Duvardaki Yapıtlar: LGBTİ +’ların öncü pankartı
Picasso, Afrika’nın Amerika’nın yerli halklarının masklarından yararlanarak yarattığı “Felsefi Genelev” tablosuyla, ırkçılığın bilim çevrelerinde bile geçer akçe olduğu Avrupa seçkinlerine sağlam bir şamar atıyordu. Bugün de LGBTİ+’lar, Amerikalı faşistlerden Belçika’ya, Türkiyeli faşistlerden Almanya ve Avrupa’nın büyük diğer pek çok ülkesine kadar, biti kanlanmış bütün gerici güçlerin hedefi oluyor.
kederle ve hazla
meydan okumak
yaradanı yaratan bütün yaradılmışlar
yaşamın onursuzları
umutsuzları, şerefsizleri
kederle ve hazla
düşünceli, dalgın, kurnaz
gülerek, gıcırdayıp uğuldayarak
çekilip atılarak buluşup
yıkarak
meydan okumak
***
Pablo Picasso’nun “Avignonlu Kızlar” adıyla bilinen tablosu, pek çok bakımdan tartışıldı. Tartışmaların büyük kısmı, tablonun doğduğu Paris’te, bu eserin sanat tarihinin, estetik alanın neresinde durduğuna, durup duramayacağına ilişkindir. Ben bu tartışmalara girmeyeceğim.
Tablo, yaratılma nedenlerinin tümü üzerinde bugün de düşünme olanağı verdiği için büyüktür.
***
LGBTİ+’lar, Amerikalı faşistlerden Belçika’ya, Türkiyeli faşistlerden Almanya ve Avrupa’nın büyük diğer pek çok ülkesine kadar, biti kanlanmış bütün gerici güçlerin hedefi oluyor. ABD’li faşistler, LGBTİ+ oluşumların “suç örgütü” sayılmasını isteyecek kadar azmış durumdalar. Türk faşistleri, ikna edebildikleri yoksulları da yanlarına alarak sokaklarda gösteri yapıyor.
***
1800’lü yılların Paris’inde Emile Zola’lar, Honere de Balzac'lar filan edebiyat ve kahramanları, nasıl olmalı, nasıl seçilmeli gibi mevzular üzerinde tartışırken, Charles Baudelaire Kötülük Çiçekleri’yle veya Paris Sıkıntısı’yla yanıt veriyordu:
Lezbiyen, haydut, yosma, metres, kumarbaz, ibne, piç, sihirbaz, komplocu, cambaz, fahişe, hokkabaz, dilenci, “mahalle” bile denmeyecek mahallelerin berduşları, aylakları, hırsızları… Bunlardan ala, bunlardan helal kahraman mı olur?
Avignonlu Kızlar tastamam bunu yaptı.
Picasso’nun tablosunda gördüğünüz kadınlar, burjuvazinin en seçkin ortamlarına, yani sanat piyasasına Kötülük Çiçekleri’nin bu mekânsız mekânlarından çıkıp gelmişlerdir ve toplumların bu kesimlerini evrensel ölçekte temsil etmektedirler…
Bu eser bu nedenle de büyük şair Charles Baudelaire’le, onun ölümünden birkaç yıl sonra doğmuş ressam Picasso’nun düşünsel buluşmasıdır.
***
LGBTİ+’lara yapılan saldırılar modern milliyetçiliğin, doğduğu zamanlardan bugüne kadar artıp azalarak sürdü. Bugün de aynı hasta akıllar saldırıyor.
Bu saldırganlığa karşı çıkma biçimleri bakımından dünyanın başka ülkelerini analiz etmek, lakırdının uzamasına yol açabilir. Türkiye’ye bakmakla yetineceğim:
Bizim ülkemizde örneğin kendisine “devrimci,” ya da “sol” diyenler, bu saldırılar karşısında 6’lı Masanın 6 patları gibi büsbütün suskun değil belki, ama “sözünü söylüyor, tavrını alıyor” diyemeyeceğimiz kadar da suskundur...
Zira LGBTİ+’lar konusunda kafalar berrak değil.
Kimi solcu, devrimci bireyler insanlığın bir gerçekliği değil de LGBTİ+’lar için “tercih,” veya “cinsel tercih” kavramını kullanmaya devam ediyor; kimileri bu insanları savunmanın, solu, zaten güçlü ilişkiler kurmakta zorlandığı toplumdan “büsbütün kopartacağını” düşünüyor. Dolayısıyla LGBT+’lara karşı yapılan faşistçe saldırılara solun küçümsenmeyecek kısmının yanıtları çok da samimi görünmüyor.
Bunun bir nedeni daha var: Devrimci çevrelerin “aile,” veya “temiz, steril aile” konularında bir davranış berraklığı oluşturamamış olmasıdır.
***
Ressamının, yarattığı andan itibaren “Genelev” ya da “Felsefi Genelev” olarak adlandırdığı tablo, (Avignonlu Kızlar adını, Andre Salmon takmış) ezilmişlerin birkaç kanadını aynı zeminde buluşturduğu için de ırkçı ve cinsiyetçi bütün zamanlara meydan okumaya devam etti…
Mesela tablonun ortaya çıktığı 1907 yılına bakalım. ABD ve Avrupa’da 1800’lü yıllarda başlamış iğrencin de iğrenci; ırkçılık bakımından dibin de dibi bir uygulama vardı. Afrika’dan, Asya’dan, ABD’nin ve Latin Amerika’nın yerli halklarından getirilen esir insanlar, ABD’nin ve Almanya, Fransa, Belçika gibi Avrupa ülkelerinin kentlerinde kurulan Hayvanat Bahçe’lerinde, birer eğlence aracı olarak sergileniyordu. Bu, “İnsan Hayvanat Bahçeleri” Alman İmparatoru II. Wilhelm gibi seçkinlerin de sıradan insanların da uğrak yerleri oluyordu.
