Kriz ne doğurur: Faşizm mi demokrasi mi?
Ekonomik krizin derinleşmesinin iktidarı alaşağı ederek demokrasiyi getireceği iddiasına itiraz var. Akademisyenler, Yalçın Karatepe, Ümit Akçay ve Pınar Bedirhanoğlu ile siyasetçi-akademisyen Nesrin Nas, ‘Kriz, faşizme kayışı hızlandırır’ yorumunu yaptılar.
ANKARA - Ekonomik kriz, ekonomi, siyaset ve dış politika alanında olası senaryolara ve yorumlara kapı araladı. Yalnızca iktisatçılar değil siyaset bilimciler de süreci ve sonuçlarını ele alan yaklaşımlar ortaya koyuyor. Bu yaklaşımlardan en dikkat çekenlerden birisi Prof. Dr. Erik Jan Zürcher’in ahvalnews’ten Yavuz Baydar’a verdiği mülakatta söyledikleriydi. Prof. Zürcher, Leiden Üniversitesi Türkiye Etütleri Bölüm Başkanlığı yapmış bir isim. Zürcher’i hafızalara kazıyansa dokuz dile çevrilen: Modernleşen Türkiye'nin Tarihi (Turkey; A Modern History) isimli eseri. Bu kitap Türkiye’nin yanı sıra ABD, İngiltere, Hollanda ve İskandinav ülkelerinde temel ders kitabı olarak okutuluyor.
Zürcher’in “Sırf Türkiye’de çoğunluk AKP-MHP blokunu desteklediği için öngörülebilir gelecekte iktidarın bu blokta kalacağına katılıyorum. Ama bu strateji yine de halen Türkiye’de yaşanmakta olan türden bir çeşit çağdaş faşizme kayışı durdurabilir hatta kısmen geri bile çevirebilir” sözleri, ekonomik krizin Türkiye’nin faşizme kayışını durdurup durduramayacağı tartışması başlattı. Bu iddiayı, ODTÜ öğretim üyesi Doç. Dr. Pınar Bedirhanoğlu ile Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Yalçın Karatepe’ye, çalışmalarını Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economis and Law) yürüten Doç. Dr. Ümit Akçay ile siyasetçi ve akademisyen Dr. Nesrin Nas’a sorduk. İşte yanıtları…
DOÇ. DR. PINAR BEDİRHANOĞLU: KRİZ FAŞİZME KAYIŞI HIZLANDIRABİLİR
Uluslararası ekonomi politik ve uluslararası ilişkiler alanında çalışan ODTÜ öğretim üyesi Doç. Dr. Pınar Bedirhanoğlu’nun ekonomik krizin derinleşmesinin demokrasiyi mi getireceği yoksa faşizme kayışı mı hızlandıracağı tartışmasıyla ilgili, “Kontrol edilememesi durumunda bu ateş, AKP iktidarını da bugün ona muhalif görünen kesimleri de yakabilir” diyen Bedirhanoğlu, “…sermaye iktidarının artık ne Türkiye’de ne de dünyada demokratikleşmeyle bir arada yürümesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Bu şartlarda faşizme kayışı ancak kitlesel bir kapitalizm karşıtı mücadele engelleyebilir” tespitini yaptı. Doç. Dr. Pınar Bedirhanoğlu’nun açıklamaları şöyle:
"Türkiye’de faşizme kayışı, yaşadığımız ekonomik krizin durdurabileceğini düşünmüyorum. Tam tersi kriz mevcut siyasi ve iktisadi koşullarda bu yönde bir kayışı hızlandırabilir. Krizin faşizan bir yönelimi hızlandırmasının ne yazık ki hem küresel hem Türkiye’ye özgü şartları mevcut.
