Elif Ergezen: Belgesel sinema kasti olarak ekonomik zorluklarla dizginlenmek isteniyor

Yönetmen Elif Ergezen'le belgesel sinemayı konuştuk. Ergezen, "Belgesel sinema bir yorumdur bana kalırsa. Yönetmenin gerçeğe dair yorumu..." dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Belgesel film yönetmeni Elif Ergezen, Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden mezun olduktan sonra, Sorbonne'da sinema yüksek lisansı yaptı. Yönetmenliğinin yanı sıra zaman zaman kurgu da yapan Ergezen’in yönettiği filmler arasında, Laz şair Hasan Helimişi’nin yaşam öyküsünü anlatan "Şairin Ölümü" (2009), maden işçilerinin nesiller boyu değişmeyen çalışma koşullarına dikkat çekmek istediği "Mükellef" (2010) ve 10 Ekim Ankara Katliamı’nda hayatını kaybeden Elif Kanlıoğlu’na dair "Elif" (2017) adlı belgeseller yer alıyor.

Ayrıca belgesel film yönetmenliği ve kurgusu yanında yıllardır çeşitli festivallerde çalışan Ergezen, “Film yapmak kadar önemsediğim bir şey de çocuklarla film ve felsefe atölyeleri yapmak” diyor. Hangi İnsan Hakları Film Festivali bünyesindeki çocuk atölyelerinin yürütücülerinden olan ve 'Evro' adlı bir çocuk kitabı kaleme alan Ergezen ile bir araya geldik ve belgesel sinema anlayışını konuştuk.

Kavramsal olarak bakıldığında belgesel sinema, diğer sanat dallarına nazaran gerçeğe sadık kalmasıyla öne çıkıyor. Zihninizde belirlemeye başlayan bir fikir belgesele varmadan önce, tıpkı bir ağacın dalları gibi kurmacaya, hayali olana uzanıyordur muhakkak. Bu durum bir sanatçıyı kısıtlamaz mı?

Bende de üretim süreci tarif ettiğiniz gibi fikir filizlendiğinde hayali olana doğru meylediyor şüphesiz. Böyle bir tasarım olmaksızın çekimlere başlamam mümkün değil. Neredeyse senaryo yazarak gidiyorum çekimlere. Fakat bunu yapabilmek için de çok uzun bir çalışma, araştırma süreci gerekiyor. Konuşacağım insanları çok iyi tanımalıyım ki öngöremediğim şeyler en aza insin. Konuya tamamen hakim olmaya, yönetmen bakışını net bir şekilde ortaya koymaya ve öyküyü bir şekilde kendim ile ilişkilendirmeye ihtiyaç duyuyorum. Bu bağı kurmadan içten bir anlatım kurmanın zor olacağı fikrindeyim. Zaten anlattığım tüm öykülerde bir şekilde o öykünün içinde olduğumu hissederim. Kamera önünde konuşan ben olmasam da kendi derdimi anlatırım yani. Zaten belgesel sinemacılar dertli insanlardır özünde. Yunus Emre "failatün failatün failün" kalıbı için "dert gerekli dert gerekli dert gerek" demiş. 

"Gerçek" zorlayıcı, evet ama kısıtlayıcı bir unsur değil bana kalırsa. Bu zorlanma ister istemez belgesel yönetmenini daha yaratıcı olmaya iten bir zorlanma. Gerçeğe sadakatse biçimden daha derin bir yerlere dokunuyor bana kalırsa. Ama evet oyuncumuz yok, hikâyeler gerçek. Ve biz onu kafamıza göre yeniden üretemeyiz. Fakat onu sinema sanatı yoluyla nasıl anlatacağımız konusunda özgürüz. Kendi gerçekliğimiz var çünkü. Belgesel sinema bir yorumdur bana kalırsa. Yönetmenin gerçeğe dair yorumu... Sadakat, içten bağlılığı ifade eden bir kelime. Gerçek; belgesel filmde yönetmenin yorumu ise, sadakat de içtenliği olabilir. Bu içtenlik de sanıyorum işte anlattığı konuyu gerçekten dert edinmesi ile ilgilidir fikrimce. Yönetmen bakışımızla gördüğümüz ve anlatmayı istediğimiz bir şey var o gerçeğin gerisinde. Yani maksat sadece gerçeği göstermek/iletmek değil; bu daha ziyade gazetecilik mesleğini tanımlıyor olabilir. Belgesel sinemanın gerçek ile olan güçlü bağı nedeniyle sanıyorum ki pek çok insan için bir gazetecinin TV röportajı ile bir sinemacının belgesel filmi arasında ayrım yapabilmek çok zordur. Oysa video röportajların kesin bir kalıbı vardır ve özgünlüğe pek yer bırakmaz. Dünyanın neresinde olursak olalım çoğunlukla aynı formatta hazırlanır bu içerikler. Konularıyla ayrılan bu tür standart üretimlerin sinema alanı içinde olduğunu iddia etmek o nedenle pek doğru olmaz.

