Elbruz Aksoy: İstanbul, 19. yüzyılın en büyük beyaz köle pazarıydı
Elbruz Aksoy'la İletişim Yayınları'ndan çıkan 'Beyaz Köleler, Son Sesler' kitabını konuştuk. Aksoy, "Osmanlı'da açık kölelik denen bir sistem var ve azatlık mekanizması üzerine kurulmuş" dedi.
DUVAR - İnsanlık tarihinde kölelik, savaşlar ve devletin ortaya çıkışı kadar eski bir olgu. Ancak çok yakın zamanda yaşamış büyükannemizin, dedemizin bir beyaz köle olduğunu düşünebilir miyiz?
Elbruz Aksoy, İletişim Yayınları'ndan çıkan 'Beyaz Köleler, Son Sesler' adlı kitabında Osmanlı’nın son döneminden Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar devam eden, bu topraklarda yaşanan köle ticaretini ele aldı. Aksoy’la yakın tarihimizin hiç tartışılmayan, görmezden gelinen kölelik meselesini konuştuk.
Osmanlı'da köleliği inceliyorsunuz. Her ne kadar Rus ve Çerkes kölelik sistemi ayrıntılı yer alsa da kitabınızda 19.yüzyıldan başlayarak köleliği araştırmışsınız. Bu çok bilinen bir olgu değil. Sebebi nedir?
Geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet döneminde kölelik aslında güncel bir konuydu. Fakat birçok meseleyi görmediğimiz gibi, bunu da görmemezlikten geldik. Bu coğrafyanın insanları olarak geçmişimizdeki köleliği görmemizi engelleyen nedenlerden biri de beyaz kölelerin üstündeki bir mahrem kılıftı. O da bu kölelerin aslında saraylı bir Çerkes, bir Gürcü babaanne, anneanne olarak hayatlarımızdan geçmiş olmalarıydı. Hatta köleliği o kadar görmedik ki, onlar aile geçmişimizde gurur duyduğumuz asaletimizi, Avrupai görüntümüzü, uzun boy, renkli göz ve beyaz tenimizi dayandırdığımız insanlar olarak hayatımızda yer aldılar. Ama biz hiç bir zaman onların bir beyaz köle olabileceğini aklımıza getirmedik. Nasıl oluyordu da büyük dedemiz, halamız veya teyzemiz saraydan, hanedan haremlerinden ya da bir paşa konağından gelmişti, bu sorular aklımıza bile gelmedi.
Biz bunu sorgulamadığımız gibi kendileri de bunu hiç gündeme getirmediler. Çünkü dönemin toplumsal algıları içinde en makbul olan ve en makbul olmayan birbirine çok yakın bir yerde duruyordu. 19. yy Osmanlı şehir toplumunda özellikle Çerkes olmak, Çerkes olarak bilinmek saygı duyulan, hürmet edilen ve özenilen bir olguydu. En makbul olmayan kölelik ise onun tam dibindeydi ve aralarında şeffaf bir perde vardı. Osmanlı şehir toplumunda en makbul olmayan ‘kölelikten’ en makbul olan ‘Çerkesliğe’ geçiş, tahmin ettiğimizden de çok rastlanan bir durumdu. Osmanlı üst sınıf haneleri bu geçişlerin yaşandığı ana merkezlerdi ve kimin beyaz köle, kimin aslında Çerkes olduğu da birbirine karışmıştı. Hem bu haneler hem de Osmanlı devlet adamları artık bu meseleyi ‘bizim mahrem meselemiz’ olarak kabul ediyor ve müdahaleye müsaade etmiyorlardı. Oysa siyahlara ilişkin böyle bir aile içi mahrem mesele yoktu.
'KÖLE DOĞDUN, KÖLE OLARAK ÖLÜYORSUN'
Beyaz köleler nereden geliyor?
Son dönemde, yani 19. yy ’da ağırlıklı olarak Doğu Avrupa yani Ukrayna, Rusya ve Kafkasya’dan geliyorlar. Az bilinmekle birlikte Rusya’nın kendi kölelik sistemleri ve ‘serf’ denen köleleri var. Sayıları on milyonları bulan çok kalabalık bir sınıf olarak 1861’e kadar serflik sistemi içinde yaşadılar. Kafkasya'daki sistemden çok da farklı olmayan bir kölelik sistemleri var aslında. Rus serfliği deyip konuyu hafifletemiyoruz, bu da bir kölelik sistemi. 25 yıllık bir askerlik hizmetine tabiler. Toprağı onlar işliyorlar, tarlaları ile birlikte alınıp satılıyorlar; topraklarını terk etmelerinin yasak olduğu bir ‘kapalı kölelik’ sistemi bu. Köle doğdun, köle olarak ölüyorsun!
