Ekim Devrimi’nin, kollarında yükseldiği işçilerden biri: Kanatçikov

Semyon İvanoviç Kanatçikov'un Çarlık Rusyası’nda Devrimci Bir İşçinin Anıları’ kitabı, Ilgın Akkaya ve Doğukan Dere'nin çevirmenliğinde Kor Kitap tarafından yayımlandı.

Google Haberlere Abone ol

Vladimir İlyiç Lenin, Ekim Devrimi’ne aylar kala, hakkında yakalama kararı çıkarıldığı dönemde, partili bir işçi olan Yemelyanov’un Raziliv Gölü kenarındaki kulübesinde, Devlet ve Devrim adlı broşürünün sonuna gelmiş olmanın heyecanını yaşamaktadır.

Karşıdevrim cephesi tarafından, hakkında Avrupa’da lüks bir hayatın içinde olduğu şayiasının yayıldığı günlerde Lenin, kitabının taslağını, o günleri birlikte geçirdiği yoldaşı Zinovyev’e anlatırken, “İktidarı aldıktan sonraki ilk dönem için bütünlüklü bir eylem programı, evet, hatta belki sadece ilk dönem için de değil. Proleter bir devletin: Komün tipi bir devletin karakterini, hatta yaşam biçimini ele alıyor” der ve devam eder: “Evet, Engels haklıydı. Devlet, zaferi kazandıktan sonra proletaryaya miras kalan bir canavar. Muzaffer proletarya, bu canavarın en berbat yönlerini kesip atacak, ama özgür sosyal koşullarda yetişmiş yeni bir nesil, ondan kalan tüm artıkları yok etmiş duruma gelene kadar onu koruması gerekecek... Broşürüm, ayrıca, bu işi Fransızların başlatacağına ve Almanların pekiştireceğine dair eski inanca sıkı sıkı sarılmanın da bir gereği olmadığını ispat edecek... Startı veren Rusya olacak. Bu Messianizm değil, tarihsel bir gerçeklik. Broşürümün adı ‘Devlet ve Devrim’ olacak.

Zinovyev ise, ülkedeki güçler dengesinin bir devrim için uygun olmadığını savunarak ekler: “Ben uygun olmayan koşullarda patlak verecek silahlı bir isyandan, yenilmeye mahkûm bir devrimden korkuyorum. Her şeyi kaybedebiliriz.

Zinovyev, kaygılarını, Lenin’i kızdırma pahasına daha sert ifadelerle dile getirmeyi göze alarak devam eder: “İnsan bönleşecek kadar ileri gitmemeli. Geçen nisanda, döndükten hemen sonra, Taurida Sarayı’nda yaptığın konuşmayı hatırlıyorum. Henüz tek bir işçiyle konuşabildiğin için olayları bütünlüklü göremediğini söylemiştin. Bu ifaden Menşeviklerin kahkahalarına, bizim yoldaşların da kafalarının karışmasına yol açmıştı...

Lenin de şu yanıtı verir: “Mükemmel. Tam da böyle söylemiştim. Böyle söylemiştim, çünkü gerçek buydu. Ve ertesi sefer Putilov’dan, Trubochni’den ve diğer fabrikalardan pek çok işçiyi gördüğümü ve durumlarını çok iyi bildiğimi söylediğimde de herkes bana inanmıştı.

Zinovyev, “Ama şimdi, şu anda, bugünkü Rusya’da iktidarı almanın ne anlama geldiğini anlıyor musun?” diyerek itirazını sürdürür.

Anlıyor muyum, ha?” diyen Lenin’in yanıtı şöyledir: “Çok iyi anlıyorum. Gece gündüz bunu düşünüyorum, beynim patlayana kadar. ‘Bugünkü Rusya’ diyorsun. Geleceğin Rusya’sını yaratabilmek için bugünkü Rusya’da devrim yapmak zorundayız, başka yolu yok. Evet, cehalet var. Evet, gericilik var. Evet, medeniyetsiz bir ülkeyiz.

Önemli değil, iktidarı aldığımızda Rus yaşantısının bu acınacak yönlerini iki katı, on katı, yüz katı hızla kökünden söker atarız. Evet, işçilerimiz, Batılılarla karşılaştırıldığında kültürsüz ve eğitimsizler... Bu da zorluklarımızı ikiye katlıyor.(1)

Devlet ve Devrim, günümüzde, işçi sınıfı partileri için temel bir eğitim materyali olma özelliğini korurken, devlet kuramına dair akademik çalışmalarda da göz ardı edilemeyecek bir yerde durmaya devam ediyor.

RUSYA’DA KİMLER İYİ YAŞAR?(2)

Peki Lenin’in Zinovyev ile tartışmasının başlıca konularından Rus işçilerinin durumu neydi ve devrime giden son çeyrek yüzyılı nasıl yaşamışlardı?

Kor Kitap tarafından basılarak okurla buluşturulan Çarlık Rusyası’nda Devrimci Bir İşçinin Anıları - Kanatçikov, bu soruya doğrudan muhatabının kaleminden bir yanıt veriyor.

Yayınevi ‘anı’ başlığı altında sunsa da, otobiyografik roman tadında bir kurguyla okuru sürükleyen kitap, Rusya’da işçi hareketinin henüz ekonomik taleplerle kendisini ifade ettiği 1890’ların başından politikleşerek devrime doğru yol aldığı sürece kadar uzanan hikâyesini, bir belgesel havasında yansıtıyor.

1879 yılında, Moskova’nın Volokolamsk bölgesindeki Gusevo köyünde doğan Semyon Kanatçikov, o zamanlar köylü bir çocuğun hayatta kalmasının bile nadir bir durum olduğunu belirterek, “Mesela, annem bazı kaynaklara göre on sekiz, bazısına göre de on iki çocuk dünyaya getirmesine rağmen sadece dört kardeş erişkinliğe ulaşabilmiştik” diyor.

Hem babasının baskısından özgürleşmek hem de köylülüğün sınırları içinde kendisine gelecek göremediği için çok genç yaşta şehre gelen Kanatçikov, önce boyama işinde sonra da bir kalıp atölyesinde çalışır. Sık sık işten atıldığı için çok sayıda işyeri değiştirmek zorunda kalan Kanatçikoy’un, bazen illegal yollardan ulaştığı kitaplar dahil birçok yayını okumaya çalışarak nasıl dönüştüğünün izlerini, onun yalın anlatımıyla birlikte takip ederiz.

Kilisenin köylü ve işçileri, Çarlığa, otokrasiye bağlı tutma işlevi gören yapısını, mücadele içinde aydınlanmaya başladıkça daha net fark eden Kanatçikov’un, sonraki yıllarda babasıyla sürdürdüğü sohbetlerde dini konulardaki farklılaşmasının aralarındaki ilişkiyi koparmaması için özen gösterir.
Birçok kez tutuklanıp değişen sürelerde hapis yatan, sürgünler yaşayan Kanatçikov, Iskra’yı düzenli olarak takip ederek artık partili bir işçiye dönüştüğü süreçte, fabrikalarda komiteler kuran ve ‘İşçi Gazetesi’ adıyla, doğrudan işçilerin yazılarından oluşan bir gazete de çıkaran bir öncü işçi haline gelmiştir. Kendisini düzgün cümlelerle ifade etmekte zorlanan Kanatçikov, bir süre sonra yazılarıyla işçi basınını var eden öncü bir işçiye dönüşmüştür.

1889’te kurulan İkinci Enternasyonal’in talepleri arasında yer alan, işgününün 8 saate indirilmesi talebi için o da Rusya’da bildiriler dağıtan işçilerden biridir. Dolasıyla henüz genç bir işçiyken uluslararası işçi hareketinin taleplerini kendi ülkesinde örgütlemektedir.

Çarlık Rusyası’ndaki baskı koşullarında örgütlenen işçilerin tutuklanarak fabrikalardan tasfiye edilmesine rağmen, yeni örgütlenmeler kurulmaktadır. Kanatçikov, bir süre önce birlikte mücadele ettiği devrimci işçilerden bazılarıyla uzun süre görüşemezken, bazılarının da Çarlık güçleri tarafından öldürüldüğü haberini alır.

Kanatçikov, ilk tutuklanmasının ardından artık korkularını aşmış ve hapiste geçirdiği dönemleri, okuyarak bilinçlenme molası olarak görmeye başlamıştır:

Kısa bir süre içinde, istediklerimin ötesinde bazı eserleri de içeren bir yığın kitap elime geçti. Aralarında Marx’ın Kapital’inin birinci cildi de vardı. Okumayı gözüm kesmediğinden, ekonomi politik üzerine diğer kitapları okuyana kadar saygılı bir şekilde erteledim. Önce Zheleznov’la başladım, sonra Çuprov, daha sonra Tugan-Baranovsky’nin Rus Fabrikası ve daha sonra da İlin’in Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi…(3)

ÇARLIK RUSYASI’NDAN BUGÜNÜN TÜRKİYESİ’NE

Kanatçikov’un yaşadıklarından hareketle anlattıkları, aradan geçen zaman farkına rağmen, Türkiye işçi hareketinin sorunlarıyla da hayli benzerlikler gösteriyor.

Örneğin Türkiye’de, bulunduğu sanayi havzasını etkileme potansiyeline sahip binlerce işçinin çalıştığı bir fabrikayı örgütlemeyi hedeflerken, nasıl, çevresindeki işçileri etkileme özelliği olan işçileri örgütlemeye özel bir önem veriliyorsa, aynı kaygıları, 135 yıl önce Kanatçikov ve Bolşevik işçilerin, büyük fabrikaları örgütlemeye hazırlanırken yaptıkları tartışmalarda görüyoruz. Hatta örgütlenmek istenen bir fabrikaya işçi olarak girmek mümkün olamıyorsa, o fabrikadaki işçilere, evlerinin olduğu semtlerde ulaşmaya çalışmak, evlerine girmeyi başarmak, Kanatçikov ve arkadaşlarının başlıca yöntemlerinden biridir.
Bugün Türkiye’nin farklı kentlerine dağılmış olan işçi havzalarına yönelik çalışma yapan işçi sınıfı devrimcileri, kitabın bu bölümlerini okurken, belki de kendilerini Kanatçikov ile sohbet ederek dertleşiyormuş gibi hissedebilirler. İşçilerle, devrim ve sosyalizm mücadelesine katılmış üniversiteli gençler arasındaki yabancılık duygusu ve bu duygunun mücadelenin ileriki aşamalarında birbirini daha fazla anlamaya doğru yaklaşması da kitabın farklı bölümlerinde rastladığımız özellikler arasında.

