Düşünsene Sivaslı değilsin! Tövbe estağfurullah!
Zamanında çıkmış biri böyle demiş ama düşünsene Sivaslısın ama Sivas’ta değilsin! Rakamlar ortada: Sivas’ın nüfusundan daha çok “yiğido” İstanbul’da yaşıyor. Sivas’ta kalanların da ne kadarının Sivaslı olduğu tartışılır... Dillere destan soğuğu, bağrından çıkan ozanları, ozanların yakıldığı katliamı, kongresi, kangalı, “doktor” balıkları, halayı, tarihi, doğası ve kültürüyle Sivas’tayız bu hafta...
Hz. İbrahim ateşe atılınca bülbül ateşi söndürmek için gagasıyla su taşımış. Onun bu hâlini gören diğer kuşlar, “Senin bir damla suyun bu kocaman ateşe ne yapabilir? Vazgeç bu işten.” demiş. Bu sözlere içerleyen bülbül, “Benim elimden gelen bu, ateşi söndüremesem bile bu uğurda yanarım.” diyerek, çalışmasını sürdürmüş. Bu olaydan sonra bülbüle ödül olarak güzel ses verilmiş. Bu yüzden bülbül güzel ötermiş.
Bu “Bülbül Efsanesi”nin Sivas’a ait olması ne kadar ironik değil mi? Pir Sultan Abdal’ı, Âşık Veysel’i yetiştiren bu topraklar, ozanların şehri yerine ozanların yakıldığı şehir olarak anılıyor. 2 Temmuz 1993’te yaşanan Sivas Katliamı’nı anlatan Moğollar’ın “Issızlığın Ortasında” şarkısı geldi aklıma ve tüylerim diken diken oldu:
“(...) Birdenbire / Ateş ve duman / Feryadı figan / Sanki el ele / Geliyor habire / Üstümüze, üstümüze / Canlar, sazlar / Kan oldular / Kesildi teller / Durdu nefesler / Ama hala / Dimdik ayakta / Ayaktalar (...)”
SİVAS’TAN ÇOK SİVASLI İSTANBUL’DA
Sivas’ın eski yıllarına gidelim. Hani bu ülke topraklarında hoş görünün hâkim olduğu, bir nebze de olsa insanların daha kardeşçe yaşayabildiği yıllara... 1980’li yıllarda çocuk ya da genç olanlar, eski Sivas’ı anlatıyor: “Ermeniler bizimle aşure pişirirdi.”, “Okulda, mahallede bir farkımız yoktu.” diyen de var, paskalya çöreklerinin çok güzel olduğunu ya da birlikte yumurta boyadıklarını söyleyen de... Ona keza Aleviler ile Sünniler... Herkesin ortak noktası Sivaslı olmakmış. Eskiden adım başı selam verenler, şimdi tanıdık yüze hasret... Elbette bu sadece Sivas özelinde bir durum değil ama hem Sivas Katliamı hem de işsizlik gibi nedenler şehirdeki nüfus değişiminde oldukça etkili olmuş. Bakın 1985 yılında Sivas’ın nüfusu 772.209 iken takribi yıllarda düşüşe geçmiş ve günümüzde 634.924... Gidenlerin yerine en çok Yozgatlı geldiğini duydum ama gerçek midir, bilmiyorum. Sivaslıların nereye gittiği ise hepinizin malumu... Yurt dışına da epey göç veren Sivas’ın nüfusundan daha çok insan İstanbul’da yaşıyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre, İstanbul’un nüfusu 15.840.900 kişi ve İstanbullulardan sonra şehirde en çok Sivaslılar ikamet ediyor. Sivas kütüğüne bağlı tam 768.000 kişinin üzerinde insan, İstanbul topraklarında... Sizler için araştırdım; Beşiktaş, Şişli, Sarıyer, Kâğıthane, Ataşehir, Bahçelievler, Beylikdüzü, Üsküdar, Maltepe, Çekmeköy, Ümraniye ve Pendik’e göç edenlerin çoğu Sivas’tan gelmiş. En az Sivaslı ise Ardahan ilinde yaşıyor (197 kişi). Acaba orda da dernekleri var mı?