'BELGESEL SİNEMA KASTİ OLARAK SINIRLI GÖSTERİM ALANLARINDA TUTULMAK İSTENİYOR'

Türkiye’de belgesel sinema pek önemsenmez. Festivallerde geri planda kalır, TV satışı yapılmaz, kaynak yaratmada sıkıntı yaşanır. Kendinizi “üvey evlat” gibi hissediyor musunuz?

Bugün televizyonlar bir belgesel yayınlıyorsa bu genellikle iç yapımdır. Bağımsız belgeselcilere bu mecrada yer yok denecek kadar az. Seyircisi bol, popüler festivallere gelince... Onlar da belgesel filmlere hiçbir zaman kurmaca filmlere gösterdikleri ihtimamla yaklaşmadı. Hatta ellerinde olsa "sabıkalı" olan belgesellerden temelli kurtulacaklar! Antalya Film Festivali'nin bir belgesel filmi sansürlemesinden sonra programdaki diğer belgeselcilerin çekilmesi ile başlayan, sinemacıların ortak tepkisine cevaben sonraki yıllar belgesel programını tamamen kaldırma kararı alması buna iyi bir örnektir. Biz o nedenle filmlerimizi gösterecek festivalleri de el birliğiyle yaşatmaya çalışıyoruz işte. Çünkü bunun da bir mücadele alanı olduğunun gayet farkındayız. O nedenle ben "belgesel sinemanın ötekiliğini" üveyliği ile tanımlamıyorum. Üvey evlat değiliz, hayır, kan bağını yücelttiği ve evlat yakıştırmasının doğalında akla getirdiği hiyerarşiden ötürü tercih etmem böyle demeyi. Fakat hasım olarak görülüyoruz demek pekala mümkün. Belgesel sinema kasti olarak sınırlı gösterim alanlarında tutulmak, ekonomik zorluklarla dizginlenmek isteniyor. Filmleriniz sansürlenir, gösterim imkanı bulamaz ve tutuklanabilirsiniz de. Hatta yapılmamış filmden dolayı yargılanabilirsiniz bile! Bayağı bayağı "önemseniyoruz" yani. 

'BELGESELİN AĞIR BİR ETİK YÜKÜ VAR'

Bir estetik tercih olarak belgesel için, sinemanın özü, kaynağı diyebiliriz. Zira çekilen ilk filmler belgeseldi. Tarihsel bağlam içinde, belgeselin bugüne ulaşma serüvenini, geçirdiği değişimleri nasıl yorumluyorsunuz? Kendinizi bu gelenek içinde nerede görüyorsunuz?

Belgesel sinemayı tercih etmem özel olarak onun değiştirici, sarsıcı sanat yönünü görmüş olmamla ilgilidir. Gerçeklerle yüzleşmem, sorgulamalarım, gerçek öğrenciliğim belgesellerle başladı. Üniversiteye ilk girdiğim sene, daha son sınıfların aldığı belgesel sinema derslerine katılmaya başladım. Oradan Belgesel Sinemacılar Birliği'ne girdim ve her salı buluşup bir film izleyip sohbet etmeye başladık. Salı buluşmaları ile sadece çok film seyretmedim, aynı zamanda bu ülkede belgesel yapan bir sürü yönetmenle beraber film izleme ve tartışma şansını da buldum. Sonra tabii çok denedim, çok yanıldım; sonunda insanı hayrete düşüren bitmeyen bir yolculuk olduğunu gördüm sinemanın.

Genel olarak sinemayı bir bütün olarak anıyorum. Sinemanın başlangıcından bugüne, kurmaca-belgesel ayrımına bakmadan... Fakat özel olarak belgesel alanında ürettikçe, bu alanın çok daha fazla yaratıcı olmayı gerektiren bir alan olduğu konusundaki kanaatim güçleniyor. Artık belgeseller de estetik ve sinematografileri ile dünya festivallerinde kurmaca filmlerle yarışabiliyor. Yeni anlatım biçimleriyle karşılaşıyoruz ve kurmaca mı belgesel mi ayrımında zorlandığımız filmler çıkıyor karşımıza. Ve bunların hepsini heyecanla takip ediyorum. Fakat ben belgeselin kurmaca ile sınırını çok daha net çizmeyi her zaman tercih edeceğim sanıyorum. Kurmacada olmadığı kadar ağır bir etik yükü var belgeselin ve bu sınır belirsizleştikçe bu yükün hafiflediği yanılsamasının doğmasından kaygı duyarım.

