Duygu sömürüsüne izin yok: Metalin Sesi
Darius Marder yönetmenliğindeki “Metalin Sesi” Amazon Prime Video’da yayınlandı. Film, 2020 yılı içinde izlediğimiz filmler arasından sıyrılarak en üst sıralarda listede yerini almayı başarıyor.
DUVAR – Darius Marder yönetmenliğindeki “Metalin Sesi” (The Sound of Metal) geçtiğimiz günlerde dijital yayın platformu Amazon Prime’da izleyicilerle buluştu. 2019 yapımı film, iki kişilik bir müzik grubunda baterist olan Ruben’in işitme kaybı yaşamasıyla hayatının değişmesini anlatıyor.
“Metalin Sesi”, baterist Ruben ve kız arkadaşı Lou’nun bir konser sahnesiyle açılıyor. Lou mikrofon başındayken Ruben de bateri çalmaktadır. Fazlasıyla gürültülü bu sahnenin ardından sabah turne otobüsü olarak kullandıkları karavanlarında huzursuz bir ifadeyle uyanan Ruben, karavanı toparlar, kahvesini ve sporunu yapar, ‘sağlıklı ancak lezzetsiz’ olan smoothie’sini hazırlar ve sevgilisi Lou’yu uyandırır. Huzursuz olduğu her halinden anlaşılan Ruben’le ilk tanıştığımız bu sahnelerde ise ilk dikkati çeken şey ‘ses’. Smoothie yaptığı robotu olduğundan daha sesli çalışırken, kahve makinesi de daha yüksek bir sesle damlatmaktadır. Ardından yeni bir konser sahnesinde Ruben’in duyduğu seslerdeki azalmayla filmde ‘ses’in ne denli bir öneme sahip olduğunu anlamaya başlıyoruz.
Hayatı müzik üzerine inşa edilen Ruben, her gün duyma yetisini git gide kaybetmeye başlar; gittiği doktor duyma yetisinin çok azaldığını ve daha da azalacağını söyleyerek, ‘yüksek sesli’ ortamlara girmesini yasaklasa da sessiz geleceği ile yüzleşmekten kaçan Ruben, araya Lou girene dek konserlere çıkmaya devam eder. Araya Lou’nun girmesiyle işitme engellilerin yer aldığı bir kampa giden Ruben, bir süre şansını burada denemeye karar verir.
SESSİZLİĞİN PORTRESİ
Kampta çevresindekilerle bir süre iletişim kurmakta başarısız olan Ruben bir süre sonra, 30’lu yaşlarında hayata yeniden başlamayı öğreniyor. Ruben karakterinin izleyiciye aktarıldığı yalınlık ile filmde kendimizi karakterin yerine koyuyoruz, onunla beraber biz de duyuyor, görüyor ve neyin içinde olduğumuzu bir süre anlayamıyoruz. İşitme engeline dair ciddi şekilde düşünüldüğü belli olan filmde kamu spotuna çevrilmeden verilen sosyal mesaj da doğru bir şekilde alıcısını buluyor.
Yeni hayatında, eski hayatına ve Lou’ya veda edemeyen Ruben, filmin sonunda işitme hırsına yenik düşüyor ve film yeniden bir sarmalın içine giriyor. İçindeyken farkında olmadığımız hayatın tüm seslerinin rahatsızlığını hissettiğimiz “Müziğin Sesi”, sessizliğin dinginliği ile sona eriyor ve izleyiciye sessizliğin portresini sunuyor. Böylece her şeyin tamamıyla dozunda verildiği film, özellikle de final sahnesinin sadeliği ile içimizi fazlasıyla doyuruyor.
Filmin ses miksajına da değinecek olursak, sesle uğraşan ekip filmin tüm hissiyatını başarılı ses miksajıyla izleyiciye geçirmeyi başarıyor. Bu başarıyı sağlamaya en büyük yardımcı da tabii ki filmin başrol oyuncusu Riz Ahmet. Ayrı bir parantezi hak eden Riz Ahmet, izleyiciye karakterin içinde bulunduğu her evreyi doğal ve abartısız bir oyunculukla aktarıyor ve adını altın harflerle yazdırıyor.
Konusuna bakmadan filmin afişi ve fragmanıyla bunun “Whiplash”vari bir film olacağını düşünsek de metal müzik karanlığında hayli sağlam bir dram filmi izliyoruz.
“Duygu sömürüsüne çevirmeden nasıl dram çekilir?”in en güzel örneklerinden biri olan film, 2020 yılı içinde izlediğimiz filmler arasından sıyrılarak en üst sıralarda listede yerini almayı başarıyor.