Emek ve Özgürlük ittifakı sol siyaseti güncelleyebilecek mi?
Üçüncü ittifak Türkiye’de demokrasiyi yeniden tesis edebilmek için, kitleleri sivil ve siyasi haklarla yeniden buluşturabilmek için büyük önem taşıyor. Türk siyaseti için sunduğu bir başka fırsat ise siyasetin yeni kuşaklara, gençlere açılması, yeni nesillerin siyasi önceliklerine temsiliyet alanı sağlayacak, siyasal iletişim konusunda daha kitlesel ve hatta deneysel yöntemleri kullanacak bir siyasi girişim olması.
Türkiye’nin seçim sürecindeki üçüncü ittifakı olan Emek ve Özgürlük İttifakı, hafta sonu Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleştirdiği toplantıda siyasi gündeme ve seçimlere yönelik deklarasyonunu açıkladı. Deklarasyon ittifakın adının da işaret ettiği gibi bir yandan ekonomik krizin en fazla etkilediği işçi, köylü ve yoksul kesimlerin durumunu değiştirecek eşitlikçi ve bölüşümcü hedeflere odaklanırken diğer yandan son yirmi yılda yaşanan demokratik gerilemeye karşı haklar ve özgürlükler çağrısı içeriyordu. Deklarasyon Kürt sorununa yönelik barışçıl ve demokratik çözüm vurgusu yaparken, kadınlar, LGBT+ bireyler, gençler, engelliler ve dezavantajlı kesimleri de siyasi gündemin merkezine taşıyor, böylece kimlik siyasetini yalnızca Kürt veya Alevi kimliğiyle sınırlı ve tarihsel birikimle şekillenmiş bağlamından çıkarıp güncel çokluk ve çoğulculuk hedefleriyle buluşturuyor. Toplumun bu kadar ayrıştığı, sesini duyuramayanların iyice kabuğuna çekildiği bir ortamda, çoğu zaman bölünerek çoğalmaları nedeniyle hiciv konusu olan sol partilerin bu bir araya gelişi siyasete yeni bir ses getirecek, renk katacak gibi görünüyor.
ÜÇÜNCÜ İTTİFAK 'ÇOK SESLİ, GENÇ' BİR SİYASET TARZI GELİŞTİREBİLİR
Öncelikle üçüncü ittifak Türkiye’de demokrasiyi yeniden tesis edebilmek için, kitleleri sivil ve siyasi haklarla yeniden buluşturabilmek için büyük önem taşıyor. Burada mesele basitçe liberal demokrasi çerçevesinde parlamenter pratiklerle sınırlı bir demokrasi değil; yani bu partilerin meclise girmeleri, grup kurmaları ya da milletvekili çıkarabilmeleri değil. Asıl mesele başka bir yol olasılığını dile getirebilmek, iki kutba sıkışmış ve bu iki kutup arasındaki gerilime kurban edilmiş insanlara onların da konuşabileceğini, onların da var olduğunu ve dikkate alındığını düşündürecek, demokrasinin liberal –ve illiberal- tezahürlerinin ötesinde bir çok seslilik halini hatırlatmak. Bugün sıradan insanların bıyık modellerinden giyim tarzına, isimlerinden okudukları okullara, yeme-içme tercihlerinden sevdikleri müziğe kadar her şeyin siyasi olarak anlamlandırıldığı, gündelik hayatın her alanında safların belirlendiği bir ortamda bu çokluk, çoğulculuk ve farklılıklarla bir arada yaşamak düşüncesini yeniden canlandırmak büyük önem taşıyor.
