Duvardaki Yapıtlar: Kürdün kemikleri, o karanlık güneş
Oğlunun kemiklerini bir naylon poşette alan Ali Rıza Arslan, başında Müslüman takkesiyle o sade adam, kendisine “Müslümanım” diyenlerin öldürdüğü oğlunun kemiklerini çıkarsaydı bütün fotoğraf makineleri o kemikleri de çekebilirdi. Peki ya ölümün arkada bıraktıklarının acısını, dilbağındaki bütün sözlere sinen ıstırabı, hatırayı hangi fotoğraf gösterebilir?
susarsın
dilbağının çiçeğini sularken iskeletler
gam olur fosil doğan sözcükler
susarsın
gözün ile gözün arasında
ateşin koru. bilmem
kaç ışık yılı.
gözevinde gece sinekleri
açlık orduları
kan çizgileri
susarsın
sırdan camekandır ölüm
say ki ölüm,
sevmemenin sahiplik sanıldığı zamanlardır
gelir peşin sıra
o karanlık güneş
***
Yurttaşı olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti’nin bugününe hükmedenler, bir Kürt gencinin kemiklerini, öldürüldükten 7 yıl sonra naylon bir poşete konmuş bir kâğıt koli içinde ailesine verdi.
Ölen mi hiçleşti yoksa öldüren mi?
Ölüm mü; yoksa yedi yıl boyunca ondan bir ses, nefes, haber bekleyen anası-babası mı hiçleşti?
Bir Kürt gencinin kemiklerini ailesinin, sevenlerinin, dünyanın yüzüne fırlatırcasına atan çok mu gönence erişir; yücelir mi?
***
Fernando de Szyszlo Valdelomar’ın “Karanlık Güneş” adlı tablosu dünyaya bir mesajdır. Kristof Kolomb’un temsil ettiği İspanyol işgalinin, talanının ve ölümünün imparatorluk kurmak istediği, Peru’yu bir de böyle söyleyebilmeyi istedi.
Tablonun yapıldığı zamanlarda, ressamın oğlu bir uçak kazasında ölmüştü ve aile ona son saygılarını göstermek için cesedini, kemiklerini bile bulamıyordu.
Szyszlo; “her ölüm ve parçalanma Peru’nun geçmişine bağlanır akılda” diye düşünüyordu.
Bütünlüklü her akılda acı da kökleriyle bütündür.
Oğlu ölen Szyszlo Peru’nun oğluydu.
***
Diyarbakır'ın Sur ilçesinde 2 Aralık 2015’te ilan edilen sokağa çıkma yasağında öldürülenlerden biri olan Hakan Arslan 22 yaşındaydı. Sur, Kürtlerin tarihinde ilk değildi. 40 yılı aşkın zamandır süren son savaşta binlerce köy-mezra yakıldı, boşaltıldı ve Kürtler on yıllardır başı sonu olmayan göçlere zorlandı. Soykırıma varan kitlesel ölümler yaşatıldı.
Bu ülkede gözaltında kaybedilen, cesedi bile bulunamayan ölüler için Cumartesi Anneleri / İnsanları 30 yılı aşkın bir zamandır İstanbul’da Galatasaray Meydanı’nda çocuklarının, sevdiklerinin akıbetini soruyor.
Sur, Kürtlerin tarihinde son olmadı.
***
Szyszlo’nun resimlerinde Hispanik (İspanya sömürüsüne uğramış halklara Amerika’daki öteki sömürgecilerin verdiği ad) öncesi atalarının hemen bütün figürlerini bulabiliriz. İnkaların, Paracas kültürünün pelerinlerindeki, kaftanlarındaki afallatıcı renkleri, dişleri, pençeleri, tüyleriyle Antropomorfik yaratıkları Szyszlo yeniden soyutlamış ve bütün bu gelenekten kendi muazzam sanatını çıkarmıştır.
Fakat bu tanım ona dar geliyor.
Örneğin, İnkarri serisindeki resimlerinde, 1572'de vücudu İspanyollar tarafından parçalara ayrılan son İnka Şefi Tupac Amaru'nun, ülkesini sömürgecilerden kurtarmak için topraklarına döndüğü efsaneyi işlemiştir. “Önceki nesil Perulu yerlilerin aksine, ben, bu devrimci anlatıya inanıyorum. Parçalanmış olsa da onun dirayeti, basireti, mücadele azmi efsaneleşebilmişse, halkların onu çağırmayı bildikleri bir anda, o muazzam peleriniyle Amaru bu topraklarda olacaktır.”
***
Gece de titrer gecede… Gece de titrer…
Kendisine “Müslümanım” diyenlerin hükümet ettikleri bir ülkede, Müslümanlıkta insanı şaşırtacak derecede saygı gösterilen ölülere, saygısızlığın ilki değildir Hakan Arslan.