Bu serfler için Rusya’da köle olarak ölmektense, Çerkesya’daki Kuban Nehri'ni geçip kendini Çerkes beylere teslim ederek, Osmanlı şehirlerine bir köle olarak belli bir süre hizmet edip sonunda hürleşmek bir kurtuluş olabiliyor. Bu Rusya’dan kaçış ve gönüllü olarak Osmanlı kölelik sistemine dahil olma süreci tahmin edebileceğimizden çok daha fazla sayıda Rus kölesinin Osmanlı topraklarına gelmesine sebep oldu. Rusya’dan Osmanlı şehirlerine akan bu insan seli o dönemin beyaz köleler denen büyük kitlesini oluşturdu. Bu süreçte her yıl on binlerce Rus, Ukraynalı ve Kozak serf, köylü, göçer ya da asker kaçağı sınırı geçip kendilerini Çerkes beylere teslim ederek, Kafkasya’daki 60 civarındaki liman ve koylardan Osmanlı şehirlerine gönderiliyorlardı.
Osmanlının seferlerde elde ettiği köleler var mı?
Var tabii ama bu daha çok 14. ve 18. yy’lar arasında var. Hem Balkanlar’da hem de Doğu Avrupa’da ağırlıklı olarak Kırım Tatarları üzerinden işleyen bir köle ticareti var. Yapılan seferler ve akınlara bağlı olmakla birlikte bazen yüz bin beyaz köle, Osmanlı topraklarına geliyordu. 18. yy’ın ilk yarısına kadar inanılmaz bir beyaz köle girişi var. Fakat Osmanlı'nın gerileyişi ve 1783’te Kırım’ın Ruslar tarafından işgal edilmesi ile bu kapı kapanmış oldu. O kitaba konu olan 19. yy’daki köle ticareti ağırlıklı olarak Kafkasya’dan yapılıyor. Yani bizim son dönem konuştuğumuz ve etnik olarak Rus, Kozak, Ukraynalı, Çerkes, Gürcü ve Abaza olan kölelerin çıkış yeri Kafkasya'dır.
Etnik olarak ne olduklarının aslında çok da bir önemi yok, bunlar Rus, Kozak, Çerkes olsun, Gürcü olsun büyük küçük bütün beyaz köle ticaretinin çıkış yeri Kafkasya’daki altmış civarındaki koy ve limanlardı. Batum, Sohumkale ve Anapa, bilinen en büyük 3 limandı.
'DAHA ÇOK PARA EDECEK KÖLELER İSTANBUL'A GÖNDERİLİYORDU'
İstanbul’da bir esirciler pazarı olduğunu biliyoruz. Peki bu köleler limanlardan nereye gönderiliyor?
O dönem Kafkasya’da tek bir siyasi ve askeri otorite yok, haliyle Avrupa’daki gibi düzenli bir gümrük mevzuatı, liman işletmesi ve köleler ile ilgili bir denizcilik hukuku da yok. Ağırlıklı olarak Osmanlı coğrafyasından gelen her milletten insan kaçakçıları, çeteler, tüccarlar bu limanları kullanıyor. Bazen kereste almaya geliyor tüccarlar ama dönerken geminin yarısı kereste, yarısı beyaz köle ile doldurulmuş halde dönüyor. Anapa’dan Batum’a kadar bugün isimlerini bilemeyeceğimiz, birçok koydan köle çıkışı var. Bunların bir kısmı önce büyük limanlar olan Anapa, Sohum ya da Batum’da toplanıyor. Oradan daha büyük gemiler ile Trabzon’a, Samsun’a Sinop’a götürülüyor. Bu seyahatler bir bakıma kölenin değerine göre değişiyor. Daha ucuza satılacak köleler Trabzon, Samsun ve Sinop'a gönderilip oradan Anadolu içlerine yollanırken, daha çok para edecekler İstanbul’a gönderiliyordu.
