Prof. Karatepe, dolardaki yükselişin nedenlerini anlattı: Çaresizliğin kışını yaşıyoruz
Prof. Dr. Yalçın Karatepe, dolardaki artışın nedenlerini ve Türkiye ekonomisi üzerinde yaratacağı etkileri Charles Dickens’ın ünlü romanı İki Şehrin Hikâyesi'nin giriş cümlesinde yazılanlardan hareketle değerlendirdi. Yaşananların 'İki Paranın Hikâyesi' adı altında özetlenebileceğini söyleyen Karatepe, "Bugünleri zamanların en kötüsü, aptalların devri, kuşkuların dönemi, karanlıkların mevsimi ve çaresizliğin kışı olarak tanımlayabiliriz" dedi.
DUVAR - Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yalçın Karatepe, Türk lirasının son aylarda döviz karşısında yaşadığı büyük değer kaybının nedenlerini değerlendirdi. Karatepe'nin Birgün gazetesindeki değerlendirmeleri özetle şöyle:
TL NEDEN DEĞER KAYBEDİYOR?
Türkiye’nin makro göstergelerinde hâlâ çok büyük problemler olduğunu görebiliyoruz. Yüksek enflasyon, yüksek cari işlemler açığı, yüksek dış borç stoku, yüksek seyreden işsizlik oranı, artan bütçe açığı, kaybolan mali disiplin ve azalan güven endeksi gibi göstergeler bizim dünyadan ekonomik olarak negatif ayrışmamıza neden olmaktadır. Bunlara ek olarak Türkiye’de siyasi yapının da ekonomik karar almayı güçleştirdiğini biliyoruz. Devam eden OHAL, kurumların işlevsiz hale gelmesi, kuralların keyfi olarak uygulanması ve buna bağlı olarak öngörülebilirliğin azalması ekonomik karar almayı zorlaştırmaktadır. Derecelendirme kuruluşu Moody’s Türkiye’nin kredi notunu yatırım yapılabilir seviyenin iki basamak altına indirdi. Söz konusu raporda, Moody’s “kurumsal yapının” çökmüş olduğunu, tüm kararların bir tek kişinin iki dudağı arasından dökülecek sözlere bağlı olarak alındığını vurguluyor. Bu durumun Türkiye’nin öngörülebilirliğini ortadan kaldırdığına ilişkin değerlendirme, Türkiye ekonomisinin zorlu bir dönemden geçtiğinin bir ifadesidir. Türkiye’nin 2018 yılı sonuna kadar vadesi gelen dış borç ödemesi ve artan cari işlemler açığını finanse edebilmek için yaklaşık 230 milyar dolar kaynağı yurtdışından bulması gerekiyor. Bu kadar kaynağı kim, sizin hangi göstergenize güvenerek, size kullandıracak?
Türkiye’nin kendi sorunlarına ek olarak dünyada da ekonomik koşullar hızla bizim aleyhimize değişiyor. Dolar ve euro faiz oranlarında yaşanan artışlar ve bunların devam edecek olması Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu yabancı sermayeye ulaşmasını zorlaştıracak, ulaşsa bile daha yüksek bir maliyete katlanmasına yol açacaktır. Ayrıca artan ticaret savaşları bir süre sonra sermaye hareketlerine kısıtlamalara doğru bile evrilme riskini barındırıyor. Bu değişen koşullara Türkiye ekonomik olarak hazırlanıyor mu? Hayır, hazırlanmıyor. Herhangi bir tedbirin alınmadığını görüyoruz. Alınan ekonomik kararların da, tıpkı 2017 yılında alınan kararlarda olduğu gibi, daha çok yurtiçi talebi canlandırmaya yönelik olduğunu görüyoruz: “Nefes Kredisi” “Süper Teşvikler” gibi.
Bütün bunları birlikte değerlendirerek soruya yanıt verelim: Türk Lirası güvenilir bir para olmaktan çıkıyor. Yabancı yatırımcıların son iki ayda Borsa İstanbul’dan yaklaşık 800 milyon, hazine tahvillerinden ise 870 milyon Dolarlık çıkış yapmaları bunun bir diğer göstergesidir. Sadece yabancılar fırsatını buldukça çıkmıyor, benzer şekilde yurtiçi yerleşikler de dövize geçiş yapıyorlar. Döviz tevdiat hesaplarının artması bundan dolayıdır. Çünkü risklerin yüksek olduğu gelişmekte olan ülkelerde döviz her zaman güvenilir bir enstrüman olmuştur.
TL'NİN DEĞER KAYBETMESİ TÜRKİYE EKONOMİSİNDE NE TER ETKİLER YARATACAK?
Özel sektörün bu sene ödemesi gereken yaklaşık 180 milyar Dolar dış borcu var. Dolar’ın her 1 kuruş yükselmesi bu borcu ödemek için yaklaşık 1,8 milyar liralık bir maliyet artışı demektir. Şirketler bunu hangi faaliyetlerinden elde edecekleri kazançla ödeyebilecekler? Ödediklerinde bu şirketlerin bilançolarına yansıması nasıl olacak? Bakın, bu kur artışlarının kamuya da çok doğrudan zararı var. Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) kapsamında yaptırılan köprü, otoyol, şehir hastaneleri, havaalanları vb. işlerin tamamında devletin ödemeyi taahhüt ettiği tüm rakamlar ya dolar cinsinden ya da euro cinsindendir. Kurlar arttıkça devletin bu şirketlere yapacağı ödemeler ne olacaktır? Mesela Osmangazi Köprüsü’nden geçiş için devletin taahhüt ettiği ücret 40 dolar, oysa geçen otomobillerden 71,75 TL alınmaktadır. Bugünkü kurlardan devletin taahhüt ettiği rakam yaklaşık 165 TL. Kurlar artıkça bu rakam artmaktadır. Bu da bütçe açıklarına katkı demektir.