Türkiye’ye odaklanacak olursak, Eric Zürcher AKP’nin Türkiye’deki uzun dönemli iktidarını, verili kabul ettiği bir merkez-çevre ikilemi üzerinden açıklamış. Hâlbuki AKP’ye bu muhafazakâr söylemi yeniden üretip iktidarını sağlamlaştırma imkânını, 2002’den 2013’e kadar olağanüstü avantajlı seyreden küresel finansal ortam sağladı. AKP, bu döneme damgasını vuran ucuz dış kredi bolluğunu, ülke ekonomisini kamusal bir mantıkla ve bütünsel bir kalkınma stratejisi üzerinden güçlendirmek için değil parti iktidarını uzun dönemde ayakta tutacak kesimleri kendisine bağlamak için kullandı. Uluslararası rekabet gücü düşük sermaye gruplarını devlet eliyle palazlandırdı ve ülkenin gerçekten en fakir kesimlerini 2002 öncesindeki yaşam koşullarıyla karşılaştırılmayacak bir tüketim imkânına kavuşturdu. Bunu yaparken sermayenin toplum üzerindeki tahakkümünü derinleştiren emeğin güvencesizleşmesi ya da sosyal hakların olağanüstü gerilemesi gibi neoliberal dönüşümleri de muhalefeti etkisizleştirerek kolayca hayata geçirdi. Bu dönüşümler uzun vadede AKP’yi destekleyen kesimlerin de varoluşunu tehdit ediyor ama gelecekten bugüne kadar zaten fazla beklentisi olamamış kesimler için bugün bu göze alınabilecek bir risk. Partiye bağlılıklarını sürdürerek kendilerini kurtarabileceklerine inanıyorlar."
'BEDELİN, AKP’NİN İKTİDARDAN DÜŞMESİYLE ÖDENİP BİTECEĞİNİ DÜŞÜNMEK NAİF BİR BEKLENTİ'
"Ekonomik kriz toplumsal düzeyde başka bir riski tetikliyor, o da bu kesimlerin bu inancının yıkılması ve AKP ile aralarında kurulan saadet zincirinin kopması. Cumhurbaşkanı, bu kesimlerin kriz nedeniyle yaşayacağı kaçınılmaz kayıpları ve hayal kırıklıklarını, çatışmacı bir siyasi dille idare edebileceğini sanıyor. İdare edemezse iktidarı bırakıp bunun siyasi bedelini ödemeye hazır değil.
Muhtemelen iktidarını siyasi çatışmaları ulusal ve uluslararası düzeyde derinleştirerek sürdürmeye çalışacak. Bu bedelin AKP’nin iktidardan düşmesiyle ödenip biteceğini düşünmek ise ayrı bir naif beklenti. Çünkü Pandora’nın kutusu bir kez açıldı ve yoksul kesimler daha önce hayal bile edemedikleri bir dünyayı hayal etmeye başladılar. Bahadır Özgür’ün 11 Ağustos’ta Duvar’daki yazısında yaptığı uyarıyı bu nedenle özellikle sol muhalefetin tekrar düşünmesi gerekiyor:
Krizin değersiz kıldığı kitlelerin ekonomik olarak tatmin edilebileceği seviyenin çoktan geçildiğini gördüğü için de [Erdoğan] tercihini çok net ortaya koyuyor: Değersizleşen kitlelere
siyasi bir değer atfederek yönetmek!
'KRİZİN ATEŞİ SADECE İKTİDARI DEĞİL MUHALEFETİ DE YAKABİLİR'
Erdoğan, mecbur kaldığı bir ‘kurtuluş savaşı’ ilan etmiş durumda. Bu savaşı kendi siyasi ikbali için mi yoksa ona inananlar için mi başlattığını gösterecek turnusol kağıdının ise muhalefetin Twitter’dan yaptığı dolar esprileri olmadığı muhakkak. Zira her şeylerini kaybetmeye başlamış insanların bir de varlığını değersiz görmek tam da Erdoğan’ın acilen ihtiyaç duyduğu ateşi yakmak anlamına geliyor. O ateşin kimi yakıp küle çevireceğini de kimse bilemez.