Ayrıca kolektif üretime en yatkın sinema, belgesel sinemadır diye düşünüyorum. Birbirimizin filmlerine yardım ediyor, gerçek bir dayanışma gösteriyoruz. Bu da belgesel alanında üretmeyi sevmemin başlıca nedenlerinden biridir.

Özellikle sosyal medyada, hazır bilgi veren birtakım Youtube içerikleri belgesel olarak tanımlana geliyor. Bu noktadan yola çıkarak iki ayrı soru soracağız. İlki, belgesel bilgi taşıma aracı mıdır? İkincisi, bu içerikleri estetik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

İlk soruya cevabım: Belgesel bilgi, belge taşıyabilir tabii ki. Fakat sadece bir duyguyu da paylaşabilir; bilgilendirmez ama sezdirebilir de... Her ne olursa olsun temelde bir film olarak ele alınması gerekir diye düşünüyorum.

İkinci soruyu, zaman zaman anonim ya da kendi imzamla videolar da yapan biri olarak kendimden yola çıkarak cevaplayacağım, çünkü bu alandaki üretimleri kim nasıl tanımlamak isterse öyle tanımlasın fikrindeyim. İnternet bize ifade çeşitliliği ve imkanı tanıyor, bunu kıymetli buluyorum. Doğası gereği kategorize edilemez bence. Tanımlamanın hızını aşan bir hızla gelişiyor, çoğalıyor. Ben sanatsal kaygıları video hazırlarken de gözetmeye ve belli bir estetik kurmaya önem veriyorum, yine de yaptığım videoları belgesel diye tanımlamıyorum. Daha çok nasıl tanımlayacağımı bilmediğim için. Fakat benden bağımsız olarak belgesel diye adlandırıldıkları oluyor. Bir ele avuca gelmezlik hali var gerçekten de bu mecrada. Öyle çeşitli yaratıcı üretimlerle karşılaşabiliyor ki insan "bırak, dağınık kalsın" diyesi geliyor. Bir tanımlama bulamayıncaysa akla ilk gelenin en yakın gibi gözüken belgesel olması çok doğal.

Belgesel sinema, gerçekle olan doğrudan ilişkisinden dolayı, sık sık egemenlerin hışmına uğruyor. İdeolojik bağlamda bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Belgesel, gerçekle ilişkisinden ötürü bizim gibi gerçeğin etrafında dolanmayı seven devletlerde muhalif bir alan olarak köklenir daha ziyade. Böyle bir gelenekle beslenir. O nedenle belgesel daha ziyade politiktir. Yıllar önce gördüğüm bir karikatürü hala hatırlar ve gülerim. Bir kuzu, bir koça soruyor: Baba neden hiç koyun belgeselleri çekilmiyor? Baba cevaplıyor: Politik. Aslında her şey politik bir bakışla yorumlanabilir. Eğer politik içeriklerde filmler yapıyorsanız, "Bir an önce yapılması gereken filmler" listesi de uzamaya başlar elinizde. Aceleniz vardır sanki hep. Belki bu nedenle röportajın alanına kaymamız çok sıklıkla gerçekleşir. Oysa manipülasyonu çok iyi beceren iktidarın, şenlikli bir cinnet halinde durmaksızın bağıran iletişim aygıtları karşısında ancak vakur, nezaketli ve yaşama sevincini dışlamayan bir ciddiyete sahip içten bir dil durabilir. Sakin sakin ve bıkmadan usanmadan 'işte gerçek' diyen bir serinkanlı ses; ikna etmek için bağırmayan... Sanatın sesi böyle bir şeymiş gibi gelir bana. O nedenle belgesel film yaparken, önce içimdeki bu laf yetiştirme telaşını yatıştırmaya çalışıyorum. Ki bu ülkede bu biraz zor oluyor.

Son günlerde, filmler/diziler yayımlayan çeşitli internet mecralarının daha aktif kullanılıyor olması hasebiyle, birkaç sermayedarın “piyasaya” gireceği konuşuluyor. Bu durum sadece dizi sektörü için değil, sinema sektörü için de heyecan yarattı. Peki, belgesel sinemacılar bunun neresinde? İnternet mecralarından destek alarak iş üretebilmek, geçmişteki üretim koşullarına nazaran sizi özgürleştirir mi? Ne düşüyorsunuz?

Bir insan neden belgeselci olur? Herhalde bu soruya verilebilecek en son cevap “para kazanmak için” olabilir. Bağımsız belgeselcilerin bu yeni mecraların neresinde olacağı biraz da bu mecraların ne kadar özgür olacağı ile ilgili bir soru bana kalırsa.

Hazırladığınız yeni bir proje var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?

Yıllar önce yaptığım bir belgesele geri döndüm. Çekimleri pandemi ilanının hemen öncesinde bitmişti neyse ki, şu anda kurgu aşamasında. Bir yandan da çocuk atölyelerine ve bu alandaki talebeliğe devam.