Döviz kurlarındaki artışın ekonomide yarattığı baskıya bağlı olarak Merkez Bankası’nın faiz artırımına gitmesi kaçınılmaz olacaktır. Faizlerde yapılacak olası bir artış, ki artık 1 ya da 2 puanlık bir artış kurların yükselişini durdurmak için yeterli olmayacaktır, yatırım ve tüketimi de olumsuz etkileyecektir. Özellikle inşaat sektöründe bir durgunluğun yaşanması ve buna bağlı çok sayıda diğer sektörlerinde bundan etkilenmesi kaçınılmaz olacaktır. Dövizdeki artış aynı zamanda beklentilerde de bozulmaya yol açacağı için yatırım ve tüketim kararları ötelenecek, büyüme oranı bundan olumsuz etkilenecek ve zamanla işsizlik oranında da artış yaşanacaktır.
DOLARDAKİ ARTIŞ GÜNLÜK YAŞAMI NASIL ETKİLEYECEK?
“Benim döviz ile işim yok, döviz borcum yok ben etkilenmem” diyenlere bakmayın. Vatandaşın dövizle doğrudan bir ilişkisi olmasa dahi kurlardaki artışın sonuçlarına maruz kalacaklardır. En belirgin etki enflasyonun artmasıyla ortaya çıkacaktır. Doların artması üretim maliyetlerini önemli ölçüde artıracaktır. Türkiye son 16 yılda uygulanan ekonomi politikası nedeniyle üretim yapısı önemli ölçüde ithal girdiye bağlı duruma geldi. Kurlardaki bu artışa bağlı olarak girdi maliyetlerindeki artış enflasyonu da artırarak vatandaşın satın alma gücünü zayıflatacak ve refahını azaltacaktır. Özellikle sadece ücret geliri olanların ve emeklilerin, yani toplumun büyük çoğunluğunun refahında azalmalara yol açacaktır. Kendi işi olanların, küçük işletmelerin de faaliyet gelirlerinde azalmalar olacak, iflaslar yaşanacaktır.
KURDAKİ ARTIŞ NEREYE KADAR DEVAM EDER?
Charles Dickens’ın ünlü romanı İki Şehrin Hikâyesi “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, erdem zamanaydı, aptalların zamanıydı, inançların çağıydı, kuşkuların zamanıydı, ışıkların mevsimiydi, karanlıkların mevsimiydi, umutların baharı, çaresizliğin kışıydı” diye başlar.
Bunu biz “İki Paranın Hikâyesi” olarak uyarlayabiliriz. Ama Dickens’ın karşıtlıklar üzerinden yaptığı girizgâhı değiştirmeliyiz. Bugünleri zamanların en kötüsü, aptalların devri, kuşkuların dönemi, karanlıkların mevsimi ve çaresizliğin kışı olarak tanımlayabiliriz.
Zamanların en kötüsü çünkü başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da yaşananlar, ticaret savaşları, yükselen ötekileştirme, tıpkı Dickens’ın kitabındaki dünyada kendilerinden başka kimseyi umursamayan Fransız aristokratlarının davranışları gibi kin, nefret ve öfke birikimine yol açıyor. Bugünler aynı zamanda “aptalların devri”; dünyayı yöneten liderlerin rasyonellikten uzak olmaları belirsizliği ve riskleri artırmaktadır. Bütün bunların sonucunda “çaresizliğin kışında” olduğumuzu söyleyebiliriz.
İçinde bulunduğumuz bu koşullarda, Türkiye’nin siyaseten normalleşmemesi halinde var olan sorunlardan kurtulması mümkün değildir. Normalleşmeden kastettiğim, öncelikli olarak OHAL’in kaldırılması, hukukun yeniden tesis edilmesi, kuralların şeffaf bir biçimde uygulanması, kurumların mevcut yasa ve yönetmeliklerine uygun olarak faaliyet göstermeleri ve siyasette var olan ayrıştırıcı üslubun sona erdirilmesi gereğidir. Bunlar yapıldıktan sonra ekonomide var olan ve kronikleşmiş sorunların çözümüne yönelik tedbirlerin alınması gerekir. Enflasyon, cari açık, işsizlik, vergi sistemi, bütçe açıkları, sosyal güvenlik sistemi ve istikrarsız büyüme gibi alanlardaki sorunların kalıcı olarak çözülebilmesi için politika değişikliğine gidilmesi gerekir. Bunlar yapılmadığı sürece Türkiye ekonomisi her tür risklere açık olmaya devam edecek ve dünyada yaşanan ekonomik, siyasi ve jeopolitik gelişmelere de bağlı olarak önemli kayıplara uğrayacaktır. Ancak bütün bu değişiklikler yapılacak mı sorusunun yanıtı gayet açık bir biçimde hayırdır. İktidar bütün kurguyu ekonomik sorunları çözmekten ziyade yaklaşan seçimlere göre yaptığından, herhangi bir tedbir almayacaktır. Eğer 2018 yazında ülkede bir erken seçim olmaz ise, önümüzdeki bir buçuk yıllık süre içerisinde, seçimler yapılıncaya kadar, işler daha da zor hale gelecektir.