Bu işi yapanlar, köle ticaretinin uzmanları olmuş, yüzyıllardır köle ticareti yapan ailelerden ve bir kadim gelenekten geliyorlar. Bir kadın ya da çocuğa bakarken onun nereye hangi limana gönderilmesi gerektiğini biliyorlar. İstanbul, 19. yy’ın en büyük beyaz Köle pazarı. İstanbul dışında, Bursa, Selanik, İzmir, İskenderiye, Kahire, Cidde, Beyrut, Tunus, Trablus hatta Cezayir'e kadar beyaz köleler dağılıyor. Cezayir o dönem Osmanlı coğrafyasına dahil olmasa bile hala oraya beyaz köle akışı var. Cezayir’de üst sınıf haneler, yüz yıllardır beyaz kölelerden eş seçtikleri için bu geleneklerini devam ettirmeye çalışıyorlar. Bu köleler ağırlıklı olarak Akdeniz’deki liman kentlerine akıyor çünkü liman kentleri Osmanlı üst sınıfını temsil eden ‘emperyal aile’ diyebileceğimiz çok dilli, çok kültürlü, kalabalık ailelerin yoğun olarak yaşadığı yerler.
Bu köleler nerelerde kullanılıyor?
Beyaz köleler ağırlıklı olarak ev içi hizmetlerde kullanılıyor. Köle çocuk satın alınmasının da birçok sebebi olabiliyor. Bazen çocuk sahibi olamayanlar alıyor. Ya da tek çocuğu varsa, ona arkadaş olsun diye çocuk köle alıyorlar. Hem zengin biri olarak hayırseverlik yapmak, sevap işlemek, fakir ve sahipsiz bir çocuğu sokaktan kurtarmak hem de kendi çocuğunun sosyalleşmesini sağlamak gibi birçok sebep size köle almaya yönlendirebiliyor. Bu noktada tahmin edeceğimizden çok sayıda çocuk satışı var. Bazen evdeki yaşlı anne-babanın bakımı için, bazen hasta bakımı için, çocuklara dadılık yapmaları için, bazen temizlik, bazen de aşçı olarak bu üst sınıf haneler köle alabiliyordu.
Bu sebeplerin ötesinde sadece kendine cariye alanlar da oluyordu tabii. O dönemin toplumsal değerlerinde bu şaşırılacak bir durum da değildi, evdeki yerli hür kadın da bu durumu yadırgamıyordu. Osmanlı üst sınıfına mensup olmanın bir göstergesi adeta evde beyaz köle sahibi olmaktan geçiyordu. Bu bahsettiğimiz üst sınıf, mekân olarak konaklarda yaşıyor. Yirmi odalı, kırk odalı çok büyük mekânlar. O dönem Osmanlı toplumunda bir Müslüman kadının kendi evinden çıkıp bir başka evde hizmet etmesi gibi bir durum da söz konusu değil. Sizin bu büyük mekândaki hayatı döndürmeniz için dışardan birilerini hane içinde istihdam etmeniz gerekiyor. Beyaz köleler de bu ihtiyacı karşılamak üzere ulaşabileceğiniz neredeyse tek kaynak.
Osmanlı’da üretimde köle kullanımının çok yoğun olmadığını biliyoruz. Doğru mu?
19. yüzyılda bildiğim kadarıyla yok. Ama mesela 15. ve 16. yüzyılda Bursa’nın dokuma tezgahlarında köle kadınların çalıştırıldığını biliyoruz. Bursa’da, Adana’da, Antep'te, İzmir’de pamuk ekimi başladığında Mısır üzerinden siyah köle getiriliyor. Buralarda büyük çiftlikler kurulmaya çalışılıyor ama bahsettiğimiz beyaz köleler bu anlamda kullanılmıyor.
'BEYAZ KÖLELİK, TARIM KÖLELİĞİ DEĞİL'
Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın böyle büyük çiftlikler kurmaya çalıştığını ve buralara Afrikalı köleler getirdiğini okumuştum.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Afrika'dan, özellikle Sudan ve Habeşistan’dan Mısıra getirttiği köleler var. Hatta bunların bazıları sefalet ve açlıktan kendileri kaçıp Mısır’a geliyor ve köle olarak satılıyorlar. Bunların bir kısmı da Adana, İzmir ve Aydın’a da götürülüp tarım yapacak köyler kurulup çalıştırılıyor. Çünkü pamuk ekimi onlar bilir, Türk köylüsü pamuğu o dönem bilmiyor. Ama beyaz kölelik, tarım köleliği değil. beyaz köle ağırlıklı olarak ev içine yönelik cariyelik, annelik, bakıcılık, ahretlik, beslemelik ve evlatlık gibi alanlarda istihdam oluyor. Beyaz erkek köleler içinde uygun ve şanslı olanlar da devlet adamı ve asker olmak üzere seçilip bu alanlarda istihdam edildiler.
