Ekonomide kış kapıya dayandı
Türkiye ekonomisi bir çıkmaz girdabına doğru hızla sürükleniyor. Küresel konjoktürün yanısıra OHAL'in de etkisiyle uzun vadeli yatırımlar dip yaparken, bu durum domino etkisiyle ekonominin en kırılgan yanı olan sıcak paraya bağımlılığı körüklüyor. Sıcak para da döviz dalgalanmasına, dolayısıyla da sermaye çalkalanmasına, üretim maliyetlerinin yükselmesine ve enflasyona yol açıyor. Ekonomist Uğur Gürses'in ifadesiyle, dünya genelinde Çin'den sonra en fazla borç artıran özel sektöre sahip Türkiye'de ocak ayından sonra 'yokuş daha da sertleşecek'. “Piyasalarda yaz bitti” diyen Gürses, ekonomik anlamda Türkiye'yi nasıl bir tablonun beklediğini anlattı.
DUVAR - BOTAŞ'tan Borsa İstanbul'a, kamu bankalarından THY'ye kadar Türkiye'nin en büyük kamu teşekküllerinin devredildiği Varlık Fonu'yla ilgili geçen hafta basına yansıyan bir haber, adeta Türkiye ekonomisinin damarlarında akan kan durumundaki sıcak para krizini ortaya koydu. Büyük iddialarla kurulan Varlık Fonu, aralarında Çin'den ICBC'nin de bulunduğu uluslararası bankalarla kredi görüşmesi için masaya oturmuştu. İddialara göre, Varlık Fon'u, 10 yıl vadeli 5 milyar dolarlık kredi için Çin'in yanısıra Katar'ın da kapısını çalmıştı. Kredi talebi kabul edilirse, karşılığında Türkiye'nin varlıkları teminat gösterilmiş olacak.
Bu tablonun bir de özel sektör boyutu var. Özel sektörün yurtdışından yaptığı ticari krediler dışındaki borçları 231 milyar dolara ulaştı. Borçlarını döndürmekte zorlanan şirketleri ayakta tutmak için de Kredi Garanti Fonu devreye girdi. Başbakan Binali Yıldırım'ın deyimiyle 30 bini aşkın firma bu sayede olası bir iflastan kurtarılmış oldu. Ancak, borcu borçla ödemenin sürdürülebilir bir durum olmadığı açık. Bu ödemeler geldiğinde, yeni borçlanmaya gidilememesi durumunda olası iflaslar ve işsizler ordusuna yeni katılımlar kapıda duran tehlike.
2002-2016 yılları arasında Türkiye'nin brüt dış borç stoku ise yüzde 225.2’lik bir artışla, 130 milyar dolardan 421.4 milyar dolara yükseldi.
Ekonomik anlamdaki sıkışmanın halktaki en büyük yansımalarından biri de işsizlik. TÜİK'in açıkladığı resmi verilere göre işsizlik yüzde 11'e dayanırken, genç işsizlikte bu rakam yüzde 21 gibi oldukça yüksek bir seviyeye ulaşmış durumda.
Yine TÜİK verilerine göre ekonomi ikinci çeyrekte yüzde 5.1 büyüme kaydetti. Ancak TÜİK'in hesaplama yönteminde yaptığı değişikliğin varolan tabloyu olduğundan daha iyi gösterdiği tartışmaları bir yana, büyüme rakamlarına bakıldığında daha çok inşaat ve mevsimsel etkiyle de tarım öne çıkıyor. Özellikle sanayi alanında durum, bu büyüme rakamlarına eşlik etmiyor.
Ekonominin altındaki dinamit konumundaki cari açık tehlikesi de her geçen yıl artarak büyüyor. Cari açık ağustos ayı rakamlarıyla 36 milyar dolara ulaşırken, Maliye Bakanı Naci Ağbal'ın yaptığı açıklamaya göre 2018 yılında en iyimser rakamla 65.9 milyar lira civarında bir bütçe açığı öngörülüyor.
"Piyasalarda yaz bitti, kış geldi" diyen Hürriyet yazarı Uğur Gürses, mevcut kırılganlıkları ve ekonomik anlamda Türkiye'yi nasıl bir tablonun beklediğini anlattı.
DÖVİZDEKİ DALGALANMAYA İKİ BOYUTLU BAKMAK GEREK
Dolar kurunun 3.70'e vurması, hem enflasyona yansıması açısından hem de Türkiye'ye para getiren yatırımcı açısından arzu edilmeyen bir durum. Bir kısım yatırımcı da bu çalkantıda Türkiye'den çıktı. Yani daha önceki çıkış hızlandı. Kurun zıplaması sadece yabancıların çıkışı ve enflasyon açısından değil, ekonomik büyümeyi de etkileyen bir faktör. Dolayısıyla yatırımların eskiden olduğu gibi dönmesi zor görünüyor.
İki boyutlu bakmak gerek dolar dalgalanmasına. Birincisi; üreticinin maliyetini etkiliyor. Örneğin Türkiye'ye mal vermeyen, ihracat yapan bir şirketin dahi kur yükselmesinde maliyetleri artıyor. Çünkü ihraç ettiği ürünün hammadesini dövizle ithal ediyor sonuçta. Klasik olarak, 'ihracatçı kazanıyor' deniyor ama gerçek öyle değil. Çünkü o da girdisini dövizle alıyor. Sonuçta ihracat yapsın yapmasın tüm üreticilerin maliyetleri artıyor. Hayatımızın her alanında var ithal ürün. İthal ürünle, girdiyle yapılan bir üretim var.