Kontrol edilememesi durumunda bu ateş, AKP iktidarını da bugün ona muhalif görünen kesimleri de yakabilir. Ana akım muhalefet bu tehlikeyi görüp çoktan sessizce AKP’nin yanına geçmiş durumda. Zira sermaye birikiminin derinleşen çelişkilerinin, Türkiye’de sermayenin iktidarını sarsmadan idare edilebilmesi sadece AKP’nin sorunu değil. Benzer koşulların pek çok Güney ülkesi için de geçerli olduğunu, bu nedenle sermaye iktidarının artık ne Türkiye’de ne de dünyada demokratikleşmeyle bir arada yürümesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Bu şartlarda, faşizme kayışı ancak kitlesel bir kapitalizm karşıtı mücadele engelleyebilir."
DOÇ. DR. ÜMİT AKÇAY: FİNANSAL KRİZLERDEN AŞIRI SAĞ SİYASET KAZANÇLI ÇIKIYOR
Uluslararası siyasal iktisat, merkez bankacılığı ve finansallaşma konularıyla ilgilenen, “Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği” kitabının yazarlarından, aynı zamanda Gazete Duvar yazarı Doç. Dr. Ümit Akçay, geçtiğimiz yıl IMF ile anlaşma yapan Mısır ve Pakistan’ı örnek göstererek, “Liberallerin hayal ettiği gibi IMF’nin bir demokratikleştirme misyonu yok” dedi. Akçay şunları söyledi:
"Prof. Zürcher röportajında esasında Türkiye’de liberal muhalefet arasında oldukça yaygın olan bir görüşü dile getirmiş: Mevcut gidişat ancak bir ekonomik krizle durdurulabilir ve krizden çıkış ancak 2000’lerin başında olduğu gibi bir IMF programı ve AB perspektifi ile sağlanabilir. Daron Acemoğlu’nun son yazısında da benzer vurgular var. Mesele bir kere bu şekilde konulunca ekonomik kriz, mevcut otoriterleşmeyi engelleyebilecek hatta demokrasiye dönüşü sağlayabilecek bir gelişme olarak görülmeye başlanıyor. Oysa Manuel Funke ve arkadaşlarının 1870 ile 2014 yılları arasında 20 ülkedeki 800 genel seçimi inceledikleri “Going to Extremes” başlıklı makalelerinin sonucu çok net: Finansal krizler sonrasında aşırı sağ siyaset kazançlı çıkıyor."
'KRİZİN DERİNLEŞMESİ İKTİDARI SARSABİLİR ANCAK MUHALEFETİN NE YAPACAĞI ÖNEMLİ'
"Tarihsel örnekleri bir kenara bırakırsak somut olarak şu anda Türkiye’de ekonomik krizin derinleşmesi iktidarı sarsabilir. Bunda herkes hemfikir. Ucu açık olan, bu süreçte muhalefetin ne yapacağı. Zira muhalefetin ekonomik programı iktidardan farklılaşmadığı ölçüde esasında ortada gerçek bir alternatif kalmıyor. Muhalefetin etkin bir aktör olamaması ise mevcut iktidarın sürekliliğini sağlamaya yarıyor.
'LİBERALLERİN HAYAL ETTİĞİ GİBİ IMF’NİN BİR DEMOKRATİKLEŞTİRME MİSYONU YOK'
Olası bir ekonomik krizi kurtarıcı olarak görmek ve krizden çıkış için hayata geçecek olan bir IMF programının, mevcut otoriter yönetim karşısında bir çeşit ‘denge ve denetleme’ unsuru oluşturacağını düşünmek, oldukça naif bir düşünce. En basit olarak geçtiğimiz yıl IMF ile anlaşma yapan Mısır ve Pakistan’a bakılabilir. Liberallerin hayal ettiği gibi, IMF’nin bir demokratikleştirme misyonu yok."
