Ecdad yadigari kümülatif kükreyen akıl
Belli ki, Bahçeli ve ittifakı en azından taraftarlarına doğru konuşurken, Halep’i yeni bir Hatay olarak arzuladıklarını açık ediyor ve bölgede yalnızca Kürt değil, Arap varlığını da (eski defterleri açarak) tartışmaya açıyor. Dahası, Bahçeli son aylarda yapmış olduğu Öcalan’a silah bırakma/bıraktırma çağrılarında el büyüterek bir anlamda Beşar Esad’a da benzer bir çağrıda bulunuyor.
Bahçeli'nin 3 Aralık 2024 (yani dün) yapmış olduğu meclis konuşması, Bahçeli-MHP sembolizmiyle yüklü olmakla birlikte, ezoterizmden uzak (bu bakımdan müstesna) ve anlaşılır bir konuşmaydı.
Konuşmaya sinen havayı en genel anlamıyla hegemonik olarak tanımlamak herhalde mümkündür. Bu hegemonyanın iki bağlamı vardı; birincisi ülkenin iktisadi yapısı ve bunun sosyal bağlamlarına ilişkin ‘müjdeler’. Ama bu müjdeler, biraz kahve falı tabirlemesi gibi, işte şurda ucu görünmüş, silüeti belirmiş, üç vakte kadar ayan olması mukadder ama feraha erene kadar biraz sıkıntı çekilecek müjdeler bunlar. İkincisi de Ortadoğu’dan cihana doğru Türkiye’nin konsolide edici hegemonik gücü ya da 'make Ottoman great again' vizyonu.
Bahçeli, kontrolü ve üstünlüğü ele geçirmiş hegemonik yönetim portresi için öncelikle 2024 Haziran’ından beri enflasyonun dezenflasyon aşamasına geçtiğini, 2025 itibariyle ekonomideki düzelmenin gözle görülür/hissedilir olacağını iddia etti. Burada küçük bir pürüz vardı “sahte insanlar gibi, sahte para da” mümkündü ve Kapalıçarşı’ya kadar gelmiş olan “sahte dolar” krizi kontrolü ele almış olan Cumhur İttifakı'nın ekonomik politikalarına karşı bir fiske mesabesinde etkili olmuş olsa da, bu işin failleri, FETÖ ve diğer teröristlerle aynı muameleyi göreceklerdi: “Sahteliğe ve sahtekârlığa karşı mücadele amasız ve amansız şekilde sürmelidir. Ülkemizin sahte parayla anılmasını planlayanların pirelenmiş hevesleri pis kursaklarında bırakılmalıdır. FETÖ’cü alçakların, bölücü ve yıkıcı terör örgütü yandaşlarının sosyal ve ekonomik ahlakı zehirleme teşebbüslerini engellemekle birlikte, dolandırıcılığın ve kalpazanlığın azılı fail ve figüranlarını kıskıvrak yakalayarak hesap sormak herkese de ders ve ibret olacaktır.”
Konuşmanın ilerleyen bölümlerinde, Bahçeli, terör (15 kez), dış … (9 kez), CHP (9 kez), fon (1 kez), hain (1 kez) ihanet (1 kez) kelimelerini mebzul miktarda yan yana kullandıktan sonra (mealen) ne özgür ne özel olmayan muhalefet liderini “adamlık”a davet etti, tam ifade şöyle: “Özgür Bey, yolun yol değildir. Ağzının ayarı hepten bozuktur. Ne sözün söz, ne de siyasetin adam gibi siyasettir.” Nasıl olsa bir ara, Bahçeli, The Godfather edasıyla “Özgür Bey, kürsüden sana sallıyorum ama, bunu şahsi alma, bu bir iş” diyecek Özgür Özel de “Ne demek efendim şerefyâb olduk” yerinden mukabele edecektir… Buralara çok takılmaya gerek yok.