Emek ve Özgürlük İttifakı’nın Türk siyaseti için sunduğu bir başka fırsat ise siyasetin yeni kuşaklara, gençlere açılması, yeni nesillerin siyasi önceliklerine temsiliyet alanı sağlayacak, siyasal iletişim konusunda daha kitlesel ve hatta deneysel yöntemleri kullanacak bir siyasi girişim olması. Bugüne kadar belirleyici olan lider-parti-ideoloji eksenli siyasi yapılanma, artık sıklıkla lidersiz, tek bir partiden çok ittifaklarla veya platform siyasetiyle yürüyen, tek bir ideoloji yerine farklı görüşlerin bir arada oluşuna dayalı başka bir biçime evriliyor. 1970’lerden itibaren Demirel-Ecevit-Erbakan üçlüsüyle karakterize edilen siyaset 1980’lerde Özal, 1990’larda Çiller’le yandaşları ve nihayet 2000’lerden bu yana Erdoğan ve karşıtlarıyla tanımlandı. Parti siyasetinin bağlayıcılığı demokrasinin gelişmesine, siyasette çok sesliliğe engel oldu. Sıklıkla parti içi demokrasi, parti üyelerinin kliklere ayrılmasından, örneğin seçimlerde adayların bu kliklere göre ya da lidere yakınlığa göre belirlenmesinden zarar gördü; parti içi demokrasinin olmaması kitlelerin taleplerinin temsiliyeti açısından da sorun yarattı, partilerin ve temsilcilerinin yerelle bağları giderek zayıfladı. İdeolojiler açısından baktığımızdaysa Türk siyasetinin genine işleyen Kemalizm-Siyasal İslam ikiliği toplumun dönüşümünü ve ortaya çıkan yeni talepleri karşılamakta yetersiz kalıyor. Her iki ideoloji de kimlik siyaseti konusunda, sınıfsal mücadelenin değişen dinamikleri konusunda, toplumsal cinsiyet veya çokkültürlülük konusunda pozisyon almakta zorlanıyor, değişen dünyanın yeni hassasiyetlerine yönelik bir söylem üretemiyor. Bu noktada HDP kimlik siyasetine bakışı ve TİP emek mücadelesini yenileme potansiyeli açısından alternatif söylemler ve politika önerileri üretmeye aday görünüyor.
KÜRESEL SOL BAKIŞLA GELENEKSEL SOL BAĞLAMIN GÜNCELLENMESİ
Burada belki biraz daha fazla üzerinde düşünülmesi gereken Emek ve Özgürlük İttifakı’nın Türkiye’deki sol siyaseti güncelleyip güncellemeyeceği. Özellikle Latin Amerika ve kısmen de Güney Akdeniz ülkelerinden yükselen küresel sol yaklaşımları işçi sınıfı temelli, sendikalar ve işçi partilerinin tarihsel birikimi üzerinde inşa edilmiş geleneksel soldan hem düşünsel hem de pratik boyutlarıyla ayrılıyor. Küresel sol olarak niteleyeceğimiz bu akımlarda içerik olarak sınıf çatışmasının dışında ekonomik dışlanmışlar, altsınıflar, mülteciler ve kentin çeperinde kalanlar öne çıkıyor. Bu grupları içeren kitlesel mücadele yalnızca sınıf talepleriyle değil, aynı zamanda kent hakkından gıda güvenliğine, toplumsal cinsiyet eşitliğinden genç işsizliğine, sosyal güvenlik ağlarından ekolojik taleplere veya kimlik temelli taleplere kadar çok zengin bir düşünsel repertuarla yola çıkıyor. Stratejik olarak da yalnızca partiler ve sendikalar üzerinden hareket etmiyorlar. Artık çoğu zaman lidersiz, esnek ve farklı talepleri tek bir çatı altında buluşturmayı başaran dayanışmacı örgütsel ağlar öne çıkıyor. Enformel örgütlenmeler, mahalle dayanışmaları, sokak siyaseti ve yerel mücadeleler küresel solun mücadelesini görünür kılan ve seslerini duyuran en önemli baskı araçları. Bunun yanı sıra dijital demokrasi geleneksel örgütsel modellerle bu yeni baskı araçları arasında bir köprü görevi görüyor, bu sayede yeni karşılaşmalara, dayanışmalara alan açıyor.
