Easttown kasabasında zaman yavaş geçer!
"Mare of Easttown"da olayın merkezini oluşturan kasaba o kadar kısıtlı, insanlar o kadar mesafeli ve olaylar o kadar tekdüze ki, kendimizi sanki 'dünyada unutulmuş', sancılı bir kasabada buluyoruz.
'Polisiye' olarak sayabileceğimiz film veya dizilerde seyircilerden empati kurması beklenen 'kahramanlar', senaryonun şekline göre farklılık gösterebilirler. Hikâyeye bir tempo, bir mizah veya zenginlik katmak için kullanılan bu yollar genelde birbirinden çok farklı yapıda ama aynı amaçla yola çıkmış iki 'ortağı' mercek altına alır. Çoğunlukla polis olan bu ikili hem karakter yapısı hem de davranış ve yöntem açısından çok değişik yollarda ilerler hatta taban tabana zıt bir görünüm sergiler. Ama ikilinin arasındaki bu yaş, deneyim, mizaç ve karakter farkı belli bir süre sonra hassas bir dengeye oturur, birbirlerinin açığını kapatmaya başlarlar ve beklenildiği üzere sonunda başarıya ulaşırlar.
Buraya kadar son derece 'klasik' olabilecek anlatım, ikilinin arasındaki farkın etnik köken veya sosyal sınıfa doğru kaymasıyla başka bir boyuta geçebilir. Çünkü bu durumlarda olay sadece kahramanları değil etraflarındaki herkesi etkiler. Başka bir deyişle hikâye sadece baş karakterlerin uğraştıkları olaya değil aynı zamanda 'çevredeki' insanların da bu olaya ve bu karakterlere nasıl baktığına yoğunlaşır. Bunun en açık örneklerinden birini Netflix kanalında yayınlanan "Broadchurch" dizisinden görmüştük.
Bein Connect kanalında gördüğümüz "Mare of Easttown" dizisi de benzer bir yolda ilerliyor. Ancak bu dizide beklenmedik bir şekilde olayın merkezini oluşturan kasaba ve koşullar o kadar kısıtlı, insanlar o kadar mesafeli ve olaylar o kadar tekdüze ki, kendimizi sanki 'dünyanın geri kalanından uzak', sakin bir kasabada değil, 'dünyada unutulmuş', sancılı bir kasabada buluyoruz. Normalde koşullar gereği birbiriyle 'dip dibe' yaşayan insanların arasındaki dayanışma, anlayış ve arkadaşlığın büyük şehirlerde yaşayanlara göre çok daha yüksek olması beklenirken burada durum tam tersi… Dizide hem ortam hem olaylar hem de başkarakter Mare, bu 'rahatsızlığı' iliklerimize kadar hissettiriyor.
Pensilvanya’nın 'Easttown' kasabasında polis/dedektif Mare Sheehan (Kate Winslet), çok uzun zamandır bu kasabada yaşayan, hem ailesinde trajediler yaşamış hem de yaptığı 'yavan' polislik işinden bıkmış orta yaşlı bir kadındır. Üstelik Mare’in lise arkadaşlarından biri olan Dawn’ın kızı Katie, bir sene önce kaybolmuş ve olay hala çözülememiştir. Zaten bu durumdan sorumlu tutulan Mare, bir de aynı kasabada yine genç bir kızın cesedinin bulunmasıyla daha da büyük bir yük altında kalır.
KASABADA KAYBOLAN JENERASYON
Ülke içerisinde oldukça 'unutulmuş' olan Easttown kasabasında, bütün düzeni bozan bir genç kız cinayetinden önce birçok kişi daha gündelik, ufak sorunlarla boğuşuyorlar: Evinin gizlice izlendiğini iddia eden bir yaşlı çift veya sürekli uyuşturucu bağımlısı kardeşi tarafından soyulan bir genç kadın gibi… Ancak bütün bunların ötesinde asıl kasabanın 'altını kazıyan', garipliğini daha da arttıran 'resmi' olmayan suçlar var. Easttown’da herkes zamanından önce yaşlanmış gibi duruyor. Kasabadaki birçok büyükanne ellili yaşlarında bile değil. Genç kızlar daha kendileri çocuk yaştayken çocuk sahibi oluyorlar. Adeta ortalıkta kaybolmuş bir 'jenerasyon' var. Bütün bu 'hazır' olmayan anne-babalar tarafından ortaya 'saçılmış' çocuklar, belki cinayet olmasa da alkol veya uyuşturucu bağımlılığı, psikolojik hastalıklar veya 'kayboluşlar' gibi kötü olayların yaşandığı bir yerde büyüyorlar. Yine de kasaba neredeyse negatif anlamda bile iddialı olabilecek kadar bir suç veya kötülük yuvası değil, daha çok ‘kendi haline bırakılmış’, insanların kendilerini kötü olayların akışına teslim etmiş bezgin bir mekan…
MARE VE YAŞADIKLARI
Kasabada süren bu bıkkın ve 'sıkıntılı' havadan Mare de fazlasıyla nasibini almış gibi duruyor. Kendisi çok genç yaşta büyükanne olmuş, sık sık takıştığı annesiyle (geçici olarak) beraber yaşayan, intihar etmiş oğlunun halen yasını tutan daha doğrusu bunu bastırmaya çalışan, kasabanın çok genç 'annelerinin' yaşına gelmiş kızını elinde tutmaya çalışan, boşanmış bir kadın… Üstelik artık (uyuşturucudan) 'temizlenmiş' olan torununun annesi (ve ölmüş olan oğlunun karısı) oğlunu geri almak istiyor.