Ama siz siz olun, fazla samimi olmadığınız bir Sivaslıya “Yakanlardan mı, yananlardan mısın?” diye sormayın çünkü yanımda bir arkadaşıma sordular, kendisi bu durumdan hiç hoşlanmadı ve cevap vermeden ortamı terk etti.
BAZEN HAYKIRMAK İSTERSİN, SİVASLIYIM DİYE
Bir kısım insan 2 Temmuz’dan dolayı Sivaslı olduğunu söylemeye utansa da Sivaslı olmak, Sivaslılar için çok büyük bir gurur kaynağı... Başlığa taşıdığımız “Düşünsene Sivaslı değilsin! Tövbe estağfurullah!” gibi bir sürü sözleri var: “Biz insan değiliz, Sivaslıyız.”, “Dünyada Türk olmak gibidir Türkiye’de Sivaslı olmak.”, “Adama sormuşlar ‘Sivaslı olmasan ne olurdun?’ diye; ‘Mahcup olurdum gardaş’ demiş.” Birisi de “İstanbullu olmak sadece bir hevestir ama Sivaslı olmak bir ayrıcalıktır.” demiş ama hepsi de bir heves uğruna İstanbul’a gitmiş. Bir söylentiye göre de insanların en büyük zevkinin çekirdek yiyerek turlamak olduğu, Sivas’ın mecburiyet caddesi İstasyon Caddesi’ndeki çeşmeden su içen bir daha Sivas’tan ayrılamazmış; demek ki pek kimse bu sudan içmemiş. İrem Sak da bu suyu içmeyenlerden sanırım. İrem Sak’ın bir gece geç saatlerde, İstiklal Caddesi’nin ara sokaklarında “Ben Sivaslıyım, güç bende. Uyanın ulan!” diye bağırmasıyla ilgili haberleri hatırlıyor musunuz?
SOĞUĞU SİVAS YAPAR, NAMI ERZURUM ALIR
“Burası Sivas gülüm
Günü gününden kara
Bir sana hasretim
Bir de gelmeyen bahara”
Sivas’ın en meşhur özelliklerinden biri de soğuğu... Kara kışa sormuşlar “Nerelisin?” diye. “Erzurum’da doğdum ama Sivas’ta ikamet ediyorum” cevabını vermiş. Hatta “Soğuğu Sivas yapar, namı Erzurum alır.” diye de bir atasözü var. Diğer şehirlerde kışlık diye satılanları baharda giyiyor, balkondaki yiyecekler donmasın diye buzdolabına koyuyor, dışarıdan eve geldikten sonra da buzluktan çıkarılmış gibi çözülmeyi bekliyor her daim Sivaslılar. Sivas dışından gelenler de zor alışıyor bu duruma: Bir memur, Sivas’a atanmış. Soğuklardan bayağı şikâyetçi oluyormuş. Çevresine sormuş, “Bu soğuklar ne kadar sürer?” diye. Cevap vermişler: “Kırk gün.” demiş “İyi bari kırk gün geçer nasılsa. Sonra ne olur?” Cevap gelmiş, “Kırk gün sonra soğuğa alışırsın.”
NÖRÜYON LA GARDAŞ?
Sivas’ta “yiğido”luk önemli... Bir de “gardaş”lık... Herkes cümlesinin sonuna “la gardaş” eklemeden konuşmuyor. İnsanı tebessüm ettiren bir ağızları var. Biri size “Nörüyon la gardaş?” diye sorduğunda ister istemez gülerek cevap veriyorsunuz. İlginç kelimelerini anlamak biraz zor olsa da bana eğlenceli geliyor. Mesela dındıklamak, “fazla incelemek”, büngüldemek “kaynamak”, babalanmak “zıkkımlanmak”, gicişmek “kaşınmak” demek. Ekmek arasına peynir vb. koyarak hazırlanan yiyeceğe “düremeç”, suratsız ve kötülük yapan kadına “cazı” diyorlar. “Canını yerim”, “Gadasını aldığım” da bonus kelimeler olarak dursun burada.
