Ekonomide yanıt 'acı reçete' mi?

Ekonomi yazarı Gürses Erdoğan'ın 'yastık altındakileri bozdurun' ifadesini değerlendirdi. Gürses herkesin “sermaye kontrolü gelir mi?”, “mevduatımıza el konur mu?”, “döviz hesabımız sabit kurdan TL’ye çevrilir mi?” sorularına yanıt beklediğini yazdı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Ekonomi yazarı Uğur Gürses, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 100 günlük icraat planının ardından vatandaşların yastık altındaki döviz ve altınlarını çıkarmalarını istemesini değerlendirdi.

Gürses Erdoğan'ın döviz ve altınların bozdurulmasına dair ısrarının altında epeydir küçük tasarrufçudan iş insanlarına kadar 'fısıltı gazetesi' aracılığıyla yükselen kaygı olduğunu belirtti. Ankara'daki bürokratların 'sermaye kontrolü olmayacak' mesajı vermeye çalıştığını ifade eden Gürses yine de sokaktaki insanda 'gelişmeler bizden saklanıyor' kaygısı olduğunun altını çizdi.

ÜÇ SORU YANIT BEKLİYOR

Gürses bu kaygı ile birlikte “sermaye kontrolü gelir mi?”, “mevduatımıza el konur mu?”, “döviz hesabımız sabit kurdan TL’ye çevrilir mi?” sorularının yanıt beklediğini belirtirken "Savaş, seferberlik, ağır ekonomik bunalım dışında hiçbir iktidar isteyerek, planlayarak bu kapıyı açmaz, mevcut hükümet de isteyerek yapmaz. Ancak kötü yönetilirse işin geleceği son durağın “acı reçete” olacağı da açık." ifadesini kullandı.

Gürses'in 'Tek seslilik ekonomiye ne yapıyor?' başlıklı yazısının ilgili kısmı şöyle:

“Bizim bilmediğimiz şeyler oluyor, gazeteler yazmıyor bunu” algısı ile “dış güçlerin oyunu ile kur yükseliyor, hükümet de baş edemiyor” kanısı birleşiyor, her kesimden şu üç soru ardı ardına soruluyor; “sermaye kontrolü gelir mi?”, “mevduatımıza el konur mu?”, “döviz hesabımız sabit kurdan TL’ye çevrilir mi?”

Bana sorulduğunda bunların hepsine “Hayır” dedim. Savaş, seferberlik, ağır ekonomik bunalım dışında hiçbir iktidar isteyerek, planlayarak bu kapıyı açmaz, mevcut hükümet de isteyerek yapmaz. Ancak kötü yönetilirse işin geleceği son durağın “acı reçete” olacağı da açık.

OHAL altında o kadar keyfi kararlar alındı ki; yurttaşların, yukarıda aktardığım zihin bulanıklığı ile o üç soruyu ardı ardına sorması birbirini izledi. Son 3 aydır birebir sohbetlerde, konferanslarda “ekonomi” denince ilk karşılaştığım sorular bunlardı.

Peki ne oldu? Olan şu; bankacılık sisteminde son 13 haftada (3 ay demek bu), mevduat artışı yaşanmadı. Olur mu böyle şey? Olmaz. 3 ay boyunca mevduatın artmadığı nerede görülmüş? Döviz hesapları azalırken, TL mevduat çok az artmış.

Seçim kararı alınan haftayı, 27 Nisan’ı 100 kabul edelim; aradan geçen 13 haftada döviz hesapları 96’ya düşmüş (6.3 milyar dolarlık azalış), vadeli TL mevduat hesapları ise 100’den 101’e çıkmış (9.8 milyar TL). Yani kabaca 2 milyar dolar. Peki döviz ve TL mevduatların arasındaki 4.3 milyar dolarlık farka ne olmuş? Çekildiğinden başka bir seçenek yok. Normal koşullarda TL mevduatların en azından dönemsel faizi kadar artacağı varsayılsa kabaca yüzde 4 kadar artmış olması gerekirdi. ama artış sadece yüzde 1.

Haydi vadesiz mevduatı da hesaba katalım; döviz hesaplarında 6.3 milyar dolar azalış varken ki bu kabaca 30 milyar TL karşılığına geliyor, aynı dönemde vadeli+vadesiz toplam TL mevduattaki artış 21. 4 milyar TL (yani 4.5 milyar dolar). Arada hala 1.8 milyar dolar eksik var.

Lafı çevirmeden adını koyalım; mevduat çekilişi olmuş. İster yastık altına, ister yurtdışı hesaplara. Merkez Bankası’nın kasalarındaki “efektif vaziyetine” bakılırsa banka, bu çekilişte bankalara ihtiyaç duydukları efektif takviyesini yaparken kabaca 700 milyon dolar eritmiş.

(Her döviz hesabındaki azalışı “vatandaş döviz bozdurmuş” diye yorumlayanların da şapkayı önüne koyması gerekiyor)

Bunun özeti şu; tek seslilik sanıldığı gibi bir iktidarı koruyup kollayan bir kalkan değil. Tersine “fısıltı gazetesini” çalıştırıp, açık bir ekonomide iktidarın işini zorlaştıracak yere taşıyabilir.

Böyle bir ortamda vatandaşa yapılan “yastık altı döviz ve altınlarınızı bozdurun” çağrısı, tam tersi etki yapar. Zira sokaktaki kaygı o üç soruya odaklanıyorken, “ekonomik savaşla karşı karşıyayız” diyerek “yastık altından çıkarın” çağrısı yapmak kaygıyı artırır.

Petrolü olmayan ve bunu da ithal etmek için dış kaynağa ihtiyaç duyan açık bir ekonomide, siyasi konsolidasyon uğruna toplumu komplo kuramlarıyla besliyorsanız “tek seslilik” kanalı kendine fısıltı kanalını açar. Bunun bedeli de yüksek olur.

Petrolünüz yoksa açık ekonomide hukuksuzluk ve baskı da bir yere kadar.