Beyaz köleler tarımsal üretim için büyük topluluklar halinde kullanılmasalar da nüfusları tahminimizden daha yüksek.
Evet yüksek... Bazen sadece saray ve harem için beyaz köle getirildiği gibi bir algı var. Saray ne kadar köle alabilir ki? Sarayın en fazla köle istihdam ettiği dönemlerde dokuz yüze yakın köle ve cariye var. Ama harem dışında onlarca farklı şehirdeki binlerce Osmanlı üst sınıf hanesinde ev içi emek kölelerden karşılanıyor. Yalnızca üst yönetici sınıf değil, tüccarlar da köle istihdam ediyor. Yalnızca İstanbul değil, Bursa, İzmir, Selanik, İskenderiye, Kahire bunlar o dönemin büyük şehirleri. Anadolu kırsalında köle istihdamı daha az. Anadolu’da bir beyaz kölenin izini sürmek, Mısır'da sürmekten daha zor.
Kürdistan ve Bağdat vilayetlerinde ise durum biraz daha farklı, Gürcistan’a yakın olmaları sebebiyle kara yolu ile gelen köle ticareti doğu vilayetlerinde, Bitlis başta olmak üzere, binlerce beyaz kölenin satılmasına sebep oldu. Osmanlı üst sınıfı için yıllık on bin civarında beyaz köle girişi şaşılacak bir rakam değil.
'OSMANLI'DA AÇIK KÖLELİK DENEN BİR SİSTEM VAR'
Hukuksal olarak köleliğin yasaklanması ne zaman gerçekleşiyor?
Bizim bahsettiğimiz Rus ve Kafkasya'daki kölelik uygulamaları, Amerika'daki Atlantik köleliğine daha çok benziyor. Yani köle doğdunuz köle ölüyorsunuz ve sizden doğanlar da köle kabul ediliyor. Tabii bir azat mekanizması var ama hem zor hem de köle geçmişiniz sizin peşinizi bırakmıyor. Ama Osmanlı'da böyle bir kölelik yok. Açık kölelik denen bir sistem var ve azatlık mekanizması üzerine kurulmuş. Belli bir süre çalıştıktan sonra kölelikten kurtulabiliyorsunuz, hür bir vatandaş olduktan sonra yükselmenizin de önünde bir engel yok. Osmanlı tarihinde çok sayıda paşa ve üst düzey devlet memurunun hayata köle olarak başlayıp hızla kariyer basamaklarını çıktığı örnekler var.
Kitabınızda da işleniyor, Çerkes Beyler daha önce köle olarak sattıkları kişileri daha sonra Osmanlı paşası olarak Kafkasya’ya geldiklerinde muhatap almıyorlar.
Evet, bunun örneklerini kitapta etraflıca anlatmaya çalıştım. Eski kölelerini muhatap almadıkları gibi onlarla aynı mekânda bulunmayı da reddediyorlar. Bu olay 1853-56 Kırım Harbi'nde yaşandı. Osmanlı paşaları Çerkeslerden savaşa katılmalarını istedi. Çerkesler, gelen paşaların eski köleleri olduğunu öğrenince onlarla buluşmayı bile reddetti. Bir katılım sağlamadılar. Sadece orada da değil, 1876 Bulgar İsyanları ve 93 Rus Harbi'nde de bu yaşandı. Osmanlı ordusu, savaşla uğraşırken bir yandan da Paşa ve Beyler arasındaki sınıfsal meseleler ile de uğraştı.
Daha yakın zamanda, 1919 sürecinde de benzer şeyler yaşandı. Çerkes Ethem meselesinde de oldu. Adapazarı- Düzce isyanlarında Teşkilatı Mahsusa’nın başı Kuşcubaşı Eşref bir Çerkes olarak gidip beylere ‘bu isyanı bitirin’ diyor. Beyler de ‘Kim bu Eşref?’ diyorlar. ‘Saraydan çıkma!’ deniyor, Kuşçubaşı Eşref için. ‘Ha tamam bu köle’ diyorlar. Söylediklerini ciddiye almıyorlar. Çünkü şöyle bir algı var; her saraydan çıkma köle kökenli gibi düşünülüyor. Sadece babasının sarayda çalışmış olmasından dolayı onun köle olduğunu düşünüyorlar, aslında Eşref, köle kökenli de değil. Ama beyler buluşmayı reddedip, isyana da devam ediyorlar.