İkinci boyutuyla ise enflasyon olarak yansıyor. Yani satın alma gücünü düşürüyor ve harcanabilir ürünü azaltıyor. 2013'ten beri sık sık yaşadığımız bir olay. Döviz kurunun artması kamunun finansmanını da etkiliyor.
SICAK PARA AZALIYOR, AZALACAK
Yaz bitti dediğim gibi hikâye aslında buydu aslında. Tabloya, Türkiye'ye gelen sermaye ve küresel koşullar açısından birlikte bakmak gerekiyor. Türkiye'ye gelen para azalıyor, azalacak. Küresel koşullar Türkiye'nin para akışını azaltacak. Bir de Türkiye'nin kendine has koşulları var. OHAL devam ediyor, bu da hukukun askıda olması demek. OHAL de, Türkiyeye gelen para akışını doğrudan etkiliyor.
TÜRKİYE'NİN DİŞİNİN KOVUĞUNU DOLDURMAZ
Türkiye'nin kendi vatandaşı da döviz alıyor. Yılbaşından bu yana 15-16 milyar dolar döviz hesabına geçmiş. Son bir 1 yılda, gayrimenkul yatırımlarını bir kenarda tutarsanız, Türkiye'ye gelen net para 4 - 4.5 milyar dolar civarında. 35 milyar dolar cari açık olduğunu düşünürseniz, bu Türkiye'nin dişinin kovuğunu doldurmaz
DOLARİZASYONU TEŞVİK EDİYOR
Bankaların da maliyetleri yükseldi. Bankalar yurtdışından borçlanmaya kalktıkları zaman, şu an itibariyle söylüyorum, yüzde 3'e gidiyor neredeyse maliyetleri dolar bazında. İçerdeki döviz faizlerini de yüzde 3-3.5 üzerinde tutuyor. Bu da epey maliyetli bir durum. Bu da dolarizasyonu teşvik ediyor.
DÜNYANIN EN FAZLA BORÇ ARTIRAN İKİNCİ ÜLKESİ
2008 küresel krizi sonrası bol miktarda para basıldı, ucuz para dönemi oldu. FED'in, Avrupa ve Japon merkez bankalarının bastığı paralar bizim gibi ülkelere geldi. Olağanüstü derecede borçlanma yarattı Türk özel sektörü. Hatta Çin'den sonra dünya genelinde ikinci sırada en fazla borç artıran reel sektör oldu.Uluslararası raporlarda da görülüyor bu. Bu şuna benziyor, siz eğer borcunuzu ödeyebilecek bir hasılat yaratamazsanız, ekonomiyi döndüremezseniz şirketler zor duruma düşecek.
KREDİ DESTEĞİ OLMASA, 30 BİNDEN FAZLA ŞİRKET BATACAKTI
Ankara, yılın başında Kredi Garanti Fonu diye bir mekanizmayı canlandırdı. Verdikleri kefareti artırdılar. Neredeyse 2 milyar civarında ilave bir kredi imkânı yaratıldı. Bütün hikaye buydu. Hatta başbakan kendisi söyledi, 'Eğer biz buna yapmasaydık 30 binden fazla şirket batacaktı' diye. Bu da çok sürdürülebilir bir durum değil. Çünkü bu krediyle işletme kirasını, personel maaşını vesaire ödüyor. Yatırım kredisinden çok işletme kredisi gibi... İster istemez borcunuzu borçla ödüyorsunuz. Bu tabloda 'Tamam önümüzdeki 5 yılı kurtardık' diyemez hiçbir şirket. Zaten bunun geri dönüşleri de başlıyor, yani borçların ödemesi. Dolayısıyla reel sektör açısından da zor bir yokuş var, Türkiye sağlıklı bir şekilde ekonomik büyümesini sağlayamazsa. Ama baktığımız zaman sadece ihracata çalışan sanayi kesimi biraz büyüme sağlayabiliyor. Onun dışındakilerde çok görünür bir büyüme ivmesi yok.
SERMAYE HAREKETLERİNDE ÇALKALANMA
Politik risk ve istikrar, her şeyi etkiliyor. Döviz kurunu da etkiliyor, notunu da etkiliyor. Hukukun üstünlüğünü kaybederseniz, ekonomik büyümeye kendi vatandaşınızı da ikna edemezsiniz, dolayısıyla yatırımcıyı da ikna edemezsiniz. Şunu unutmayalım; Türkiye'nin her zaman bir güç kaynağı ihtiyacı var. Bu her zaman bu şekilde oldu. Sıcak paraya bağımlısınız. Ancak hukuku kaybettiğiniz için uzun vadeli yatırım gelmiyor. O zaman da sıcak paraya mahkum oluyorsunuz. Onu da düşük faiz politikasıyla bastırırsınız bir taraftan o da size kur dalgalanmasının önünü açıyor ve sermaye hareketlerinde çalkalanmayı getiriyor. Bugün küresel ortam elzem olduğu için Türkiye'ye para geliyor, Türkiye iyi olduğu için değil. Ama küresel ortam bir dönsün, -ki potansiyel olarak mevcut- bu yokuş daha da sertleşecek. Çünkü Avrupa merkez bankasının parasal genişletmeyi yarı yarıya azaltması bekleniyor, FED de yakında bilanço daraltmaya başlayacak. Sonuçta sadece faizler değil, miktar etkisiyle de bir sıkıştırma yaratacak.