri ve rüyalarının sarmalında dolaşmaktan başka bir şey yapmadığı için de senaryoyu kimse görmemiştir. Timothy Hyman film için “Sekiz Buçuk; bir filmin nasıl içsel olaylardan yaratılabileceğinin kanıtıdır “diyecektir.

Sudaki Bıçak (1962) filmiyle henüz tanınan Roman Polanski Cannes Film Festivali’ndedir. O zamana dek Orson Welles’in Yurttaş Kane’i bütün dönemlerin en iyi filmi kabul edilmiştir. Fakat Cannes’da yarışma dışı gösterilen Sekiz Buçuk (8½) filmini gördüğünde bir şok yaşar, “Tam her zaman beyaz perdede görmeyi hayal ettiğim türden bir film.” diye düşünür…

Fellini filminin sahnelerini hayal ederken tabii ki öncesinde okuduğu Jung, psikanaliz yardımcı olmuştur.

“…hayatın birçok değişkeni içinde iç dünyamıza yolculuğu, bizim içimizdeki bilinmeyen bölüme yolculuğu o sağlamaktadır.” 

“Tüm filmlerinin özü, imgelemler dünyasında yaşadığımı bilmek, bana gerçek gibi gelen düşler ile hayaller (bilinçli bir idealleştirme) arasındaki sınırı yok etmek ve bunları gün ışığında yapmak olmuştur.” sözlerini ekler.

“Benim için tek gerçekçi kişi, hayalperest olandır. Çünkü o kendi gerçekliğinin tanığıdır.”

Fellini'nin Sekiz Buçuk filmi için Roman Polanski 'beyaz perdede görmeyi hayal ettiğim türden bir filmdi' açıklamasını yapar.

KARNAVALESK BİR ŞAMATA İLE YENEN YEMEKLER

İzlediğim ve beyaz perdeden çıkıp neredeyse bana dek yemek kokularının geldiği filmleri gözlerimin önüne getirdiğimde, doğal olarak yaşamımda yazdığım ilk eleştirinin filmi ‘Roma’, filmdeki iştah açıcı ve gülümsetici Fellini sofraları hemen karşıma çıkacaktır. Belki biliyorsunuz sofralara gelen iştah açıcı İtalyan yemekleri planlanan gün ve saatte kullanılmak üzere yemek/catering firmaları tarafından hazırlanır. Fellini Roma filmi çekimlerinde çalışan yirmi aşçıdan söz eder, “Yiyecek ve para yettiği sürece çekime devam ediyorduk.” diyecektir.

Roma filmi için itirafım ise, filmin hayran kaldığım sahnesi genç Fellini’nin Rimini’den Roma’ya taşındığında yaşadıkları değil… caddesinde tramvayların işlediği, sinema salonları, fotoğrafçı dükkanları, çalgıcıları, satıcılarıyla adeta uzun ve geniş bir açık hava lokantasının masalarına servis edilen, spagetti, fettucini alfredo, deniz ürünlü tagliatelle ya da tavuk piccata ağırlıklı yemeklerin sahneleri vb., hayır bunlar da değil…Uzatmayayım, bir futbol maçının arifesinde, Roma'yı çevreleyen ana yol olan Racoardo Anulare'de (Roma'yı çevreleyen 62.8 kilometrelik halka biçimindeki motor yolu) görüntü ve sesle betimlenen, beni dehşete düşüren uzun yol sahnesidir.

Roma filminde de yemek tek başına yenmez, tüm aile karnavalesk bir şamata içinde ve önüne ne konulursa tadını çıkarmaya çalışır.

“Yemek yemeyi seviyorum, ama daha çok bir masanın etrafında oturup arkadaşlarımla konuşmayı ve diğer insanların yemek yemesini izlemeyi seviyorum… Birisi yemek yerken kişiliği hakkında çok şey söyleyebilirsiniz.” diyecektir. Onun karakterleri yemek yerken de kendini var eder. “Hayatı göstermek için, insanları uyurken ve sevişirken olduğu kadar yemek yerken de göstermelisiniz.”