KAHVERENGİNİN ELLİ TONU
“Sivas’ın çevreleri / Yeşildir bahçeleri / Bahçelerin içinde / Oynaşır güzelleri” diye bir türküleri olsa da pek yeşil memleket değil. Göz alabildiğine her yer kahverengi tonunda... Bazı özel bölgelere gitmezseniz tek tük ağaç görebilirsiniz.
Sivas, Türkiye’nin yüzölçümü açısından Konya’dan sonra en büyük ikinci ili... Bol bol komşusu var: Ordu, Tokat, Erzincan, Giresun, Yozgat, Kayseri, Malatya, Kahramanmaraş... Kızılırmak, Yeşilırmak ve Fırat’ın en önemli kollarından Karasu Nehri, Sivas sınırları içinde doğuyor. Ancak ciddi su problemi var Sivas’ta. İktidarın “Ceketimi assam seçerler.” dediği bir yer olduğundan mıdır bilinmez pek yatırım da yapılmamasından şikâyetçi Sivaslılar. Kimisi Sivas’ın yeraltı suyu bakımından temel su yataklarından olan Tecer Dağları’nda yıllardır madencilik için patlatılan dinamitlerin suların yönlerini değiştirdiğini iddia ediyor. Üstüne bir de kuraklık olunca su kesintileri almış başını yürümüş. Türküde “Oynaşır güzelleri” diyor ya, Sivaslıların bir de en çok güzel kızlarıyla gurur duyduğunu belirtelim yazımıza devam edelim.
KANGALSIZ OLMAZ!
Gelelim Sivas’ın diğer meşhurlarına... Sivas halayı, gümüşleri, kemik tarakları, bıçakları, kilimleri, halıları, katmeri, kebabı, mantısı, kaplıcaları, “doktor” balıkları ve tabii ki kangalı! Kangal, onlar için sadece bir köpek değildir. Kangalsız asla yapamaz Sivaslılar. Sivas’ın Kangal ilçesindeki Kangal Kaymakamlığı Köylere Hizmet Götürme Birliği bünyesinde bir de üretim çiftliği olan Kangal’ı anlatmaya kalksam satırlar yetmeyecek. Sadece şu kadarını diyeyim, Evliya Çelebi “Seyahatname”sinde aslan kadar kuvvetli olarak tarif eder bu köpekleri.
'GECE HAYATI YOK YA SİVAS’TA ONDAN BAŞARILIYIZ'
Sivas’taki sosyal yaşamı aslında dönemin Sivasspor Teknik Direktörü Bülent Uygun özetlemiş. 2009 yılında takımın başarısını Sivas’ta gece hayatı olmamasına bağlamış Uygun: “Futbolcuların alkol satın alabileceği birkaç büfe var, onlarla da iletişim hâlindeyim. Herhangi bir oyuncum içki aldığında hemen haberim oluyor. Gerekli uyarıyı hemen yapıyorum.” Büfeler elbette sadece Uygun’a değil, anne ve babalara da haber verebiliyor gerektiğinde.
Vakti zamanında, sadece bir maça çıkan Hameur Bouazza şehre alışamadığını sebep göstererek ayrılmıştı Sivasspor’dan. Gerçi dünyaca ünlü futbolcu Roberto Carlos, nasıl da uyum sağlamıştı Sivas’a. Tam 567 gün sürdü Roberto Carlos’un ilk teknik direktörlük macerası. Kahvenin önünde çay içerkenki fotoğraflarını hatırlıyor musunuz?
ÂŞIKLAR ŞEHRİYKEN...
Bu toprakların Pir Sultan Abdal’ı, Âşık Veysel’i yetiştirdiğini daha önce söyledim. Sivrialan köyündeki evi, Kültür Bakanlığı tarafından 1979 yılında kamulaştırılmış ve 1982 yılında müze olarak ziyarete açılmış. Müzede Âşık Veysel’in kişisel eşyaları, fotoğrafları, şiirleri ve onunla ilgili yayımlanan eserler sergileniyor. Âşık Veysel’in anısını yaşatmak için her yıl 9-11 Temmuz tarihleri arasında Sivas’ta ve Sivrialan köyünde anma törenlerinin yanı sıra “Âşık Veysel Âşıklar Bayramı” adı altında festival düzenleniyor.