Diğer taraftan Amerika Birleşik Devletleri’nde her ne kadar seçimlerde başarı göstermese de Bernie Sanders öncülüğündeki demokratik sosyalizm tartışmaları geleneksel sol bağlamın yenilenmesi açısından bir fırsat sunuyor. Burada ABD’de sınıfsal ve sosyal farklılıkların, daha çok ırka ve toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizliklerin derinleşmesine yol açan kamusal eğitim, kamusal sağlık hizmetleri, barınma ve sosyal güvenlik gibi doğrudan maddi koşulların iyileştirilmesi ve sınıfsal eşitsizliklerin azaltılması hedefleniyor. Bütün bu hedefler için gerekli olan kaynakların ise ülkedeki en zengin yüzde 0.1’lik kesimin vergilendirmesi ile sağlanması öngörülüyor. Böylece refahın küçük bir imtiyazlı zümrenin elinde birikmesi yerine, güçlü yaptırımlar ve etkin bir vergi sistemiyle toplumun alt katmanlarını da kapsayacak biçimde dağıtılması hedefleniyor. Demokratik sosyalistlerin hedefleri ve stratejileri maddi koşullarla sınırlı değil, aynı zamanda işyeri demokrasisi, Amerikan yerlisi halkların güçlendirilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği, engelli hakları gibi konular da gündemin bir parçası. Bu sayede geleneksel siyaset içinde temsiliyeti sınırlı olan gruplar ve alışılmış politika araçlarıyla belli bir statükoda varlığını sürdüren kesimler demokratik sosyalist siyasetin merkezine çekilmiş oluyor.
YENİ BİR SİYASİ GÜNDEMLE, GENÇ KUŞAKLA BAĞ KURABİLECEK DİNAMİK SİYASİ FİGÜRLERLE YOLA ÇIKMAK
Türkiye gibi siyasi kültürü sağa yatkın ülkelerde bu tür küresel sol ya da demokratik sosyalist siyasetin kalıcı bir yer edinmesi oldukça zordur. Ancak bugün Türkiye’deki sokak hareketlerinin seyri, emekçi kesimlerin sendikalar yerine enformel oluşumlar biçiminde örgütlenmesi, örneğin kadın hareketinin İstanbul Sözleşmesi bağlamındaki mücadelesi, LGBT+ hareketinin tüm baskı ve dışlamalara rağmen görünürlük talepleri, öğrenci örgütlenmeleri bugün artık tabandan yükselen bir hak mücadelesinin göstergeleri. Sürekli sistemin dışına itilen ve ancak seçim döneminde hatırlanan “Kürt kardeşlerimiz” çatışmacı mirasın ve terör eksenli söylemlerin ötesine geçmek, siyasi özne olarak demokratik siyasete ulaşmak istiyor. Artık “Almanya bizi kıskanıyor.”, “Benim başörtülü bacılarım…”, “Ankara’ya havaalanını biz yaptık.” çıkışları hayat mücadelesi veren kitlelerde karşılık bulmuyor. Özellikle ekonomik kriz, hiperenflasyon ve hayat pahalılığı, maddi koşulların iyileştirilmesine öncelik verecek bir siyaset yaklaşımı gerektiriyor.
Dünya değişiyor, siyaset de bu değişime ayak uydurmak zorunda. Ancak siyasi oluşumların yapısal dönüşümler gerçekleştirme potansiyelini anlamak için seçim süreçlerine ya da konjonktürel politik, ekonomik krizlere bakarak değerlendirmek gerekli olsa da yeterli bilgi sunmaz. Üçüncü ittifakın Türkiye siyasetine ne sunduğunu anlamak için en azından son kırk yıllık süreçte solun tasfiyesi, kalan parçaların performansı, lider boşluğu ve ideolojik çatışmaları dikkate almak gerek. Bu zorlu tarihsel mirasa karşı yeni bir siyasi gündem etrafında genç kuşaklarla bağ kurabilecek dinamik siyasi figürlerle yola çıkan Emek ve Özgürlük İttifakı, beklediği seçim performansını göstermese bile insanlara başka bir seçeneğin olduğunu, seslerini duyurmalarının mümkün olduğunu göstermiş olacak.