Fellini-Roma (1972)
PARMESAN PEYNİRİ FELLİNİ’Yİ ÇAĞIRIYOR

Masasındaki arkadaşları arasında yazar, gazeteci, aktör, politikacı ve yapımcıların olduğu belirtilir. Masaya sadece sadeliği öne çıkan, örneğin ceviz ve Parmesan peyniri ile fırınlanmış Rozette al forno gibi yemekler gelir. Kaldı ki, “Her ne hakkında film yaparsam bir şekilde benim üzerime döner. Benim filmlerim hayattaki arayışımın tanıklığından başa bir şey değildir.” diyecektir.

En sevdiği yemek sahnesini seçmesi istendiğinde, Satyricon'daki görgüsüz zengin tüccarın sarayımsı evinde verdiği hedonistik şölen aklına gelir. Yüzleri tuhaf boyalı kadınlar, köleler, çıplak insanlar ve onların çılgın davranışları arasında, içi doldurulmuş kızarmış domuz, bıldırcın ve tavuk, şarap sunumları ile tarifi zor bir sahne.  Gerçi kullanılan yiyeceklerin çoğu sahte, plastik vb. malzemedir.  Ev sahibi tüccar sanki yüksek sınıftan biri ve bilgili bir kişi olduğu aldatmacasıyla Homeros’un İlyada’sından yalan-yanlış dizeler okur.

Ve dikkat!.. İzlerken çok şaşırtıcı olabilir, bu sırada Türkçe dizelerin de okunduğu duyulur, üstelik İlhan Mimaroğlu’nun bestesi eşliğinde.

Orhan Veli’nin “İçinde” adlı şiiridir okunan. Seslendirmeyi de Mimaroğlu’nun eşi Güngör Bozkurt yapmıştır.

(Denizlerimiz var, güneş içinde; Ağaçlarımız var, yaprak içinde; Sabah akşam gider gider geliriz, Denizlerimizle ağaçlarımız arasında, Yokluk içinde. )

Fellini'nin Satyricon filminde bir sürpriz İlhan Mimaroğlu'nun bestesi eşliğinde Orhan Veli'nin 'İçinde' şiirinin okunmasıdır.
FİLMLERİNDE KENDİ SEVDİĞİ YEMEKLERİ KULLANMADI

Ve Gemi Gidiyor, Roma ve Amarcord filmindeki yemekli sahneler Fellini’nin önemsedikleri arasındadır. Belki buraya eklenebilecek onun şu sözleridir:

“Sinema birden fazla duyuya aynı anda hitap edebilir. Çalışırken, bunu hep göz önünde tutmaya çalışırım. Bu nedenle ayrıntılara da çok fazla dikkat ederim. Leziz bir yemek yiyen insanları gösteriyorsam, yemeğin gerçekten iyi olmasını sağlarım. Sahneyi çekmeden önce karakterimin ne yediğini bilmek için, kendim tadına bakarım.” (Charlotte Chandler)

Filmlerinde kendi sevdiği yemekleri kullanmaz. Yazar Sam Kemp annesinin yaptığı cappellettilere (tavuk, et-kıyma, pastırma ve cotechino-bir tür sosis-, parmesan, ricotta peyniri dolgulu) karşı koyamadığını belirtir. Safranlı makarna, servis öncesi iki damla grappa eklenmiş Risotto ve özellikle Toskana çorbaları, örneğin soyulmuş-doğranmış domates, sarımsak, fesleğen, bayat ekmek ve zeytinyağı ile hazırlanan La pappa al pomodoro gibi bir yemeği tercih ettiğini aktarır.

Ispanak ve ricotta peyniri ile yapılan Lazanya verde al forno (fırında yeşil lazanya), sossuz pişirilmiş ızgara balık, ince dilimlenmiş Manzo bollito (haşlanmış sığır eti) ve Dalyan köfte (Polpettone), iri karides ızgara, maydanozlu omlet, alla Giudia (derin yağda kızartılmış enginar), kuşkonmaz, bezelye, taze ton balığı sevdikleridir.