PROF. DR. YALÇIN KARATEPE: MEVCUT REJİMİN EKONOMİK KRİZLE DEĞİŞECEĞİNİ DÜŞÜNMEK KOLAYCI BİR YAKLAŞIM
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin eski dekanı ve halen aynı fakültede öğretim üyesi olarak görev yapan Prof. Dr. Yalçın Karatepe, ekonomik krizin derinleşmesinin demokrasiyle son bulacağı iddiasını “aşırı iyimser ve kolaycı bir yaklaşım” olarak yorumladı. Karatepe, şu açıklamayı yaptı:
"Türkiye’de mevcut rejimin ekonomik kriz ile kolaylıkla değişeceğini düşünmeyi aşırı iyimser ve kolaycı bir yaklaşım olarak görüyorum. Türkiye’nin ekonomik krizi 24 Haziran sonrasında başlamış değildir. Türkiye son iki yıldan beri ekonomik krize hızla sürüklenmekte ve bu krizin etkileri toplumun geniş kesimleri tarafından belirgin bir şekilde hissedilmektedir. 16 Nisan Referandumuna gittiğimiz dönemde krizin etkisini ötelemeyi amaçlayan iktidarın bir dizi tedbir aldığını biliyoruz. Kredi Garanti Fonu (KGF) aracılığıyla özel sektöre 75 milyar dolara yakın kredi olanağının sağlanması, dayanaklı tüketim mallarında ÖTV ve KDV indirimleri, konut alımlarında KDV ve emlak harcının düşürülmesi gibi tedbirler örnek verilebilir. Dolayısıyla kriz yeni bir durum değildir. Şimdi geniş kitleler tarafından konuşuluyor olmasının temel sebebi ise TL’nin son bir yıl içinde, özellikle 24 Haziran’dan sonra hızla değer kaybetmesidir. Hızla artan piyasa faizleri, yükselen enflasyon ve hatta ilan edilen enflasyon oranından çok daha yüksek zamların yaşanması ekonomik krizin ortalama vatandaş tarafından daha belirgin bir şekilde hissedilmesine yol açmaktadır. Ancak bu krizin seçmen davranışı üzerinde yakın gelecekte iktidar aleyhine bir etki yaratmasını beklemiyorum."
'HÜKÜMETE YAKIN MEDYA KURULUŞLARININ YAYINLARI VATANDAŞIN ALGISI ÜZERİNDE ETKİLİ'
"Cumhurbaşkanı Erdoğan 'çok başarılı' bir şekilde yaşanan bu krizin, başta Amerika olmak üzere dış güçlerin Türkiye üzerine oynadıkları oyunun bir sonucu olduğu algısını yarattı. Rahip Brunson krizi bunun için iyi bir fırsat oldu. Zaten değer kaybetmekte olan TL’nin bu değer kaybının sorumluluğundan kurtulmayı başarmışlardır. Hatta son zamanlarda yaşanan zamların bile ekonomik koşulların bir sonucu değil 'fırsatçıların' mevcut durumdan yararlanmalarının bir sonucu olduğu algısı oluşturuluyor. Bunun örneğini Ticaret Bakanlığı'nın 'normalin üstünde zam yapanların ihbar edilmesi' açıklamasında görüyoruz. 'Normalin üstünde' zammın ne olduğu, 'normal' zammın nasıl hesaplandığı bu açıklamayı yapan bakanlığın dahi bilmediği şeylerdir. Hükümete yakın medya kuruluşlarının -ki medyanın belki yüzde 80’i bu gruba giriyor- bu yöndeki yayınlarının vatandaşın algısı üzerinde etkili olduğunu düşünüyorum.
