Ejderhanın ağzından nağmeler: Bahisdışı Kız Kardeş
Audre Lorde’un söyleşi, notlar ve makalelerinden oluşan 'Bahisdışı Kız Kardeş' kitabı Otonom Yayınları tarafından yayımlandı. Kitapta 1976'dan 1984'e kadar uzanan on beş makale ve konuşma yer alıyor.
Yıldız Tar
“Irkçı, cinsiyetçi, intihara meyyal bir ejderhanın ağzında kadın olsun erkek olsun Siyah çocuklar yetiştirmek vahim ve risklidir. Eğer severken aynı anda direnemezlerse büyük ihtimalle hayatta kalamazlar.”
Bu cümleler Audre Lorde’un “Erkek Çocuk: Siyah Bir Lezbiyen Feministin Cevabı” makalesinden zihnime kazınan nağmeler. “Beyaz babaların” güç olarak adlandırdıkları, kendi ve kesinlikle onların da yıkımı anlamına gelen yozlaşmalar tarafından yok edilmeyecek siyah bir adam yetiştirme hikâyesini anlatıyor Lorde bu makalesinde. Ve nihayet, Lorde’un bu makalesinin de yer aldığı, söyleşi, notlar ve makalelerinden oluşan 'Sister Outsider' kitabı Türkçe olarak yayınlandı. 'Bahisdışı Kız Kardeş' adıyla Otonom Yayınları’ndan çıkan kitabı Gülkan 'Noir' ve Yusuf Demirörs Türkçeleştirdi. Kitap, Lorde'un en etkili kurgusal olmayan eserlerinin bir araya geldiği bir koleksiyon. Çağdaş feminist teorilerin gelişiminde çığır açan bir etkiye sahip olan kitapta 1976'dan 1984'e kadar uzanan on beş makale ve konuşma yer alıyor. Lorde, bu makale ve konuşmalarında cinsiyetçilik, heteroseksizm, ırkçılık, homofobi, sınıfçılık ve yaş ayrımcılığı üzerine kişisel deneyimlerinden yararlanırken, kesişimsel kimliğin karmaşasını araştırıyor. Kitap; aşk, kendini sevme, savaş, emperyalizm, polis şiddeti, ittifaklar kurma, eril şiddet, siyah feminizm ve farklılıkları bir değişim aracı olarak kabul eden ve kucaklayan eşitlik hareketlerini içeren geniş bir konu yelpazesine sahip.
Düzyazı türünde yayınlandığı iddia edilen bu metinler toplamına güldeste desek yeridir. Lorde, bir savaşçı gibi düşünüyor ve bir şair olarak kaleme alıyor makalelerini. Yaşadıklarını, gördüklerini, siyah bacılarının bahse değer dahi görülmeyen isyanını, siyah lezbiyenlerin şarkılarını ritmik bir dille anlatıyor. Metinler, birbirine dairesel bir şekilde bağlanıyor ve Lorde, her seferinde tam da kitabın ortasından konuşarak meydan okuyor ejderhaya, yani Amerikaya.
Lorde’un Rusya seyahatinden notlarıyla açılıyor kitap. İstemsizce Moskova ve New York’u karşılaştırıyor. Seyahatinden sonra rüyalarına giren Moskova’da en çok sağlığın ücretsiz olması ve herkesin ekmeğinin olması etkiliyor Lorde’u. Gördüğü herkesin ucuz ekmekten yeterince nasiplenmesini birçok siyah insanın ekmek derdinde olduğu bir dünyada yeterince iyi buluyor. Ama diğer tüm metinlerde olduğu gibi, burada kalmakla yetinmiyor. Rusya’nın özgür, sınıfsız ve tam anlamıyla eşit bir toplum olduğuna inanmadığını yineliyor. Yine de ekmek bulma sorunu çözülürse diğer sorunlara bakabilme şansı olduğunu hatırlatıyor. Ziyaretinde sorularıyla canını sıkıyor biraz da ev sahiplerinin. Eşcinselliğe Sovyetlerin tutumunu soruyor, “kamusal bir mesele olmadığı için kamusal bir tutum olmadığı” yanıtını alıyor. Kreşlerde erkeklerin çalışmasının teşvik edilip edilmediğini, “çocuklara erken yaşta nazik bir erkek figürü sunabilmek için” gerekli olduğu vurgusuyla soruyor. Hayır yanıtını alıyor. Bütün bu seyahati onda siyah Amerikalıların ejderin ağzında yapayalnız olduğunu hissettiriyor. “Dayanışma retorikleri ve beyanlarının dışında bize bizden başka hiçbir çare yok” diye anlatıyor Lorde izlenimlerini. Ve ilerleyen yazılarda tam da o ejderhanın, yani ırkçı, kapitalist, emperyalist, cinsiyetçi, homofobik ABD’nin dişleri bedenine geçmeye hazırken şarkılar söylüyor.