Kuşkusuz sevmedikleri de vardır:

"Soslardaki kremadan nefret ederim. Kurbağa, salyangoz, kuyruk, dişleri ve gözbebekleri üstünde koyun veya dana kafaları, yılan balığı, her zaman değil ama ‘domuz eti’ ve sosis sevmediklerimdir.” 

Tercih ettiği şaraplar  Brunello di Montalcino, Amarone ve Barolo…

Araştırırken gözüme çarptı:  18. yüzyıldan kalma bir Napoliten yemeği Sartù di Riso da favorileri arasındaydı… Sartù di Riso, esasen bir timbale -makarnadan değil pirinçten yapılmış olsa da- haşlanmış yumurta, bezelye ve köfte ile doldurulmuş, adı Napoliten terim olan sor tout'dan türemiş bir yemek.

 Amarcord filmindeki şenlikli aile yemekleri de Fellini'nin Rimini'de geçen çocukluğundan hatırladıklarıdır.
FELLİNİ İÇİN 'YEMEK AŞKTIR'

Fransız mutfağı ile arası iyi olmamış, onun da nedenini Paris’te olduğu günlerde genellikle Tour d'Argent ve Maxim's gibi luxury restoranlara götürülmesine bağlar.

“Ama sonra La Dolce Vita'nın Fransızca dublajıyla ilgilenmek için üç aylığına Paris'e gittim ve Guide Michelin'de müfettiş olan bir adamla tanıştım. Her gece beni farklı bir küçük bistroya götürdü ve buralarda halkın mutfağını keşfettim ve yediklerim hoşuma gitti.”

New York’tayken Clark Gable ve Carole Lombard filmlerinden aşina olduğu akçaağaç şuruplu krepleri, Amerikan usulü kahvaltıyı sevdiğinden söz eder. Ve orada egzotik bulduğu Çin yemeklerini de -iyi bir restoran olması koşuluyla- sıkça yemektedir.

Fellini’nin restoran işleten dostlarından Claudio Ciocca, Noel arifesinde restorana değil, eşinin yaptığı yemekler için evlerine geldiğini belirtir. Ev yemekleri, annesinin cappellettilerini her zaman özlemiştir. Ciocca’ya  "Hayat," demiştir bir keresinde, "sihir ve makarnanın birleşimidir." 

“Ben, Fellini” kitabının yazarı Charlotte Chandler de Fellini’nin kendi evinde değil restoranda yemeyi sevdiğini aktarır:

“En çok çeşitli yiyecekler ısmarlamayı ve hepsinin tadına bakmayı seviyordu… Her şeyin tadına bakabilecekti. Benim tabağımdan da en az kendi tabağından yediği kadar yedi, yani bir bakıma Çin restoranlarının yemek yeme tarzını İtalyan restoranına aktardı…Yemeklerin çoğunu bir şekilde yedikten sonra bana, 'Tatlı için yer bırakırsan iyi olur. Burada ( Restoran Cesarina) harika pasta yaparlar.' dedi."

Federico Fellini ona (Charlotte Chandler) “Yemek aşktır, bir yemeğin hazırlanması çok fazla sevgi ister. Burada sadece aşçılık sanatından duyulan gurur söz konusu değildir. Sevgi malzemelerden biri olarak listeye katılmalıdır” diyecektir.

Yazar Alice Caccamo (Italy Segreta, Lazio) “onunla aynı yemeği paylaşan herhangi biri, Fellini’nin aklına gelen her şeyi masa örtüleri ve servis altlıkları üzerine çizdiğine tanık olabilir.” açıklamasını yapar.

“Bir peçete alır ve etrafındaki insanları not eder gibi eskizlerini çizer, karikatürlerini çizmekten zevk alır, çizgi romanlar da tamamlardı. Çizimlerini, sanki bir ergen tarafından yaratılmış gibi, saf ve çocuksu bir ifade özgürlüğü ile aktarıyordu. Eğlenceli, basit ve özgündü. Fellini'nin ilk işinin karikatürist olması tesadüf değil.”