Köle tüccarları da, müşteriler de Çerkes köle istiyor. Hatta Çerkes olmayanların dahi, yüksek fiyattan satılabilmek için Çerkes olduğu iddiasıyla satıldığını kitapta söylüyorsunuz. Nedir bunun sebebi?
Mısır Memluk devletinin iki hanedanı var. İlk hanedan Türk, ikincisi Çerkes. Özellikle ikinci dönem için çok olumlu bir 'altın çağ' anlatısı bölgeye yerleşmiş. Ortadoğu'da görülmeyen bir barış, refah ve imar dönemi yaşanıyor. Sadece Mısır değil, Filistin, Suriye Hicaz'a kadar olan o bölgede böyle bir parlak dönem yaşanıyor. Arap toplumunda da beyaz tenli, güçlü, savaşçı, adil ve iyi idareci Çerkes erkek ile onun yanındaki zarif, güzel, sadık Çerkes kadınına olan saygı, zamanla hayranlığa ve sonunda bir şehir efsanesine dönüşecek. Çünkü daha sonra böyle bir dönem yaşamadıkları için bunu Çerkes idareci sınıftan bilecekler.
Bu yüzden köle tüccarları aslında Rus, Kozak ve Ukraynalı olan beyaz köleleri 3 liraya satacakları yerde, onları Çerkes 'etiketiyle' 15 liraya satabileceğini keşfettiğinde köle pazarları 'Çerkes köle' (!) olduğu iddiasıyla satılmaya çalışılan sahte Çerkesler ile dolup taşacaktı. Süreçte tüm bu öteki kimlikler birbirine karışacak, satılan köleler de satıldıkları yeni ülkelerde daha konforlu hayatlara kavuşabilmek için Çerkesliği tüm bu sahtekarlığı kapatan bir örtü gibi kullanarak, bir Çerkes gibi yaşayarak hayat süreceklerdi.
'KÖLELİK HİÇBİR ZAMAN YASAKLANMADI, SADECE KÖLE PAZARI KAPATILDI'
Kölelik resmi olarak tam ne zaman yasaklanıyor?
1846 yılında İstanbul’daki köle pazarı kapatılıyor. Yani Tanzimat sürecinde padişah, ‘şehrin göbeğinde bu iş artık böyle alenen olmaz’ diyerek kapatıyor. Fakat sadece köle pazarı kapatılıyor, kölelik hiçbir zaman yasaklamadı. Kölelik, Şer-i bir kurum olduğu için dinin alanına müdahale etmediler. 1854 yılında Gürcülerin alınıp satılmasını yasakladı çünkü Gürcüler ağırlıklı Hristiyan bir topluluktu. Batı, Hristiyan köle ticaretine sıcak bakmıyordu. Batı ile ilişkiler açısından sakıncalı görüldü. Kırım Harbi'nde İngiliz ve Fransızların desteğine ihtiyaç vardı. Onlara hoş görünmek için Gürcü ticaretini yasakladılar.
Yine o yıllarda siyah köle ticaretini yasakladılar. Resmen yasaklandı ama el altından bu ticaret tabii ki devam etti. Fakat o dönemde bile Çerkes olduğu iddiasıyla satılan kölelere asla dokundurtmadılar. İngiliz sefiri ile paşaların konuşmaları var, bu bizim ailevi meselemizdir buna müdahale ettirmeyiz diyorlar. İngiliz sefirinin raporu var; ‘Bu meselede alan, satan, satın alınan memnun. Burada bizim anlamadığımız farklı bir iş var!’ diyorlar. Gerçekten farklı bir çok iş var, neticede beyaz köleler içinde yer alan, Çerkeslere ait kölelerin alım satımı da resmi olarak 1909-1911 arasındaki süreçte yasaklandı.
Yasaklanmanın İttihat Terakki’nin etkin olması ile ilgisi var mı?