“Şiir Bir Lükse Değildir”de beyaz babaların içi boş sözcük oyunlarına meydan okuyor, “Hissediyorum, öyleyse özgür olabilirim” diyor Lorde. Buradan sessizliğin diline ve eyleme dönüşmesine uzanıyor. “Lezbiyen ve Edebiyat” paneline sunduğu makalede kuşandığı dille beyaz olana açıklıkla soruyor: “Siz, size düşeni yapıyor musunuz?”. Katman katman açılan yazınında, kendini açığa vurma ediminin korkularından bahsediyor. Tek tek o korkuları hissediyor ve hissettiriyor. Ve yine Amerika denen ejderhanın ağzına dönüyor. Siyah kadınların ejderhanın ağzında hayatta kalmak için öğrendikleri hayati bir dersi paylaşıyor, “Bizden asla hayatta kalmamız beklenmemiş” diyerek birkaç kelimeyle yüzyılların tarihini dillendiriyor. Ölüm hariç tüm korkuları yaşayıp, sessizce atlattıklarını söylüyor. Makaleyi bitirdiğimde Lorde’u bozulması gereken sessizliklerin tam orta yerinde davul çalarken düşlüyorum. Lezbiyen, savaşçı, şair Audre korkularla başlattığı sessizliği neşeyle dağıtıyor bende.
Lorde, kitap ilerledikçe yüzeyi kazımaya devam ediyor. Beyaz kadınların ırkçılığını, kadının kudretini bir kaynak olarak görmeyen siyah erkeklerin cinsiyetçiliğini, hem siyah erkekler hem de heteroseksüel siyah kadınların saldırdığı siyah lezbiyenleri yazıyor. Lorde, ezbere bir eşitleme yerine tüm metinlerde yaptığı gibi farka, farkın kuruluşuna dikkat çekiyor. Beyaz kadınların ırkçılığını, beyaz erkeklerinkiyle eşitlemiyor. Beyaz erkeklerin cinsiyetçiliğini, siyah erkeklerinkiyle de. Her birinde yüzeyde görünen gerisindeki dip dalgaların peşine düşüyor. Siyah erkeklerin kendisini siyah kadınların alabileceği yegan ödül olarak nasıl inşa ettiğini anlatıyor. Bu durumun siyah kadınları birbiriyle rekabet etmeye programladığını söyledikten sonra siyah komünitedeki lezbiyen karşıtı histeriyi faş ediyor:
“Irkçı için siyah insanlar o kadar iktidarlıdır ki bir tanesinin varlığı bile tüm bir nesli kirletebilir; heteroseksist için lezbiyenler o kadar iktidarlıdır ki bir tanesinin varlığı bile tüm cinsiyeti kirletebilir.”
Bir yandan siyah kadınların siyah erkeklere, beyaz kadın ve erkeklere göre ne kadar az maaş alabildiğini, işsizliği sorgularken; diğer yandan siyah kadınların nasıl siyah erkeklerin öfkesinin yönelebileceği geçerli ve kabul edilebilir hedeflere dönüştüğüne dikkat çekiyor. Mary Daly’e açık mektubunda beyaz kadınların feminizminin ırkçılığını tane tane anlatırken uyarıyor:
“Ataerki bizi görmezden geldiğinde katledilmemizi teşvik ediyor. Radikal lezbiyen feminist teori bizi görmezden geldiğinde ise kendi yok oluşunu teşvik ediyor.”
Audre’nin iliklerinde hissettiği bir cinayet, kitapta birkaç kere anlatılıyor. 1977’de genç bir siyah aktris olan Patricia Cowan’ın, davet edildiği bir oyunun seçmelerinde oyun yazarı olan siyah erkek tarafından çekiçle dövülerek öldürülmesine dönüyor birkaç kere Audre Lorde. Siyah olduğu için değil, siyah kadın olduğu için öldürüldüğünü söylerken tarihin lezbiyen olup olmadığını yazmadığını, dört yaşında bir çocuğu olduğunu kaydettiğini vurguluyor. Belki sezgisel olarak biliyor, Patricia ile paylaştığı bağın siyah olmaktan, kadın olmaktan daha derin, daha başka bir bağ olduğunu. Belki de tanıyor, biliyor Patricia’yı ve nice ölümde bu coğrafyada da LGBTİ+’ların yasını adlarıyla, sanlarıyla tutmamıza izin verilmemesi gibi bir durumla karşı karşıya. Bilemiyoruz. Aynı Audre gibi seziyoruz. Sezerken de Audre’nin hayatta kalmak için öfkeden, öfkenin yerine konabilecek en az onun kadar güçlü bir şeyler arayışından, acıyı tanımak ve o acıyı kullanmaktan gelebilecek güçten, “uyanışın, onurun ve hatanın can alıcı yılları” 60’lardan, daha öncesi ve sonrasından, Akra’dan, Grenada’dan getirdiği bir küpeyi kulağımıza takıyoruz: Efendinin araçları efendinin evini asla yıkamaz!