Fellini için hem karikatür çizdiği hem Charlotte Chandler ile yemek yedikleri Restoran Cesarina’nın öyküsü vardır. 

Öncesinde Roma’da değil, Bologna’da olan Restoran Cesarina’ya ilk kez adım attığında, on dokuz yaşındadır ve karikatür çizerek güçlükle yaşamını kazanmaktadır. Bir gün, yemeklerine imrendiği Cesarina'ya girip menüden beğendiği yemekleri ısmarlamıştır, ama fatura önüne geldiğinde ödeyememiş, restoranın sahibesi ve şefi koca anne Cesarina “Parası olmayan niye restorana giriyor” diye söylense de yediklerinin parasını talep etmemiş, ama genç Fellini fazlasıyla utanmıştır.  Aylar sonra Fellini’ye rastlayan ve onu çok zayıflamış gören ve o günkü davranışını üzüntüyle hatırlayan Cesarina, onun istediği zaman isterse hiç ödeme yapmadan ve her gün kendisinde yemek yemesini yalvarırcasına rica etmiştir.

Fellini geçmişteki bu olayı unutmamıştır. Onu üne kavuşturan La Dolce Vita filmi basın toplantısını Roma’ya taşınan ve o sıra müşteri sıkıntısı çeken Restoran Cesarina’ya aldırarak birkaç saat içinde popüler restoranlardan biri olmasını sağlamıştır.

Eğer günümüzde Ristorante Cesarina yazarak internette ararsanız, spesiyaliteleri ve güveciyle, aynı zamanda müşterileri Fellini’nin eşi Giulietta Masina, Marcello Mastroianni ayrıca İtalya Cumhuriyeti'nin 7. Cumhurbaşkanı Alessandro Pertini ile tanındığını web sayfasında okursunuz…

Fellini'nin Sonsuz Sokaklar'ında oyuncu eşi Giulietta Masina (Gelsomina) Anthony Quinn (Zampano) tarafından yağsız spagetti, tatsız bir çorba yemeye zorlanarak adeta cezalandırılır.
RÜYASINDA PİŞEN YEMEKLERLE GEÇTİ HAYAT

Fellini'nin akşam yemeği için ne zaman masaya oturursa otursun tuhaf bulunan alışkanlığı Parmesan peyniri istemesidir. 

Gezici bir Parmesan satıcısı olan babası, Federico’nun Parmesan ile doğduğunu, doğduğu an burnuna ilk gelen kokunun Parmesan olduğunu söyler. 

Ancak, onu Osteria San Cesario gibi bir lokantaya çeken peynir değil ünlü etidir. Ayrıca etini çok beğendiği restoranlardan biri de Dal Toscano al Girarrosto adını taşır. Burayı spesiyalitesi Biftek Bistecca Alla Fiorentina  için tercih eder.

Çocukluğumdan başlayarak sevdiği yiyeceklerse, Crema fritta (kızarmış muhallebi) ve büyükannesinin yaptığı Suppa Inglese (muhallebi ve pandispanyayı katmanlayan tatlı).

Fellini’ye göre, yenilecek pastanın üzerine damıtılmış anasonla yapılan Mistrà serpilmeli ve birkaç dakika fırında pişirilmeli. 

San Vincenzo manastırındaki rahibeler tarafından yapılan gümüş renkli krema kaplama badem şekerleri de ağzında tadı kalanlar arasındadır.

“Yanlarında kocaman kanatları olan büyük beyaz şapkalar takan harika kadınlardı. Filmlerimde sıklıkla kullandım. Yaptıkları kurabiyeler, şekerlemeler, likörler eskinin yumuşak ve nadide tatlarını taşıyordu.”