Dolayısıyla, Bahçeli’nin siyasi muhayyilesinde, ‘zincirlenmiş’ enflasyon, muhalefet bakanlığı CHP’den daha önemli bir muhalefet odağı… Hülasa, canavar zincirli, muhalefet sakin, muhalefet bakanlığının içeremediği ‘muhalefet’ ise şeytanlaştırılmış (foncu, mihrak, hain vb..) tam da Rusların kurdun karnı tok, kuzunun canı sağ dediği yer.
Türkiye kendi sınırları içinde bir Kuzey Avrupa ülkesi değilse de, kendi yağıyla kavrulan harc-ı alem sakinleri, yatırımlık kupon memleketi ve onun hegemonik devletiymiş.
Ama buranın kıymetlenecek olmasının sebebi, elbette şanlı tarih ve atalarımızdan miras kalan, miras hukukundaki kimi muvazaalardan dolayı, bir süredir reklamlar, fragmanlar derken bizde olmayan ata yadigarı yurtların da bu ata yurduna intikali sürecinin başlamış olması: 81 Halep, 82 Kerkük, 83 Musul…
Bu konuşmanın, klasik Bahçeli-MHP ezoterizminden uzak olmasının ve Devlet Bahçeli’nin hegemon bir lider gibi alegorik değil açık seçik anlaşılır konuşmasının sebebi de herhalde, Ortadoğu ve küresel dünyadaki gelişmelerin, Türkiye’nin Make Ottoman Great Again hülyasını teşvik edecek bir noktaya gelmiş olması ki, tam da bundan dolayı, Bahçeli 22 Ekim’den bu yana Öcalan topuna girmeden, ama DEM, CHP, ABD vb... unsurlarının tamamını şer odağı pozisyonuna yerleştirerek, bir şeyler söyledi.
Dahası, Musul ve Kerkük’ten sonra, Halep de, Devlet Bahçeli tarafından “Türk ve Müslüman” şehri ilan edildi. Dahası, Halep kalesine asılan Türk bayrağına selam gönderdi. Böylelikle, bu konuşmanın genel havasından şöyle bir şey gözlemlenebiliyor:
Öncelikle, Rusya, Ukrayna tarafında işler arzuladığı gibi gitmediği için, İran ve Suriye tarafına yeterince eğilemiyor. Dolayısıyla, Suriye ve İran biraz kendi dertlerine düşmüş pozisyonda, İsrail ve ABD’nin şerrinden kendilerini koruma pozisyonuna çekilmeye çalışıyorlar. Bu gelişmeler olurken, Türkiye de ABD’den özellikle Suriye Kürt bölgesiyle ilgili yeni bir takım beratlar elde etmiş görünüyor (Tel-Rıfat ve Membiç gibi).
Dolayısıyla, Rusya’nın zayıflaması ya da yorgun bir oyuncu pozisyonuna düşmüş olması, Türkiye’nin bir süredir buzdolabında beklettiği Suriyeli çeteler üzerinden aksiyon almasının önünü açmış görünüyor, dahası ABD başka bir takım meselelerden de dolayı bir müttefik olarak Türkiye devletinden vazgeçmek istemiyor.
Suriye’deki çetelerin geçtiğimiz hafta göstermiş olduğu ‘başarı’ dolayısıyla, Bahçeli’nin konuşmasında Halep kalesindeki Türk bayrağı olarak göründü ve bir anlamda, Bahçeli, Öcalan'sız bir çözümün de mümkün olabileceğine ilişkin bir konuşma yapmış oldu.
Ne var ki, işler biraz daha karışık ve Bahçeli’nin konuşmasının özellikle ilk bölümü, bu kompleks meseleye ilişkin bir ihtiyat akçesi niteliğinde. Çünkü, Türkiye bir müttefik olarak ABD için ‘vazgeçilmez’ görünüyor olabilir ama başka bir takım sebeplerden özellikle Suriye Kürtleri de ABD için vazgeçilmezmiş gibi görünüyor.