1909 yılında başladı tartışmalar, 1911’de tamamen yasaklandı. II. Meşrutiyet döneminde kurulmuş olan Çerkes Teavün Cemiyeti'nin kölelik karşıtı faaliyetleri var. Bu dönemin Çerkes aydın, asker ve bürokratları Osmanlı aydınlanmasının da bir parçası. Batılı eğitim kurumlarında okumuş, birkaç dil bilen insanlar ve kölelik ile Çerkesliğin bir tutulmasından rahatsızlık duyuyorlar, bunu kabul etmiyorlar. Yani geleneksel Çerkes feodal yapısına karşı da bir tutum var tabii.
Çerkes Teavün Cemiyeti'ni kuranlar o dönemin aydınları. Kimi sarayda yetişmiş olsa da, çoğunluğu bu işin tamamen ortadan kaldırılmasından yana. Yalnızca sarayda değil, konaklarda da bu ticaretin devam ediyor olmasından çok rahatsız oluyorlar. Türk, Arnavut ve Kürtlerin bile Çerkes köle diye alınıp satıldığını, bu sahtekârlık yüzünden farklı birçok halkın da acı çektiğini bakanlıklara yolladıkları dilekçelerde açıkça yazıyorlar. Tüm toplumu ilgilendiren bu duruma son verilmesi için de Osmanlı’daki kölelik karşıtı ilk sivil hareketi başlatmış oluyorlar.
'300 BİN CİVARINDA BEYAZ KÖLE 19. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA BU COĞRAFYA'DA YAŞIYORDU'
Köleler ile köle sahipleri arasında çatışmalar var mı?
Her dönem var ama özellikle 1864’te Çerkeslerin sürgününden sonra bu sorun belirginleşiyor. 1856-1864 sürecinde 150 bin civarında beyaz köle ile giriş yaptıklarına dair kaynaklar var. Karpat, 1.2 milyon Çerkesin sürgün ile Osmanlı topraklarına geldiğini bildiriyor, o zamanın nüfusunu düşündüğünüzde 150 bin büyük bir rakam. Bir o kadar beyaz kölenin de daha öncesinde bu topraklara getirildiğini varsayarsak 300 bin civarında beyaz köle 19. yy’ın ikinci yarısında bu coğrafyada yaşıyordu diyebiliriz. Bu köleler Kafkasya'daki kapalı kölelik sistemi içinde, köle doğdun köle ölürsün algısıyla buraya geliyorlar ama buradaki açık köle sistemi ile karşılaşınca Osmanlı kölelik sistemine dahil olmak için sahiplerinden kaçıyorlar. Üç, beş, en fazla yedi yıl içinde özgürlüğünü kazanabileceği inancı on binlerce beyaz köleyi cesaretlendirmiş, bu süreçte çatışma, şiddet ve hür olabilme uğruna kaçmalar artmıştı.
Osmanlı köle sisteminde köleden doğan, köle mi oluyor?
Hayır. Osmanlı Şer-i sisteminde hür erkekten doğan çocuk, köle bir kadın tarafından doğurulmuş olsa da, hür oluyor. Köle kadın da bu doğurduğu çocuk ile birlikte artık hür bir kadın haline geliyordu. Rus ve Kafkas tipi kölelikte ise çocuğun babası hür bir erkek de olsa, anne köle olduğu için doğan çocuklar da köle olarak kabul ediliyordu. Bu temel farklılık yüzünden beyaz köleler adeta Osmanlı kölelik sistemine dahil olmak için eski sahiplerinin elinden kaçıyordu.
Azatlık parası ödendiğinde köle hür oluyor mu?
Evet. Yani diyelim köle sahibi bir büyük günah işledi, o günahının bağışlanması için kefaret olarak bir köleyi azat eder. Bu İslam dininin azatlığı esas alan bir köleliği tanıyor olmasıyla ilgilidir. Osmanlı kölecilik sistemi de bu azat etme, hürleştirme üzerine kuruludur. Köle sahibi ile anlaşıp bir yerde çalışarak da kendi hürlüğünü satın alabiliyordu, bu da Osmanlı’da oldukça yaygındı.
Kölelik kültürü Cumhuriyet döneminde de sürüyor mu? Kitabınızda 1987 yılında geçen bir kız isteme olayını anlatıyorsunuz. Kız istemeye gelenler eski köle ailesi. Bu yüzden kız tarafındaki solcu yada muhafazakar herkes, kızın verilmesine karşı çıkıyorlar.