Rüyasına giren bir yemekten söz eder: Fasulye pilakisinin kokusunu almıştır. Ocağın üzerinde büyük bir tencere Bollito (haşlanmakta olan et) vardır. Taze yengeçler de ızgaraya konmak üzere onu beklemektedir. Ayrıca bir tabakta enginar kalplerini ve Supangle tatlıyı görür. Ayrıca büyük annesinin pastayı tabaka tabaka nemlendirmekte kullandığı Alkernes likörünün kokusunu alır…

Bir gerçek ortaya çıktı: Fellini meğer “Felliniesque » filmlerini bize, la cucina İtaliana’dan yemekleri kendine saklamış.

—————————————————————

Giulietta Masina's Spagetti all’Amatriciana

Oyuncu Giulietta Masina birkaç dakika içinde onlarca Federico Fellini konuğu için akşam yemeği düzenleyebilen bir eştir ama,  Fellini ‘Sonsuz Sokaklar/La Strada’da onu (Gelsomina) adeta cezalandırır, yağsız spagetti, tatsız bir çorba yedirir. Ginger ve Fred filmindeyse sadece sandviç önüne koyar. Oysa Masina Fellini’ye çeşitli öğünler için mutfağında Pollo Alla Cacciatora, köfteler (bol domates soslu sarmısaklı), Tagliatelle Al Ragù, becerisini gösterdiği bir dizi et yemeği, kendi pişirdiği ekmekler, pan di Ramerino (çörek) gibi tatlar ikram etmiştir. Neyse, Giulietta Masina yönetmen ve eşi Fellini’ninde  çok sevdiği spagetti tarifini şöyle açıklıyor:

"Dört kişi için bir paket spagetti (500 gr.). Kaynayan suya tuz ve spagettiyi aynı anda koyun, tencerenin kapağını kapatın, arada spagettinin birbirine yapışmaması için karıştırın. Kapak yarı açık 12 dakika pişirin. Makarnayı süzün ve soğuk sudan geçirin. Tencereye alın sosu ekleyin ve karıştırın….”

Sos için

4 yemek kaşığı zeytinyağı

1 yemek kaşığı tereyağı
1 büyük soğan (ince doğranmış)

2 yemek kaşığı makarnanın haşlama suyu
1 çay kaşığı acı kırmızı biber

4 diş sarımsak
200 gr kuru et ya da pastırma
4 yemek kaşığı sek beyaz şarap
4 domates (soyulmuş, iri doğranmış)
Tuz

1 çay kaşığı şeker

1 yemek kaşığı limon

100 gr Parmesan peyniri (rendelenmiş, yerine kaşar)
3-4 fesleğen yaprağı (doğranmış)Tavadaki yağda soğanı kavurun, su, kırmızı biber, pastırma ekleyin ve birkaç dakika pişirin. Şarap ekleyin, suyunu çekmesini sağlayın. Tuz eklenmiş domatesleri diri kalacak şekilde beş dakika pişirin. Spagetti ile karıştırın. Üzerine fesleğen ve peynir serperek servis yapın.


Oğuz Makal Kimdir?

Sinema alanında ilk doktora yapan öğretim üyesi. 1997 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde profesör oldu. Yemek ile sinema arasındaki ilişki yeni ilgi odağı, bu alanın filmlerini ve toplumsal-kültürel tanıklıklarını kitaplaştırmak için araştırmaya devam ediyor. Sinema Tarihi, Film Kuramı, Türk Sineması, Sinema ve Diğer Sanatlar, Sinema ve Tarihi İlişkisi gibi dersler veren, tezler yöneten Makal, Uluslararası İzmir Film Festivalini kurdu, 2001 yılına dek on bir yıl yönetti… Kısa, uzun, belgesel filmler yaptı, son yıllardaki birkaç belgeseli: El Cezeri, Eğitmenler, İstanbul’da Bir Gizli Bahçe-Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi, Uzak ve Yakın, Suriye Mutfağı İstanbul’da, Merdiveni Arayan Adam. Bazı kitapları ise: Sinemada Yedinci Adam, 1895-1950/İzmir Sinemaları Tarihi, Fransız Sineması, Beyazperde ve Sahnede Nazım Hikmet, Sinemada Tarihin Görüntüsü, Yönetmenleri ve Filmleriyle Gülmenin Sineması.