Âşık Ruhsatî’nin Kangal, Deliktaş köyündeki doğup büyüdüğü ev de restorasyonu yapılarak, “Anı Evi” şeklinde hizmete açılmış. Ayrıca folklor derlemecisi, müzisyen Muzaffer Sarısözen ile Türkiye Cumhuriyeti demiryolları inşaatının ilk müteahhitlerinden ve Cumhuriyet devrinin ilk sayılı milyonerlerinden Nuri Demirağ da Sivaslı. Seri üretim olarak 1936’da ilk Türk uçağını yapan Nuri Demirağ’ın adı havalimanına verilmiş.
Yine Sivaslı Muhsin Yazıcıoğlu’nun Elmalı köyündeki doğup büyüdüğü ve Anı Evi’ne dönüştürülen evde, kişisel eşyaları, fotoğrafları ve anılarına ait dokümanlar yer alıyor.
TARİHÎ BİNALARI VE KONAKLARI
Elbette Sivas’tan bahsedip Sivas Kongresi’ne değinmemek olmaz. Mustafa Kemal Atatürk ve Heyet-i Temsiliye tarafından 2 Eylül-18 Aralık 1919 tarihleri arasında “Milli Mücadele Karargâhı” olarak kullanılan bina, “Sivas Atatürk Kongre Müzesi”ne dönüştürülmüş. Tarihî kongre salonu, Atatürk’e ait çalışma ve dinlenme odası, kongrenin yapıldığı günlerdeki hâliyle muhafaza ediliyor.
Sivas’ta bu şekilde korunmuş birçok bina ve konak var. Mesela Sivas Hükümet Konağı 1884, Jandarma Binası 1908, Eski Göğüs Hastanesi (Çevre Kültür Sanat Evi) I. Dünya Savaşı’ndan önce, ilk olarak sanat okulu olarak yaptırılan Yarı Açık Cezaevi (Sivas Sanayi Mektebi Müzesi) 1902, Ziya Bey Yazma Eserler Kütüphanesi 1908, Gürün Halk Kütüphanesi 1923 yılında yapılmış. Bunların yanı sıra sivil mimarinin en güzel örneklerinden Ayanağa, Kangal Ağası Konağı, Susamışlar Konağı, İnönü ve Mihrali Bey konaklarını keyifle gezeceğinizden eminim. Divriği’de tam tescil edilmiş 217 konak bulunuyor.
Orta Anadolu’nun en büyük arkeoloji müzesi olan Sivas Arkeoloji Müzesi’nde bölgede 9 milyon yıl önce yaşamış çeşitli memeli hayvanlara ait fosil kalıntıları, Kalkolitik Çağ’a, Eski Tunç Çağı’na ve Hititler’e ait birçok buluntunun yanı sıra Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait eserler sergileniyor.
TCDD’nin kullandığı buharlı lokomotif ve yük vagonlarının onarımı için 1939 yılında “Sivas Cer Atelyesi” adıyla kurulan ve günümüzde TÜRASAŞ (TÜDEMSAŞ) ismiyle faaliyet gösteren fabrika kampüsü içerisindeki müzede de 3.000 parçadan oluşan antikalar yer alıyor.
KALELER, MEDRESELER, CAMİLER, HAMAMLAR
Türkiye’de Konya’dan sonra en çok Selçuklu eserinin bulunduğu il Sivas... Buruciye Medresesi’nin avlusu çay bahçesi gibi hizmet verirken 13. yüzyıla ait Gök Medrese, Çifte Minareli Medrese ve Mavi Medrese, çini sanatı açısından mutlaka görülmeye değer yerler... Şifaiye Medresesi (Sivas Darüşşifası) ise Selçuklu Dönemi’nde hastaların tedavi edildiği ve aynı zamanda tıp tahsilinin de yapıldığı en önemli medreselerden biriymiş.