Köle sülalesi deyip kızı vermiyorlar. Bu benim bizzat yaşadığım bir olaydı. Sosyalisti, dindarı, milliyetçisi ‘olur mu öyle şey!’ diyerek karşı çıktı. Bu algıyı kapalı toplumlarda değiştirmeniz çok zor. 1987’de Samsun gibi aydın bir liman şehrinde bu hala bir meseleydi. Tabii ki kölelik eski klasik sistemi ile olmasa da, bu bir leke olarak varlığını sürdürüyordu. Bu ‘leke’ anlatısı Osmanlı kölelik sisteminde ve toplumunda da yok. Siz üç yıl önce köle olarak girdiğiniz bir haneden onların damadı veya gelini olarak çıkabilirsiniz. Benim bahsettiğim Rus ve Kafkas tipi kölelikte feodallerin köleler ile evlilik ilişkileri kurması söz konusu olamaz.
En son köle satışı ne zaman, Cumhuriyet döneminde de köle satışı var mı?
Tabi, Cumhuriyet döneminde de var, kitapta 1923 sonrası döneme dair topladığım birçok hatıraya yer verdim. Şehirlerde istihdam edilenlerin çoğu Kafkasyalı bile olmayan ama Çerkes olarak satılan beyaz kölelerdi. Dış görünüşleri ile de yaşantıları ile de Avrupalılara benzeyen bu grup, şehirlerdeki büyük ailelerin konaklarında bir Çerkes olarak bilinerek, saygı görüp hürmet edilerek yaşayıp gittiler. Türkleşerek yada Mısır örneğinde Araplaşarak zamanla tarih sahnesinden silindiler. 1940’lı yıllara gelindiğinde kırsalda beyaz köleler yaşamaya devam ediyordu. Bunlar da ağırlıklı olarak Çerkeslerin, Gürcülerin ve Abazaların köylerinin etrafında yaşadılar ve onlara karıştılar. Bugüne kadar gelen beyaz köle mirasının son temsilcileri bu kırsalda kalanlardır. Kitabın son bölümünde onların hürleşme deneyimleri ve 1923 sonrasına dair tanıklıklarına yer vermeye çalıştım.
Kölelik geçmişte kalan bir sistem midir? Son olarak Suriye savaşında Ezidilerin köle olarak satışına tanıklık ettik.
Eskiden kölelik, savaşlardan ve özellikle soykırımlardan arta kalan mağdurların dahil olmak ya da ölmek arasında seçim yaptıkları durumlarda ortaya çıkıyordu. 1567-1864 arası dönemde Kafkasya’da yaşana Rus işgali, savaşlar ve soykırım neticesinde yüz binlerce insan köleliğe dahil olmak zorunda kalmıştı. 1864 Çerkes Soykırımı'nı tüm bu siyasi ve toplumsal yönleriyle de anlamaya çalışmalıyız. Etnik temizliğe maruz kalmış bir halktan arta kalan savaş mağdurlarının köleleşmek durumunda kalması Çarlık Rusya’nın emperyal siyasetinin ve işgallerinin bir neticesidir. Tüm bu süreci, arka planını ve doğurduğu neticeleri kitapta detaylı şekilde ortaya koymaya çalıştım.
Bugün Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinde yaşananlar başta Çerkesler ve Çeçenler olmak üzere tüm Kafkasyalı halklara da çok tanıdık geliyor. Bugün şartlar 150 yıl öncesine göre çok iyileşmiş olmakla birlikte, Rus işgallerinden kaçan savaş mağdurları gittikleri ülkelerde neyle karşılaşacak, nasıl bir travma yaşayacaklar? Erkeklerin savaşa katıldığı kadınların ve çocukların başka ülkelere kaçtığı durumlarda evinden koparılan, ailesini yitiren mağdurlar kim bilir ne acılar yaşayacak.
Suriye meselesinde de aynı acılar yaşandı. Yalnızca Ezidiler değil, Lübnan’da sahipsiz kalmış Suriyeli çocuklar da 3 bin-4 bin dolar köle pazarlarını hatırlatacak şekilde satıldı. Eskiden olduğu gibi Suriyeli çocuklar içinden de beyaz tenli, renkli gözlü ve sağlıklı görünenler daha yüksek fiyatlara alıcı buldu, bulmaya da devam ediyor...