Arslan’ın öldürüldüğü tarihlerde (2015) Şırnak’ın Cizre ilçesinde de sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve insanlar öldürüldü. Bunlardan biri 10 yaşlarındaki Cemile Çağırga’ydı. Öldürenler, cenazenin gömülmesine izin vermedi. Anası öldürülmüş kızının ellerine ve saçlarına kına yaktıktan sonra onu evinin buzdolabına koydu.
Evinin buzdolabını her açtığında, yıllar geçse de her açtığında kızının ölüm acısını duyan, aşını böyle yiyen Emine Çağırga söylesin:
“Ne kadar haklı olsak da bize ‘haksız’ diyorlar. Biz, adı Kürt, dili Kürtçe olan kimseyi Türkiye’nin kabul etmediğini gördük. Bu zulme, bu haksızlığa, hakarete karşı ne kadar susacak insanlar?”
Kimi açık, kimi içten içe Kürtlerin her sabah biraz daha Türk olmasını isteyen milyonlarca solcu ve sağcı, Müslüman ve Ateist duyabildi mi?
O dile dil olabildi mi?
Sustuk mu?
***
Szyszlo, Avrupa'da hayli zaman dolanmış ressamlardan biridir. Rembrandt, Titian ve Tintoretto gibi ustaları incelemiş. Octavio Paz ve André Breton gibi şairlerle arkadaş.
Kübizm ve Sürrealizm gibi akımlara yakın ve kanının kaynaklarında Enformalizm’in cümle peygamberi, şamanı dolanıyor.
Gelin görün ki onun soyut çalışmalarına ilişkin yapılan eleştirileri sadece bu görgü ve gelenek karşılamıyor: Hınçla, garezle, kindarlıkla parçalanmış insan bedeninin somut bir resmi nasıl olabilir diye sorduğumuzda ve kendi sorumuzla yüzleştiğimizde anlamaya başlayabiliriz belki.
***
Oğlunun kemiklerini bir naylon poşette alan Ali Rıza Arslan, başında Müslüman takkesiyle o sade adam, kendisine “Müslümanım” diyenlerin öldürdüğü oğlunun kemiklerini çıkarsaydı bütün fotoğraf makineleri o kemikleri de çekebilirdi.
Peki ya ölümün arkada bıraktıklarının acısını, dilbağındaki bütün sözlere sinen ıstırabı, hatırayı hangi fotoğraf gösterebilir?
Taybet İnan, 19 Aralık 2015 günü sokağa çıkma yasağının olduğu Silopi’de keskin nişancılar tarafından vuruldu. Saatlerce yaralı halde yerde kaldı ve eşi ile çocuklarının gözleri önünde yaşamını yitirdi. Cenazeyi almaya çalışanlara ateş edildi. Cenaze 7 gün boyunca o kaldırımda kaldı.
Bütün fotoğraf makineleri bunu saptayabilir.
Ancak, yerde yaralı yatan Taybet Ana’nın: “çok üşüyorum ve susadım” diye diye ölmesini?
***
Szyszlo'nun “Karanlık Güneş”i, kıyameti andıran “Kara Gökkuşağı,” “İnkarri” serisi, İnkaların görüntüsüne değil, tarihe gömüldüğü sanılan katliamların, tecavüzlerin, ölçüye endazeye gelmeyen acının dinmemiş yakıcılığına, durup durup patlamasına bakmamızı istiyor.
***
Ölüm… Ölüm, bu dünyanın demiri, çiçeği, çeliği, sütü, ekmeği, betonu, mezarı, barutu, copu kadar somut. Ölümün gelme biçimindeki zalimlikler, büyüttüğü ah, ahuzar, zihinde yarattığı yangın düğümleri ise matematiğin bilinebilmiş ve bilinememiş simgeleri, denklemleri kadar; renklerin birbirine girişindeki milyonlarca ton, katman, siliklik kadar, bütün bunlar ve ötesi kadar soyut.
Çünkü, akılda; aklın da aklında döneniyor, vuruşuyor, susuyor, bağırıyor.
***
Hakan’ın anası Melike Arslan "Cansız da olsa oğlumun tabutuna sarılmak isterdim. Ancak bana kemiklerini bir torbanın içinde gönderdiler. Bu acı nasıl tarif olur ki?" diyor.
Ali Rıza Arslan, o sıradan basit köylü kendi dilince söylüyor: “Diyarbakır başıma yıkıldı.” Duramıyor. Belki dünya da duyar ondaki acıyı diye devam ediyor: “Oğlumun kemiklerini kucağıma verdiler, bütün Diyarbakır’ı verselerdi duymazdım ağırlığını.”
Daha ağır ne olabilir ki?
Kimi açık, kimimiz gizli Kürtlerin her sabah biraz daha Türk olmasını isteyen milyonlarca solcu ve sağcı, Müslüman ve Ateist acının lime lime, acının kör, dilsiz ettiği bu sesi duyabildik mi?
Suskun muyuz?