Sivas, 1520 yılında Rum eyaletinin Paşa sancağıymış. İl merkezinde, ilçelerinde ve köylerinde kiliseler, manastırlar ile çeşitli inançlara ait mezarlar bulunuyor. Sivas’ta 373 tane Hristiyanlık inancına ait kültür varlığı tespit edilmiş. Bunların çok azında restorasyon çalışmalarının yapıldığı belirtiliyor.
Sivas kent merkezinin gelişiminde önemli bir yer tutan ve dış surları kenti tamamen kuşatan Sivas Kalesi’nin yan sıra Divriği’de de bir kale bulunuyor.
Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası da yöre Mengücekoğulları’nın yönetimi altında olduğu dönemde yani 1228-1229 yıllarında yaptırılmış. İki kubbeli türbeye sahip bir cami ve ona bitişik bir hastaneden oluşan yapılar, mimari özelliklerinin yanı sıra, sergilediği zengin Anadolu geleneksel taş işçiliği örnekleriyle UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alıyor. Hatta Türkiye’nin bu listeye giren ilk mimari yapısı...
Anadolu’nun en eski camilerinden Sivas Ulu Cami ise kubbe fikrinin henüz gelişmediği dönemde yapılmasıyla dikkat çekiyor.
Alacahan Kervansarayı, Taşhan, Kesik Köprü, Eğri Köprü, Yıldız Köprüsü, Güdük Minare, Ahi Emir Ahmed Kümbeti, Hatipoğlu Camii, Kangal Merkez Camii, Alacahan Camii, Kemankeş Kara Mustafa Paşa Camii meraklıların ilgisini çekebilir. Ben hamam hiç sevmem ama Kurşunlu, Meydan, Eski Paşa, Mehmet Ali gibi tarihî hamamları da pek meşhur...
ÇERMİKLER VE 'DOKTOR' BALIKLAR
“Bu kadar tarihî mekân yeter.” diyorsanız Altınkale Travertenleri’ni görmelisiniz. Sivas’ın 48°C’lık Sıcak Çermik ve 28°C Soğuk Çermik diye kaplıcaları var. Sıcak Çermik’teki Altınkale Travertenleri’nin enteresan görüntüsünü limonit ve hematit içerikleri sağlıyormuş. “Kesin anlamayacağım.” deyip TDK’ya baktım ve limonitin “sarı veya kahverengi doğal hidratlı demir oksit”, hematitin de “kan taşı” anlamına geldiğini öğrenmek, bu görüntüyü biraz da olsa açıklamak için yeterli benim için.
Hamamlar gibi kaplıcaları da sevmesem de Sivas’ın “doktor” balıklarının da Kalkım Balıklı Kaplıca ve Kangal Balıklı Kaplıca’da bulunduğu bilgisini vereyim ilgilenenler için.
YEŞİL VE DOĞAYA DOĞRU
Benim asıl sevdiğim yerlere doğru gidelim biraz da. Öncelik tabii ki şelalelerde... SİT alanı ilan edilerek koruma altına alınan Sızır Şelalesi, Çat Ormanları içerisinde ve Göksu Çayı üzerinde yer alıyor. Bu güzelliği görmek, Sivas’ı gezerken yeşile hasret kalan bünyelere iyi gelecektir. Ama hafta sonları biraz kalabalık olabildiği konusunda uyarayım. Aynı cümlelerim Keza Dipsizgöl Şelalesi için de geçerli... Hatta Şuğul Vadisi’nin başlangıcı için de... Ama vadi içindeki yürüyüş parkurunu yürümeyi herkes göze almayabilir. Vadiyi gezdikçe, kayalıkların dikliğini, oluşturuldukları doğal şekilleri, içlerinden kaynayan suları, ırmağın berrak suyunu ve içinde ışıldayan balıkları, yer yer kavaklıklarda doğal olarak oluşmuş mağara ağızlarını keşfedebilirsiniz.
Emirhan Kayalıkları’nda da küçük şelaleler, manastır kalıntıları ve kaya içerisine oyularak yapılmış gözlem kuleleri bulunuyor. Sarp kayalıklardaki oyuklarda arılarca oluşturulan doğal kovanlardan sızan bal görüntüsünden dolayı, “Ballı Kayalar” diye de adlandırılıyor.