Dolayısıyla, ben Bahçeli’nin konuşmasının ilk bölümünde Türk devlet aklının, bir numunesi olarak ayrıntılı bir şekilde ele alınan “dostuna yakın ol, düşmanının koynunda yat” felsefesinin, (bu akıl Necip Fazıl’a referansla şöyle formüle edildi: “Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın-Gündüz geceye muhtaç, sen bana lazımsın.”) en azından taraftarları ‘devlet aklı’ etrafında konsolide edecek bir siyasi düzlem olarak ele alındığında, Bahçeli ve Cumhur İttifakı'nın yeni pozisyonu hakkında önemli ipuçları verdiğini düşünüyorum.
Belli ki, Bahçeli ve ittifakı en azından taraftarlarına doğru konuşurken, Halep’i yeni bir Hatay olarak arzuladıklarını açık ediyor ve bölgede yalnızca Kürt değil, Arap varlığını da (eski defterleri açarak) tartışmaya açıyor. Dahası, Bahçeli son aylarda yapmış olduğu Öcalan’a silah bırakma/bıraktırma çağrılarında el büyüterek bir anlamda Beşar Esad’a da benzer bir çağrıda bulunuyor: “Bize göre hala vakit geçmiş değildir. Esad’ın, Türkiye’yle önşartsız temas ve diyalog kurması, normalleşme iradesi göstermesi önce kendi hayrına, sonra da ülkesinin çıkarınadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir ülkenin toprağında gözü yoktur. Ancak vatan topraklarımızda gözü olanlara, yerinden çıkarılacak gözleri olan bu sırtlanların sırtını sıvazlayanlara tahammülümüz de söz konusu olamayacaktır. Suriye’den kaynaklanan bölücü terör musibeti tamamıyla gündemden çıkarılasıya kadar huzur ve barış ortamını tesis ettiğimiz sahaları boşaltmamız Anadolu coğrafyasını ateşe atmakla eşdeğerdir. Esad rejiminin her şeyden önce bunu idrak etmesi lazımdır… Esad yönetimi aklını başına almalıdır. Mezhep taassubunu terk etmelidir. Düşmanı dost sayan, dostu da düşman gören ilkel ve ilkesiz siyasi dürtülerle arasına çizgi çekmelidir.”
Bütün bu dilek temenniler, diplomatik göndermeler, tarihin eski defterleri bir kenara, Bahçeli’nin bugünkü konuşmasının ruhu ve bir anlamda Öcalansız ‘çözüm’ projesinin kolonyal ruhu şu cümlelerdedir gibi görünüyor:
“Esad yönetimi kabuğuna çekilip uzun süre ayakta kalacağını düşünüyorsa biliniz ki, yanıldığını er veya geç anlayacaktır. 400 yıl hakimiyetimizde bulunan coğrafyaların; sömürgeci güçlerin ve devşirdikleri işbirlikçilerin envai tezgahlarıyla, sınır ve eşik tanımayan ihanetleriyle nasıl da elimizden çıkıp gittiğini hafıza kayıtlarımızda saklı tutuyoruz. Irak ve Suriye coğrafyası Türk milletini bilir, Türk milleti de o gönül ve kültür coğrafyalarını yüreğinde taşır. 27 Kasım’dan itibaren Halep’e yönelik saldırıları konuşmadan önce, Rusya ve İran destekli rejim güçlerinin 2016 yılında Halep’te yaptığı toplu katliamları, mezhep temelli şiddet sahnelerini, sürgün edilen masumları, tarihinden koparılan bir şehrin acı veren dramını unutmadığımızı, hiçbir zaman da unutmayacağımızı hatırlatmak isterim. İsrail ile Lübnan arasında yapılan ateşkes anlaşmasından hemen sonra Halep krizinin doğması üzerine başlayan tartışmaların, bir tesadüf mü yoksa bir tertip mi olduğuyla ilgili münakaşaların, o güne kadar biriken çatışma enerjisini, artan coğrafi basıncı hesaba katmadığı anlaşılmaktadır.”