Basının kısa tarihi: Ye kürküm ye!

Doğan Grubu'nun satışı 'basın' sınırları içinde vahim bir tablo. Ama Türkiye'de medyanın yakın tarihinin aynı zamanda kamu kaynaklarını paylaşmanın da tarihi olduğu düşünülürse, hiç de sürpriz değil. Freud'un söylediği gibi: Nevrotik hatırlamaz, tekrarlar. Türk medyasının hali de biraz böyle. Onulmaz bir hastalıkla malül.

Google Haberlere Abone ol

Doğan Grubu'nun medya şirketlerinin Demirören'e satışının ardından 'ağıt yakmak' için pek çok neden var elbette! Basının tamamen siyasi iktidarın tahakkümündeki tek elde toplanması, yüzlerce gazetecinin işsiz kalması, dağıtım ağının belki de muhalif basına kapatılması...

Meselenin 'basın'la sınırlı kısmında tablo feci karanlık. Ama işin bir de öteki yüzü var ki, orada basının sadece basınla sınırlı kalmadığını iyi biliyoruz. Zira, Türkiye'de medya uzun süredir bir 'kaynak aktarım' aracı olarak gelişti. Rolünü iyi oynadığı müddetçe yatırım yapıldı, çeşitlendi. Sahipliği de kamu kaynaklarına erişim mesafesine göre belirlendi. Dolayısıyla koskoca bir grubun 'teslim bayrağı' çekmesinin nedenlerini ararken, medyanın yakın tarihini, aynı zamanda kamu zenginliklerinin paylaşımının da tarihi olarak okumak gerekir.

Freud'un söylediği gibi: Nevrotik hatırlamaz, tekrarlar. Türk medyasının durumu da biraz böyle aslında, ihale hastalığıyla malül...

AYDIN DOĞAN'IN HIZLI YÜKSELİŞİ

Malum, 1980'e kadar medyaya gazetecilik kökenli aileler damgasını vurdu. Hürriyet'te Simavi, Milliyet'te Karacanların hakimiyetini kıran şey, tüm bir ekonomik yapıyı değiştiren 12 Eylül'dü. Dizginsiz bir neoliberalizmin kamunun zenginliklerini özelleştirmeler, sınırsız teşvikler, devlet bankalarının kredileri aracılığıyla yağmaya açmasıyla, basındaki mülkiyet değişimleri kol kola ilerledi.

Aydın Doğan

Aydın Doğan bu işe ilk uyum sağlayanlardandı. Milliyet'i 1979’da, Hürriyet'i 1994'te satın aldı. İki etkili gazetenin meyvelerini de kısa sürede topladı. Pek kimse hatırlamaz ama, Dışbank'ın satışı Türkiye'de artık ihalelerin nasıl bir kuralsızlıkla yapılacağının ilk örneğiydi. 1994'te İş Bankası'nın sahibi olduğu Dışbank'ı 150 milyon dolara alırken, ihtiyaç duyduğu parayı da yine Frankfurt İş Bankası'ndan 6 yıl ödemesiz olarak buldu. Yetmedi, İş Bankası, 90 milyon dolar da mevduat yatırarak Dışbank'ı 'pırıl pırıl' teslim etti. Aydın Doğan o bankayı 2005'te 1 milyar 279 milyon dolara Fortis’e sattı.

Doğan'ın medya maharetini en iyi sergilediği sahne ise Türkiye'nin en kârlı şirketlerinden olan POAŞ'ın ihalesiydi. İş Bankası ve Aydın Doğan önce İş-Doğan A.Ş.'yi kurdu. Bu şirket, aralarında Vakıfbank'ın da bulunduğu bankalar konsorsiyumundan kredi çekip, POAŞ'ın bir yıllık kârı olan 1.2 milyar dolara ihaleyi kazandı. Bundan sonrası ise dünyada emsali görülmemiş bir süreçti. İş-Doğan A.Ş. ile halka açık Petrol Ofisi birleştirilerek kredi borcu kamuya yıkıldı. İşin özeti, devlet sattığı şirketin parasını yine sattığı şirketten aldı. Doğan POAŞ'ı da 2010'da Avusturyalı OMV'ye 1 milyar Euro bedelle sattı.

Doğan böyleydi de rakipleri çok mu farklıydı?

BANKA-İHALE-MEDYA ŞEYTAN ÜÇGENİ

1990'larda 4 ulusal, bir yerel gazete, 40'a yakın dergi, 2 ulusal televizyon kanalı sahibi Dinç Bilgin de medyanın gücünden fazlasıyla faydalananlardan oldu. Doğan'ın banka atağından sağladığı kârı gören Bilgin de 14 Haziran 1935'te madenciliği desteklemek amacıyla kurulan Etibank'ı 1997'de değerinin çok altında, 155.5 milyon dolara aldı. Ortağı da bir diğer medya patronu, Bursa'nın yerel tekeli Olay TV ve gazetesi ile sonradan Doğuş Grubu'na sattığı NTV'nin sahibi Cavit Çağlar'dı. Bilgin kısa süre sonra bankanın tek hakimi oldu. Etibank'ın topladığı mevduatı kendisine kredi olarak kullandırınca bankayı batırdı, 800 milyon dolarlık borç da TMSF eliyle kamuya kaldı. Bu arada Cavit Çağlar da sahibi olduğu İnterbank'ı aynı dönemde batırarak borçları yine devlete havale etti.

Turgay Ciner

Bilgin'in batışı uzun süredir medya patronluğu hayali kuran Turgay Ciner'in önünü açtı. TMSF, Bilgin'in borçlarına karşılık el koyduğu Sabah gazetesi ve ATV'yi, 10 yıl içinde, altı aylık taksitler halinde toplam 433 milyon dolar ödeyecek olan Ciner'e 2002'de sattı. Bu süreçte Ciner HAVAŞ, Hopa Limanı, Eti Soda, Silopi elektrik dağıtımı, bazı termik santraller ve bir dizi madenin ihalesini kazandı. 2007'de TMSF, satışta usulsüzlük olduğu gerekçesiyle Sabah-ATV'ye tekrar el koydu. Ciner de sonradan Habertürk'ü ve son olarak da Show TV'yi alarak basın patronluğunu sürdürdü.

Zenginliğin yolunun banka-medya ilişkisinden geçtiğini görenlerden biri de Korkmaz Yiğit'ti. Kanal 6, Kanal E ile Yeni Yüzyıl ve Ateş gazetelerini alarak medya dünyasına adım atan Yiğit, TMSF bünyesindeki Türkbank'ı 1998'de 600 milyon dolara satın aldı. Ardından daha büyük oynamak için Doğan'ın Milliyet'ine talip oldu. Tam satış gerçekleşeceği sırada ünlü tape skandalı patladı. Organize çete lideri olmaktan tutuklanan Alaattin Çakıcı ile ses kaydının yayınlanması, olaya dönemin Başbakan'ı Mesut Yılmaz'ın da adının karışması, Yiğit'in kısa süreli saltanatını büyük bir gürültüyle yıktı.

Bir diğer bankacı Erol Aksoy'du. 1984'te Çukurova Grubu'ndan aldığı İktisat Bankası'nın yanına ABD ve Fransa'dan iki küçük banka daha ekledi. O da 'medyasız' olmayacağını bildiğinden 1991'de Show TV'yi kurdu. Aksoy için rakiplik önemli değildi. 1994'te Doğan'a satılana kadar Simavi ile Hürriyet'e, 1998'e kadar da Bilgin ile Sabah ve Yeni Yüzyıl'a ortak oldu. En büyük yatırımı ise Cine 5'ti. Diğerleri gibi o da bankasının parasını sadece kendine ayırınca battı ve medya varlıklarını yitirdi. Zararı ise her zaman olduğu gibi kamu üstlendi.

1990'larda medyaya ilk giren tüccarlar bir bir çökerken boşluğu Mehmet Emin Karametmet doldurmak için harekete geçti. Tıpkı özel televizyonlarda olduğu gibi kuralsız kaidesiz kurulan Turkcell'le büyüyen Karamehmet, medya gücüyle yükselişini pekiştirmek istedi. Yapı Kredi ve Pamukbank gibi iki önemli gücünü de kullanıp Aksoy'dan Show TV'yi, kuponla televizyon dağıtma sözünü tutmayıp iflasa sürüklenen Ilıcak ailesinden de Akşam'ı aldı. Ancak burada da süreç değişmedi. Bankalarının kaynaklarını kendisine ayırdığı ortaya çıkınca onun zararları da TMSF eliyle devlete ihale edilip, elindeki medya varlıkları alındı.