Daha ilginç kayalıklar görmek istiyorsanız Divriği Şeytan Kayalıkları’na gitmenizi öneririm. Maltepe köyü sınırları içerisindeki bu kayalıklar, gece ay ışığında yüzlerce insan yüzünü andırdığı için “Şeytan Şehri” olarak adlandırılıyor.
5000 yıl önce barınma ve sığınma amacıyla kayalar oyularak yapılan Zara Demiryurt (Dodurga) Mağaraları, adından da anlaşılacağı üzere Zara’nın Demiryurt (Dodurga) köyünde... Apartman görüntüsünü andıran yan yana ve alt alta yaklaşık 100 mağarada küçük odalar yer alıyor.
Doğaseverlerin en çok ilgisini çeken yerler de elbette göller olmuştur. Sivas’taki Dipsiz Göl, gerçekten enteresan bir yer. İsmini, yüzeyden bakıldığında dibinin görülmemesi nedeniyle almış ama en derin noktası sadece 10 metre... Gölün suyu yer altından devam ederek, Dipsiz Göl Şelalesi’ni oluşturuyor. Gölova ise yaban yaşama açısından ilin ve bölgenin önemsenmesi gereken noktalarından biri... Gökpınar, Hafik, Tödürge ve Lota Gölleri de bölgenin en çok ziyaret edilen gölleri...
Eğriçimen Yaylası, Koyulhisar ilçe merkezine on yedi kilometre uzaklıkta... Ormanlar içinde yer alan Eğriçimen Yaylası, çam ormanlarıyla kaplı ve çok sayıda su kaynağına sahip... Şaşalağan Boğazı ile Yedigözlerden çıkan su kaynakları birleşerek bir dere oluşturuyor.
Sivas’a kışın giderseniz de ilde Yıldız Dağı Kayak Merkezi’nin bulunduğunu belirtelim. Yazları ise Yıldız Dağı eteğindeki Yıldız Gölü’nde dalış yapılabiliyor. Aynı zamanda dağcılık, yürüyüş, yamaç paraşütü, dağ bisikleti, kampçılık, atla gezinti için de uygun bir yer.
**
Gelin yazıyı Âşık Veysel’in dizeleriyle bitirelim:
“Aldanma cahilin kuru lafına
Kültürsüz insanın külü yalandır
Hükmetse dünyanın her tarafına
Arzusu hedefi yolu yalandır.
Kar suyundan süzen çeşme göl olmaz
Gül dikende biter diken gül olmaz
Dız dız eden her sineğin bal olmaz
Peteksiz arının balı yalandır.
İnsan bir deryadır ilimle mahir
İlimsiz insanın şöhreti zahir
Cahilden iyilik beklenmez ahir
İşleği ameli hâli yalandır.
Cahil okur amma âlim olamaz
Kâmillik ilmini herkes bilemez
Veysel bu sözlerin halka yaramaz
Sonra sana derler deli yalandır.”
Serpil Kurtay Kimdir?
1978 yılında Almanya’nın Esslingen kentinde doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Bilecik’te tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1999 yılında mezun oldu. 1995-2003 yılları arasında Evrensel Gazetesi’nde muhabir, istihbarat şefi ve haber müdürü olarak çalıştı. Ardından on altı yıl Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün dergisinde editörlük ve genel yayın yönetmenliği görevinde bulundu. Çeşitli dergilerde yazarlık, kitap editörlükleri yaptı, yayın süreçlerinde görevler aldı. Hâlen kitap editörlüğüne, Antalyaspor Kulübü’nün dergisinde ve Gazete Duvar’da da yazılarına devam ediyor.
Adana’ya gidek mi? Şalvarından giyek mi? Kebabından yiyek mi? 15 Mayıs 2024
Tencerem var, tavam var, Antepliyim havam var 17 Nisan 2024
Balığın esir düştüğü yer: Balıkesir 03 Nisan 2024
Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen, ne çok sevdim ikinizi de bilsen 20 Mart 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI