Ekokırım kavramını doğru kullanıyor muyuz?
Ekokırımı bir suç haline getirmenin ardındaki en temel neden, biz insanları değil, doğanın bizzat kendisini korumak. Her çevre suçuna “ekokırım” demek, kavramın içini boşaltmakla eşdeğer bir tutum.
Özlem Altıparmak*
Doğaya ve yaşam alanlarımıza yönelik saldırılar ve tahribatlar arttıkça, etkili bir koruma sağlamak için elimizdeki araçlar ne yazık ki yeterli olmuyor. Yeni savunuculuk yöntemleri arıyor, bu talanı durdurabilmek için çözümler bulmaya çabalıyoruz. İstiyoruz ki bu eylemlerin bir cezası, bir yaptırımı olsun. “Kirleten öder” anlayışı üzerine inşa edilmiş bir cezasızlık sisteminde, gerçek anlamda doğayı korumak ve sürdürülebilir bir yaşam tesis etmek ne yazık ki mümkün değil. Hal böyle olunca yeni yeni duyduğumuz “ekokırım” suçu ve kavramına adeta bir can simidi gibi yapışıyor; içeriğini, tanımını ve ardında savunulan değeri görmezden gelerek bu yeni kavramın bizi kurtarmasını bekliyoruz.
Ekokırım en geniş anlamıyla, risklerin farkında olarak ekosistemlere yönelik gerçekleştirilen çok büyük zarar ve yıkım olarak ifade edilebilir. Ekokırımı bir suç haline getirmenin ardındaki en temel neden, biz insanları değil, doğanın bizzat kendisini korumak. Yani insan olarak bizlerin bizzat mağdur olmasını veya zarar görmesini beklemeden, ekosistemlere yönelik gerçekleşen ciddi, uzun vadeli ve ağır sonuçları olan suçları cezalandırabilmek. Bu bakış açısı, insan için var olan ve insanı kuşatan “çevre”yi koruma altına almış bir hukuk sisteminde köklü bir değişiklik demek aslında. Ekokırımın bir suç haline getirilmesiyle başlayan bu tartışmalar, kendimizi merkeze alarak inşa ettiğimiz bir ceza ve de bir değer sisteminden, doğayı merkeze alan yeni bir değer sistemine geçişi simgeliyor. Antroposen, yani insan merkezli bir çağda, insan olarak sorumluluğumuzun farkına varmayı, doğa ile sadece fayda ve talan üzerinden kurduğumuz ilişkiyi sorgulamayı gerektiriyor.
Altta yatan bu tartışmalara hiç değinmeden, çevreye yönelik gerçekleşen her suça “ekokırım” demek, kavramın içini boşaltmakla eşdeğer bir tutum. Şayet ekokırımın bir utanç suçu olarak bu değer sisteminde bir yer edinmesini istiyorsak, olur olmaz yerde ekokırım kavramını kullanmaktan kesinlikle kaçınmamız gerek. Ceza normlarının temelini oluşturan şey ahlaki değerlerdir. Hırsızlığı cezalandırdığımızda, hırsızlık eylemi tümüyle ortadan kalkmaz ama ahlaken bu eylemi kabul etmediğimizi deklare etmiş oluruz. İnsan öldürmenin bir cezasının olduğu sistemde, her öldürmeye soykırım dersek, gerçek anlamda kitlesel ve soyu kırmak amacıyla gerçekleştiren eylemleri görünmez kılarız. Bu durum soykırım eylemini gerçekleştirenlerin, utançtan sıyrılmalarına sebep olur. Ekokırım kavramı, yeni bir ahlaki zeminde tartışılıyor ve doğa merkezli bir değer kabulünün altını çiziyor. O nedenle kavramların içini boşaltmadan, anlamını ve içinde barındırdığı değeri bilerek kullanmamız gerekir. Aksi halde derdimize derman ararken, var olan talan sistemine yeni ve etkisiz bir kavram daha kazandırmış oluruz.
Peki, ekokırımın bir suç olarak kabul edilmesi bu talanı durdurmaya tek başına yeterli mi? Ekokırımın, şu anda Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından bir suç olarak kabulü için çalışmalar devam ediyor ancak dünyada ceza kanunlarında ekokırımı suç olarak kabul etmiş ülkeler var. Bunlar arasında Rusya, Belarus, Kazakistan, Kırgızistan gibi ülkeleri sayabiliriz. Bu ülkelerde ekokırım suç oldu diye, ekosisteme yönelik suçların azaldığını düşünmek çok yanıltıcı olur. Bu nedenle ekokırımı, ardında yatan değeri göz ardı ederek, içini boşalttığımız bir suça dönüştürürsek ve gerçek anlamda bir yaptırımla donatmazsak bu sürecin kaybedeni yine biz olacağız.
Ekokırımı uluslararası alanda bir suç haline getirmek konusundaki çabaların tüm dünyada büyük yankı bulması ve uluslararası kamuoyunun dikkatinin bu konuya çekilmesi oldukça önemli. Ancak var olan iklim değişikliği ve kelimenin tam anlamıyla doğayı katletmemiz karşısında kendi sorumluluğumuzu fark etmediğimiz bir düzende ekokırımın suç haline gelmesinden büyük bir medet ummamak lazım. Doğa koruma dediğimiz şey, doğanın insandan korunmasıdır. Yoksa doğanın, hiçbir şeyden ve hiç kimseden korunmaya ihtiyacı yok. Kendi içinde muhteşem bir döngüselliğe sahip bir bütünlük doğa. Bu bütünlüğün bir parçası olduğumuzun farkına varmadan ve doğayı aslında kendimizden korumamız gerektiğini fark etmeden ekokırımı konuşmanın hiçbir anlamı olmaz. İstediğimiz kadar ekokırımın suç olması için bir kampanya yapalım, söylem ve eylem geliştirelim, bu suçu bir utanç suçu olarak inşa etmediğimiz sürece, çevreyi kirletenin bedeli neyse ödediği sistemde örülen duvara bir taş da biz koymuş oluruz. Çünkü ekokırım, kelimenin tam anlamıyla yuvamızı öldürmek demek ve bizim yuvamız, içinde hayat bulduğumuz bu doğanın kendisidir.
Yazıyı bitirirken Farabi’nin sözlerine sığınalım. Farabi’ye göre kavram, varlıkların suretlerinin maddesinden ayrılması ve aklın suretine bürünmesidir. Yani kavram, varlıkla düşünce arasında müşterekleşen bir suretten ibarettir. Doğayı, kendi küçücük çevremizin bir sureti olarak algılarsak, yuvamızla birlikte öleceğimizin farkına bile varmayız. Doğanın ve kendi varlığımızın bütünlüğünü fark edip, aklın suretine büründürebildiğimiz ölçüde ekokırımı gerçek anlamda anlayabiliriz.
*Avukat, İzmir Barosu