Banka-ihale-medya şeytan üçgeni anlatılırken elbette Cem Uzan'ı anmadan olmaz. Turgut Özal'ın "Anayasa bir kere delinmekle bir şey olmaz" sözüyle yolunu açtığı özel televizyonlar dönemini başlatan Uzan'dı. 1991'de kurduğu Star televizyonu ile medyanın gücünü keşfetmekte gecikmedi. Ve tüm 90'lı yıllar boyunca bu alana yatırım yaptı. İlk eğlence kanalı Teleon TV, ilk Türk sineması kanalı Yeşilçam TV, ilk Türk dizileri kanalı Dizi TV, ilk yabancı müzik yayını yapan Metro FM bunlardan bazılarıydı. Star gazetesi ile de yazılı basına adım attı.

Medya gücünün Uzanlar'a sağladığı faydalar saymakla bitmez ama özelleştirmelerden aldığı şirketlerin kısa bir dökümünü yapalım: Trabzon, Gaziantep, Urfa, Bartın çimento fabrikaları, Çukurova Elektrik (ÇEAŞ), Türk Otomotiv Endüstrisi (TOE), Türkiye’nin en büyük alüminyum üreticisi Nasaş... Tamı tamına 128 şirkete sahip oldular. Sonrası malum, İmar Bankası da dahil tüm şirketlerin içini boşaltıp kaçtılar.

Yakın zamanda tamamını yabancılara sattığı Garanti Bankası'nı bünyesinde bulunduran Star ve NTV'nin sahibi Doğuş Grubu ile, defalarca batmasına rağmen kamu bankaları kredileri sayesinde yeniden ve yeniden dirilen TGRT, Türkiye gazetesi ve İhlas Haber Ajansı'nın sahibi İhlas Holding de 90'lardaki bu çarkın ürünü medya gruplarıydı.

DEVR-İ SAADETİN MEDYASI: HAVUZ

Gelelim devr-i saadetin medyasına, yani 'havuz'a...

Her şey Ciner Grubu'ndayken TMSF tarafından 2007'de Sabah-ATV'ye el konulmasıyla başladı. Grup 2008’de 1.1 milyar dolar karşılığında Çalık Grubu’na satıldı. Parası da Halk Bankası ve Vakıfbank’tan anında kredi olarak verildi. Bir süre sonra Çalık işten çekilmek istedi. Ve Sabah-ATV'nin Taksim yayalaştırma projesi, metrobüs ulaşım hattı gibi işleri yapan, üçüncü havalimanı projesinde yer alan Kalyon Grup'un kurduğu Zirve Holding'e satıldığı açıklandı. Ancak iddialara göre, üçüncü köprü ve üçüncü havalimanı gibi dev projelerin ihalesini alan Limak, Cengiz İnşaat, Kolin İnşaat gibi şirketlerin patronları da ortaya para koydular. İşte şu meşhur 'havuz medyası' böyle doğdu.

Ethem Sancak

Ethem Sancak, Akşam Grubu'nu, Uzanlar'ın mirası Star gazetesini ve TV 360 ile Kanal 24'ü alıp Es Medya adı altında sahalara hızlı giriş yaptı. BMC ihalesini kazandıktan hemen sonra da 'vatani görevini' tamamlamış edasıyla hızla geri çıktı.

Dönemin parlayan yıldızı ise kuşkusuz Demirören'dir. Vergi cezaları ile sıkışan Aydın Doğan'dan Milliyet ve Vatan'ı satın aldı. Aldığına pişman olduğunu her seferinde söyledi, "300 milyon lira harcadım, tek kuruş kazanamadım" dedi. Dedi demesine de gazete patronluğu döneminde dünyanın 5’inci büyük petrol şirketi TOTAL’in Türkiye’deki tüm operasyonlarını satın aldı. Ardından Milan Petrol'ün tamamını, sonrasında da Türkiye'nin en eski petrol markası Türk Petrol'ü bünyesine kattı. Gazetecilikten para kazanamasa da kısa sürede tüp gaz ve LPG'den bir petrol devine dönüştü. Sonunda da Doğan'ı aldı...

***

Gazetecilerin tarihi nasıl ki cezaevleri, işsizlik, suikastlarla yazıldıysa; basının patronlarının tarihi de ihalelerle, devlet bankaları kredileriyle yazıldı. Dolayısıyla asa kimdeyse Musa da oydu ve ihale musluğunu tutan siyasi güç, ilhamını buralarda arayan her medya patronunu eninde sonunda alt etti/ediyor!

Doğan Grubu'nun satışını tartışırken bu iki farklı tarihi unutmamak en doğrusu.