Bütün bu 'kargaşık' ilişkiler artık öyle noktalara gelmiş ki Mare bunları her zaman bir öfke ile değil biraz 'boşvermekle', hatta sarkastik bir mizahla karşılıyor. Boşandığı ve yeni bir kadınla evlenecek olan eski kocası arka komşusu olmuş, yanına geçici gelen annesi kendi evindeymiş gibi ona geç gelince hesap soruyor ve büyük kızı belki kendi de farkında olmadan eşcinsel bir ilişkiye yelken açmış gibi duruyor. Zaten hem çözemediği bir suç yüzünden üstünde baskı olan hem de bir yandan dağılan ailesini bir arada tutmaya çalışan Mare, kaçış yolunu sonuç olarak 'dışarıdan' gelen bir yabancıda buluyor. Ancak bu ilişki bile dalgalanmalar yaşıyor ve özellikle Mare’in mesafeli duruşuyla ince bir dengede duruyor. Sanki kasabanın 'zehirli' havası kasabaya yeni gelen birini bile etkiliyor.
Belki büyük şehirlerden sıkılıp bu küçük kasabaya 'kafasını dinlemek' için gelen insanlar, farkında olmadan bu yerin 'kısır döngüsünün', 'zamansızlığının' içine düşüyorlar.
Mare, aslında bu yeni katılan insanları elinden geldiğince uzak tutmak, bir anlamda kurtarmak istiyor. Kendisiyle duygusal bir ilişkiye başlamış yazar Richard’a (Guy Pearce) bunun 'bir gecelik' bir şey olduğunu söylüyor, kendisine cinayet davasında yardım için gelen ilçe dedektifi Zabel’a önce çok ters sonra oldukça mesafeli davranıyor. Ancak dediğimiz gibi bu insanlar da 'saf' kalamıyorlar: Richard, imza gününe çağırdığı Mare’e (sonra özür dilese de) uzun süre çok soğuk davranıyor, Zabel ise onunla en samimi konuşmasını sadece çok sarhoşken yapabiliyor.
KATE WİNSLET İMZASI
Bütün bunların yanında, zengin bir kısa film kariyeri ve özellikle "One Dollar" (10 bölüm), "Westworld" (1 bölüm) dizileriyle ve "The Hunt" filmiyle dikkatimizi çekmiş olan Craig Zobel’in yönettiği bu yedi bölümlük dizi (biz henüz üç bölümünü izleyebildik!) tabii ki işlenen cinayetin failini merak ettiğimiz bir polisiye yapım. Dizinin renk tonları sonbahar havası etrafında dolanıyor, yönetmen dokunuşlarıyla detayları, önemsiz ipuçlarını (bilinçli bir şekilde) 'bulandırarak' bu kadar sıradan ve yalnız görünen kadın ve erkek karakterlerini besliyor.
Bir de bütün bunlara ek olarak çok etkileyici bir oyunculuk performansı var. Neredeyse kusursuz bir kariyerden sonra artık 45 yaşına gelmiş Kate Winslet, ağzında sigara ve bira eksik olmayan, biraz salaş bir parka ve büyük botlarla, sürekli asık suratlı, kimseyi ve hiçbir şeyi sabırlı bir şekilde dinlemeyen Mare rolünde harikalar yaratıyor. Gerektiğinde polislik kurallarını 'esneten', hiçbir şüpheli 'siluetin' (sihouette) peşini bırakmayan ve bıkkın görüntüsünün altında sürekli diken üstünde olan özel bir karakter yaratmayı beceriyor.
Makyajsız ama güzel yüzünden akan hüzün ifadeleri senaryoya soluk veriyor, karakterleri titretiyor ve bizi sarsıyor!