Yine, işçilerin kilisenin etkisi altında olmalarının örgütlenme çalışmasında çıkardığı engellerin benzerlerini, Türkiye’de işçi örgütlenmesi yapanlar da kendi özgüllüklerinde yaşamaktadır. Örneğin, Kanatçikov’dan yaklaşık 100 yıl sonra Ankara’nın önemli metal fabrikalarında uzun yıllar işçi olarak çalışmış, komiteler kurmuş ve direnişler örgütlemiş işçilerden Rıza Ercan, kendisiyle sohbetimizde deneyimlerini şöyle anlatmıştı: “Bir kere hiçbir işçiyi ötekileştirmeyeceksin. Bu işçilerle yapacaksın ne yapacaksan. İşçi seni arkadaş olarak kabul edecek. İlk iş olarak din meselesini tartışırsan, gittin yani, kaybettin. Milliyetçilik de öyledir. İşçinin evine gideceksin. İşçiyle ailece ilişki kuracaksın. Eğer beş vakit namazını kılan işçi benimle görüşüyorsa, evine gittiğim, yemeğini yediğim için görüşüyor.(4)

Kanatçikov’un anıları, idealize edilerek üretilmiş kahraman tiplemelerinden oldukça farklı olduğunu da belirtmeliyiz. Belki şunu da ekleyerek: Kanatçikov, kendisini anlatırken son derece mütevazı, ama hayranlık duyduğu bir işçi yoldaşını anlatırken çok daha coşkulu.
Kanatçikov, zaaflarını da, önemli mücadele süreçlerinin ardından, entelektüel bir topluluğa seslenirken, heyecanla yaşadığı bocalama duygusunu da gocunmadan anlatıyor. Hatta kitabın birkaç yerinde denk geldiğimiz bu bölümlerde kahramanımızın utancından yüzünün kızardığını bile hissedebiliyoruz.

Türkiye’nin herhangi bir işçi havzasında örgütlenme çalışması yapan işçiler, bu kitabı okuduklarında çeşitli türden zorluk ve bocalama halleri karşısında “Aynı ben” diye düşüneceklerdir muhtemelen.

Daha çocuk diyebileceğimiz bir yaşta köyünden ayrılarak işçilik hayatına adım atan Kanatçikov’un başardıkları karşısında, “Ben de başarabilirim” duygusunu da yaşayacaklardır. Çünkü Kanatçikov, onlara dokunma mesafesinde konuşuyor.

Lenin’in sürgün dönemlerinde, parti basınına yansıyan işçi mektuplarından, Rusya’da işçi sınıfının durumunu anlamaya, analiz etmeye çalıştığını biliyoruz. Kanatçikov o işçilerden biri olarak Ekim Devrimi’nin öğretici, heyecan verici ve derslerle dolu tarihinden, bize bir öznenin en çıplak ve yalın haliyle sesleniyor.

Bağlarken, şunu da söylemesek eksik kalabilir. Bazı kitapları, yazarlarından da ötürü güçlü bir edebiyat metni beklentisiyle okur, bitirip, kapağını kapattığımızda bu açılardan bizde bıraktıklarını tartarız. Kanatçikov, bir söylem ya da imgelem değil, eylem ustası. Eksik gördüğü yanlarını yüksek sesle söylemekten çekinmeyen ve öğrenmeye hep açık duran bir işçi. Siz, onun geçirdiği dönüşümü hayranlıkla okurken kendinizi ‘vay’ derken yakalayabilirsiniz belki; ama o hiçbir zaman ‘ben oldum’ demiyor.


1) Emmanuil Kazakeviç, Mavi Defter- Ekim öngününde Lenin, Çev: Özlem Koşar, İstanbul, Kor Kitap, 1. Basım Kasım 2023, Sayfa 100-112
2) Rus Şair Nekrasov’un başyapıtının ismi. Keskin toplumsal çelişkilere şiiriyle işaret ederken, adalet ve özgürlük mücadelesinde de özellikle bu eseriyle önemli bir yer edinmiştir.
3) Semyon İvanoviç Kanatçikov, Çarlık Rusyası’nda Devrimci Bir İşçinin Anıları, Çev: Ilgın Akkaya, Doğukan Dere, İstanbul, Kor Kitap, Birinci Basım Ağustos 2024, s. 341
4) Hazırlayan Fatih Polat, Her İnsan Bir Hikâye, "İşçiyi örgütlemek için önce güvenini kazanacaksın", Evrensel, 25 Mayıs 2024 https://www.evrensel.net/haber/519251/isciyi-orgutlemek-icin-once-guvenini-kazanacaksin