Picasso, Afrika’nın Amerika’nın yerli halklarının masklarından yararlanarak yarattığı “Felsefi Genelev” tablosuyla, ırkçılığın bilim çevrelerinde bile geçer akçe olduğu Avrupa seçkinlerine sağlam bir şamar atıyordu.
***
LGBTİ+’lar yeryüzündeki sömürü mekanizmalarına eklemlenmiş halk katmanlarının “normalini” bozduğu için asıl egemen sınıfların hedefi haline gelmektedir. Nihayetinde sömürü düzenini her gün yeniden üretmekle yükümlü kılınmış ailenin, farklı cinselliklerle büyük bir tehdit yaşayacağına inanıyorlar. Haksız da sayılmazlar... Zira farklı cinsel kimlikler, salt cinsiyet bakımından “temiz sömürüyü” tehdit etmiyor; bu temiz sömürünün bugünkü büyük dini olan milliyetçilik ve ırkçılık da LGBTİ+’ların bozuma uğratmak istedikleri arasında.
Bu nedenlerle de asker ve yarı asker ulus devletler, halkları yönetebilmek için irili ufaklı savaşlara bel bağlayanlar açısından LGBTİ+’lar doğal düşmandır.
***
Picasso’nun o günlerdeki rakibi Matisse, tabloyu gördüğünde: “Modern sanat hiç bu kadar aşağılanmamıştı” diyor. Başka bazı arkadaşları: “Tablo o kadar korkunç ki, bir gün Picasso onun önünde kendini asabilir” diyorlar.
Picasso aldırmıyordu. Ne yaptığının, neleri alıp neleri iade ettiğinin bilincindeydi.
Sömürüyü ve savaşları dünyaya dayatanlardan yayılan “Haysiyet, Honore / Onur, Şeref, Seçkin Yurttaşlık, Şahadet, Şehitlik” gibi kavramların iade biçimlerinden biridir bu tablo.
Bu kavramların hiçbiri sömürülenlerin özüne ait değildir. Bunlar, ezilenlerin, savaş cephelerine sürülenlerin kendilerini, ezen sınıflar gibi, onların bir parçasıymışlar gibi hissedebilmeleri için, egemenler tarafından üretilmiştir.
Picasso, Charles Baudelaire’in “Kötülük Çiçekleri” dediği, toplumların açığa çıkmış sinir uçlarındaki insanları (fahişeleri), ırkçılık altında inleyen halkların sanat formlarıyla (Afrika maskları) bütün bu kahredici şeylerin karşısına dikti.
Kazandı.
Tablo, ilerici, devrimci pek çok olgunun taşıyıcısı olan değişik sanat akımlarının başlatıcısı sayıldı / sayılıyor…
***
Salt Türkiye’de değil, gerici dalga dünyada da yükseliyor. Avrupa, faşist partilerini dizginlemekte zorlanıyor. LGBTİ+’lar ve oluşumları yükselen bu kahırlı dalganın önündeki doğal setlerden biridir aynı zamanda. Bu nedenle onların üzerine de gidilmeye devam edilecek gibi gözüküyor.
Bu gericiliğin karşısında durmak isteyen bütün kesimlerin "temel iki şeyi yaşam tarzlarında ya yeniden anımsamalarına ya da yaşam felsefelerine yeniden yazmalarına gereksinme var," demek handiyse zorunlu gözüküyor:
Birincisi samimiyet. İkincisi karşıtlarının yarattığı gündemlerde otlayıp oyalanmak değil de kendi gündemleriyle davranmak ve mücadele sahalarında kendi gündemleriyle yer almak.
Şunu anımsatmakla yetineceğim:
Ezilenlerin yüzüne bir nebze de olsa gülümsemiş geçmiş bütün zamanlar, kavganın sokakta, herkesin gözünün önünde ve dahası özlemlerin berraklığıyla yapıldığı zamanlardır.
Bu kazanımları hak ettiğini düşünenler, anlayabilenler, anlatabilenler, arzulayanlar kendi gündemleriyle yaşadıkları zamanlarda kazandılar, her ne kazandıysak böyle kazandık.
***
Dünya resim tarihinde çıplak kadından bol sanat kimesnesi yoktur. Pek çoğu da Picasso’nun eserinden daha farklı albeniye sahiptir. Gelin görün ki çıplaklık hiçbir zaman bu eserde olduğu kadar tersine çevrilmemiştir. Dünyanın yüzüne dik dik bakan bu fahişeler, kendilerine bakan herkesi çırılçıplak bırakacak denli “terbiyesiz,” cesurdurlar.
Picasso’nun eserine, “Entelektüel kerhane” lakabı da takıldı. Dünyaya postkolonyalizmin gözünden bakanların, dur durak bilmeden sömürecek yeni ülkeler arayanların bunu demesinden daha normal ne vardı ki?
Fakat ne yaptığını bilen sanatçı, burjuvazinin “edep, terbiye” dediği her şeyi tersine çevirmek isteyen o edepsiz komünist kazandı. Kübizmin (Türkiye dahil) her yerde bu denli çok yayılması, Afrika, Asya ve Latin Amerika halklarının sanatlarının, yani Avrupa dışı kültürlerin, “batıdan doğduğunu” iddia ettiği Modernizmi etkisi altına alması biraz da kendi bilincini dünyaya söyleyebilen bu muazzam cesaret sayesinde olmadı mı?