YAZARLAR

Elveda Lenin, asansör söyledi gittiğini...

“Çöp poşetleri, sokaklar, asansörler, dolmuşlar, tabelalar, kapı önleri… Her şey konuşuyor bu şehirde… Dinlersen kendi hikayesini anlatıyor sana, şehrin tarihini… Bu şehri onunla konuşarak gezmeyi seviyorum.”

‘Elveda Lenin’ filminde izlemiştim. Sovyetlerin son döneminde komaya giren anneleri, duvarlar yıkıldıktan sonra uyanıyordu ve çocuklar kalbi zayıf annelerinin çok inandığı bir sistemin yıkılışı ile yeniden hastalanmaması için çeşitli önlemler alıyorlardı. Annelerini sokağa çıkartmıyorlar, pencereden bakmasına engel oluyorlar, bir şey anlamasın diye de eski haberleri banttan yayınlıyorlardı.

Bir gün annelerini asansöre bindirmeleri gerekti. Tüm önlemleri aldılar ancak kadın asansörün koluna çizilmiş gamalı haç işaretini gördü.

Çocuklar söyleyememişlerdi ama şehir konuşmuştu kadınla “buralar artık senin bildiğin yerler değil” demişti.

***

Eski taş merdivenlerden yukarı çıkıyordu adam. Merdivenin basamak yükseklikleri bir insanı zorlamayacak şekilde ayarlanmıştı. Sokak arasından ana caddeye inen merdivenin taşları aşınmıştı. Adam dikkatli bakınca merdivenlerin orta kısımlarının aşındığını fark etti. “Demek insanlar eskiden ortadan ilerliyorlarmış” diye düşündü. Metro’nun yürüyen merdivenlerinde acelesi olanlara sağa çekilip yer verilmesi kuralını hatırladı. “Eskiden kimsenin acelesi yokmuş herhalde. Kimse kimseyi itip kakmıyormuş.” diye söylendi.

***

Galata Köprüsü’nün Karaköy bitiminde ara sokağa saptı turist kafilesi. Pazar günüydü ve tüm dükkanlar kapalıydı. Dükkanların kepenkleri dikkatlerini çekti. Rengarenk graffitiler süslüyordu tüm kepenkleri neredeyse. Kocaman harfler, semboller, çizgi karakterlerden rengarenk bir dünya yaratmıştı sanatçılar.

Tüm cadde Pazar günü kapalı dükkanlardan oluştuğu için bu kadar çok çizim yapılabilmiştir diye bir çıkarım yaptı turist kafilesi. Bir iki kafe vardı açık, onlar da bu sanat ürünleri ilgi çektiği için hallerinden memnundular herhalde. “Bunlar paralı sanatçılar olsa gerek, bu kadar boyaya para yetmez” dedi biri. “Belki de sanatı destekleyen birileri bu boya paralarını da karşılıyordur” dedi bir başkası.

O sırada birisi Google’dan ‘Karaköylü graffiti sanatçıları’ diye bir link bulmuştu bile. “Esnaf bunlara başta çok kızmış, ama sonra bizim dükkanı da boyayın diye istekte bile bulunmuşlar” dedi. Polis ne diyormuş diye sordu biri. “Onlarla hala sorun yaşadıkları için arkalarını kollayan bir ekipleri bile varmış” dedi Google dedektifi..

***

Dolmuş tıka basa doluydu, kadın bir yandan çantasını sağlama almaya bir yandan da düşmemeye çalışıyordu. Direklerden birine tutundu ama vidalar yerinden oynamıştı, pek sağlam görünmüyordu. “Bu kötü bir şoför galiba” dedi kadın. İnsanlar her frende demirlere asıldıkça vidaları yerinden oynatmışlardı. Haklı çıkması uzun sürmedi. Hızlı bir kalkış ve ani bir frenle tüm yolcular patates çuvalı gibi sağa sola savruldular.

***

Otomobilin buğulanmış camını kağıt mendille sildi kadın. Yağmur hafif hafif yağıyor, araba Üsküdar’ın eski sokaklarında sarsıla sarsıla ilerliyordu. Trafik tıkandığında sokak isimlerine takılıyordu gözü: Kör Bakkal Sokağı, Solak Sinan Camii, Kartal Baba Caddesi… Buralar en eski yerleşim yerlerinden olsa gerek dedi. Sokak adları yazılırken ‘dutluk’ değilmiş.

“Kimse de engelinden dolayı sıkıntılı değilmiş, doğal yaşıyorlarmış herhalde” dedi arkadaşı. “Baksana ‘kör bakkal’… Sokağa böyle isimler vermişler, sonra da değiştirmemişler”…

Karaköy’de “Buğulu sokak” var dedi kadın… Bir zamanlar yaşadığı sokağın adı “Solgun Söğüt Çıkmazı” idi.

“Levent’te sokaklarda da çiçek isimleri çok” dedi adam. “Oralardaki bahçeli evlerin çiçeklerinden almış olmalılar isimlerini. Şimdilerde çiçekler yok, evler de azalıyor giderek”…

***

Metro çıkışında, meydandan sokağa geçerken küçük bir yeşillik alan yapmıştı belediye. İnsanlar sokağa geçmek için orta kısımdaki yeşilliklerin üstüne basa basa çamura çevirmişlerdi. Söylendi adam “ne hale getirmişler güzelim çimenleri” dedi. “Bence belediye o yeşilliği yanlış yere yapmış” dedi kadın. “Önceden buraya gelip insanların sık kullandığı güzergahı izleselerdi, yeşillikleri biraz sola kaydırabilirlerdi.”

Yine de daha saygılı olunabilirdi diye söylendiler ikisi de…  

***

Adam arkadaşının evine ilk kez geliyordu. Kenar sayılabilecek bir mahallede, uygun fiyata bir daire bulmuştu arkadaşı. Binada asansör yoktu, merdivenleri tırmanırken kapı önlerinde ayakkabılar gördü. Sensörlü ışık da yoktu, iki kat çıkınca ışıklar söndü, cep telefonu ile etrafı aydınlatıp otomat düğmesini buldu.

Nefes nefese içerir girerken, “epey göç almış bu bina galiba” dedi. “Gelir gelmez tespit, nereden anladın hemen de” dedi arkadaşı. “Kapılardaki ayakkabılardan...  Güvensiz şehirliler hırsız gelir diye ayakkabıları kapının önüne koymazlar. Zaten bir eve alınan ilk eşyalar arasında ayakkabılık vardır. Ayakkabıları kapı önüne dizmek bir taşra geleneği” diye açıkladı adam. “Sen de bu aralar pek sağlıksız besleniyorsun anladığım kadarıyla” diye de ekledi. “Yok artık” dedi arkadaşı “kim söyledi bunu?”

“Kapının önündeki çöp poşeti konuştu benimle” dedi adam. “İçine hazır yemek kutuları doldurmuşsun. Hiç market poşeti atmıyormuşsun…”

Sonra ekledi “Çöp poşetleri, sokaklar, asansörler, dolmuşlar, tabelalar, kapı önleri… Her şey konuşuyor bu şehirde… Dinlersen kendi hikayesini anlatıyor sana, şehrin tarihini… Bu şehri onunla konuşarak gezmeyi seviyorum.”