'AK PARTİ SEÇMENİ ÜLKEDE EKONOMİK BİR KRİZ YAŞANMAYACAĞINI DÜŞÜNÜYOR'
AKP seçmeni üzerinde 24 Haziran seçimleri öncesi KONDA’nın yaptığı bir araştırmada benim çok ilginç bulduğum bir tespit vardı: AKP’li seçmenlerde, önümüzdeki aylarda kişisel olarak ekonomik zorluk bekliyor musunuz sorusuna 'evet' yanıtı verenlerin oranı Türkiye ekonomisinde kriz bekliyor musunuz sorusuna 'evet' yanıtı verenlerden yüzde 50 daha fazla. Kendi ekonomik durumlarının bozulmakta olduğunu düşünen AKP’li seçmenlerin ülke ekonomisinde bir kriz yaşanmayacağını düşünüyor olmaları seçmen davranışı açısından dikkatle incelenmesi gereken bir durumdur. Her ne kadar kendi ekonomisi bozuluyor olsa da ülkeye ilişkin beklentisinin farklı olması, 'dış güçler bizi istemiyor' algısının oluşturulmasını kolaylaştırıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunun farkında olduğundan kararlı bir şekilde bu algının oluşturulması için çaba sarf ediyor. Bu nedenlerle ülkede iktidar değişimini 'bir ekonomik krize bel bağlayarak' bekleyemeyiz. Burada görev daha güçlü bir şekilde muhalefet partilerine düşmektedir. Seçmene kendilerinin iyi bir alternatif olduğunu göstermeleri gerekir. Ancak bunu da mevcut durumda göremiyoruz.
DR. NESRİN NAS: ŞU ANKİ KOŞULLAR İKTİDARIN MEVCUT ARAÇLARI DAHA ACIMASIZCA KULLANMASINA NEDEN OLABİLİR
Anavatan Partisi’nin eski Genel Başkanı Dr. Nesrin Nas, Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ndeki öğretim görevliliğinin ardından uluslararası finans kuruluşlarında görev yapmış bir iktisatçı. “Tarihe baktığımızda büyük krizlerden sonra faşizmin sinyallerinin arttığını görüyoruz” diyen Nesrin Nas’ın açıklamaları şöyle:
"Prof. Eric Zürcher’e katılamıyorum. Tarihe baktığımızda büyük krizlerden sonra faşizmin sinyallerinin arttığını ve yerleşiklik kazandığını görüyoruz. Ekonomik krizin iktidara yönelik memnuniyetsizliği artıracağı ve iktidarın değişeceği düşünülür. 2001 yaşandı ama bu söylenen kısmen demokratik kurumlar yaşıyorsa olur. Şu anda öyle değil. Tüm kurumsal yapı sıfırlandı. Kapsayıcı kurumlar yok, hukuk devleti değiliz, demokrasi yok. Bu koşullar, iktidarı değiştirmek yerine iktidarın mevcut araçları daha acımasızca kullanmasına neden olabilir. ABD’deki 1929 krizinden sonra Helbert C. Hoover’ın da Franklin D. Roosevelt’in de tepkileri, demokratik kurumları bastırmak, erkekleri askere almak, devletleştirme, üreticilere fiyatları sunî olarak artırıp rekabeti yok etme emri verme, düşmanla ticaretin yasaklanması, altınlara el koyma pratiklerine sahipti."
'DİRENECEK ODAK KALMADI, FAŞİZME KAYIŞ ENGELLENEMEZ'
"Türkiye’de 2010’dan bu yana direnç gösterecek odak kalmadı. Kriz, faşizmi engelleyemez daha çok güçlendirir. Faşizm deyince akla Hitler pratiği, SS’ler, kara gömleklilerinin yürüyüşü geliyor… Ancak bunlar da seçimle gelmişlerdi ve kaybedenler olarak geçen geniş yığınları yanlarına aldılar. Seçilmiş demokratik liderlerin faşizmi kolaylıkla yerleştirdiği görülüyor. Faşizm açısından tutarlık yoktur. Sürekli icraata ve sivil yaşamı devlet kontrolüne almasına çaba harcar. Özel sektör devlet denetimde olduğu sürece faşizm güçlenir. Örgütlü işgücünün dağıtılması en büyük sorundur. 21’inci yüzyılda Türkiye sanayi ülkesi olmaktan çıktı. İnşaatla giderseniz esnek bir iş rejimi kuruyorsunuz ve bu da direnecek kitleleri ortadan kaldırıyor."