EMEP, İstanbul’da Ortadoğu Konferansı düzenleyecek: Ortak mücadeleyi konuşacağız

Emek Partisi, 25-26 Mayıs’ta İstanbul’da Uluslararası Ortadoğu Konferansı düzenleyecek. EMEP Genel Başkanı Aslan, “Ortadoğu’daki tüm gelişmeleri, bölgedeki güç savaşlarını konuşacağız” dedi.

Emek Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan (Fotoğraf: Gazete Duvar)
Google Haberlere Abone ol

İSTANBUL - Emek Partisi (EMEP) 25-26 Mayıs’ta İstanbul’da Birleşik Metal İş Genel Merkezi'nde Uluslararası Ortadoğu Konferansı düzenleyecek. Konferansta, bölgedeki nüfuz mücadeleleri, buna karşı halkların direnişi, dünya ve bölge barışının imkan ve koşulları tartışılacak.

‘BÖLGEMİZ KANLI SAVAŞLARIN SAHNESİDİR’

Konferansla ilgili konuşan Emek Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan, “Ortadoğu 20. yüzyılın başlarından itibaren oluşan yeni dünya düzeninin kilit noktası oldu. Zengin petrol ve maden kaynakları, açık denizlere yakınlığı ve Avrupa ile Asya arasındaki ticari ve jeopolitik önemi nedeniyle bölgemiz kanlı paylaşım savaşlarının sahnesidir" ifadelerini kullandı.

‘HALKLARIN DEVRİMLERİNİ ÇALDILAR’

“21. Yüzyıl’da da Ortadoğu aynı kaderi yaşıyor” diyen Aslan, sözlerine şöyle devam etti: “Irak'ın işgali, Suriye’deki vekalet savaşları, kimi ülkelere uygulanan ambargolar, yaptırımlar, ülkeleri yöneten diktatörlerin zulmü devam ediyor. 2010 yılında Tunus'ta başlayan Arap halk isyanlarının dalga dalga Ortadoğu ve Afrika ülkelerine yayılması ile Tunus, Mısır gibi ülkelerde yönetimler devrildi. Ortadoğu halklarının, işçi ve emekçilerinin işsizlik, yoksulluk, anti demokratik baskıcı uygulamalara, diktatör yönetimlerine karşı başlatmış olduğu isyanlar karşısında başta ABD ve diğer emperyalist ülkeler telaşa düştü. Arap halklarının demokrasi, özgürlük ve insanca yaşama talepleri karşısında harekete geçtiler ve hakların devrimlerini çaldılar."

‘DİRENİŞ KESİNTİSİZ DEVAM EDİYOR’

Suriye, Irak ve bölge ülkelerinde süren çatışmaların devam ettiğini hatırlatan Aslan, "İsrail'in Filistin halkına karşı başlattığı savaş ve soykırımın faturası ağırlaşarak devam ediyor. Milyonlarca insan savaş nedeniyle ülkelerini terk ediyor. Halklar açlık, yoksulluk, ölüm ve göç arasında sıkışıyor. Bütün bu savaş politikalarına karşı Ortadoğu halklarının demokrasi ve insanca yaşama mücadelesi sürüyor. İran'daki başörtüsü eylemlerinin ortaya çıkardığı sonuçlar, Filistin halkının direnişi ve dünyadaki dayanışma eylemleri mücadelenin kesintisiz devam ettiğini gösteriyor" dedi.

‘ORTAK MÜCADELEYİ KONUŞACAĞIZ’

Aslan, sözlerini şöyle noktaladı: “Ortadoğu Konferansı, bölgedeki çatışmaları, çelişkileri analiz etmek, doğru sonuçlar çıkarmak ve önümüzdeki dönem halkların mücadelesinin nasıl seyretmesi gerektiği üzerine tartışmalar sürdürmek ve sonuçlar çıkarmak için düzenlenen bir konferans olacak. Konferansta Türkiye'nin bölgedeki rolü ve emperyalistlerle ilişkilerini irdeleyeceğiz. Bölge halklarının ortak mücadelesini konuşacağız. Ortadoğu’daki güç ve hegemonya mücadelesinin halklar üzerindeki etkisini konuşacağız. Konferansımıza Tunus, Lübnan, Filistin, İngiltere, Irak, İran, İsrail gibi ülkelerden ve Türkiye’den siyasi parti temsilcileri, akademisyenler katılacak. Ortadoğu’daki tüm gelişmeleri, Filistin halkının yaşadıklarını, bölgedeki güç savaşlarını, barış koşullarını konuşacağız; bu konferans bölge halklarının mübadelesine önemli bir perspektif sunacaktır. Emperyalist ülkelerin bölge halklarına karşı ortaya koydukları politikaları teşhir edeceğiz.”

SAĞLAM: TÜRKİYE DARALMANIN ÖNÜNE GEÇMEYE ÇALIŞIYOR

Gazete Duvar yazarı, akademisyen Mühdan Sağlam "Türkiye-Ortadoğu İlişkileri ve Ekonomi Politiği" başlıklı oturumda konuşmacı olarak yer alacak. Sağlam, "Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz, dışarıdan yatırım ve yatırımcı aramasına neden oluyor. Bu çerçevede Ortadoğu denildiğinde dikkat çeken merkezlerin başta Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olmak üzere Körfez ülkeleri olduğu söylenebilir. Buradan gelecek dış yatırım veya doğrudan yabancı yatırım Türkiye açısından hayati bir nitelik taşıyor, zira Batı’dan gelecek yatırımcı hukukun üstünlüğüne, en azından Maliye Eylem Gücü’nün gri listesinde olup olmadığınıza bakıyor. Öte yandan bu durum Ortadoğu ülkeleri için pek geçerli değil. Bununla beraber enerji ve güvenlik açısından da Türkiye Ortadoğu bölgesinde etkisini genişletemiyorsa dahi bir daralmanın önüne geçmeye çalışıyor. İran’dan alınan gaz, Irak’tan alınan petrol bu duruma örnek olarak gösterilebilir. İsrail’in Gazze’de soykırıma varan pratikleri karşında Türkiye aşamalı olarak İsrail ile ticareti askıya almakla beraber, tamamen köprüleri atacak lükste olmaktan uzak. Bununla beraber İsrail ile Türkiye arasında İsrail gazının Avrupa’ya taşınması planının askıya alındığı da hatırda tutulmalı. Türkiye'nin özellikle yaşadığı ekonomik krizin etkisiyle Ortadoğu’dan yatırım ve yatırımcı çekmeye çalışmakla beraber, ilişkilerini devlet/yöneticilerle sınırlandırdığı ve halkalara ulaşmaktan uzak bir pratik ortaya koyduğu söylenebilir."



ÇİÇEK: HALEN BU DARBE MEKANİĞİNİN ETKİSİNDEYİZ

Konferansın "Ortadoğu’da Barışın Olanakları ve Koşulları" başlıklı bölümüne ise DEM Parti İstanbul Milletvekili Cengiz Çiçek konuşmacı olarak katılacak. Kobanê Davası kapsamında değerlendiren DEM Partili Çiçek şunları söyledi:

“Kobanê Davası adı üzerinde bir kumpas davası. İktidar eliyle kumpas kime kurulmak istendi? HDK-HDP şahsında Türkiye ve Kürdistan halklarının ortak mücadele fikriyatına ve onun toplumsallaştırılması çabalarına yönelikti bu kumpas. Özellikle 7 Haziran seçimlerinin sonuçları, üçüncü yol mücadelemizin potansiyelini açığa çıkarması itibariyle sistemin kendisini ve partilerini, ulus devletçi bir ittifaka mecbur bıraktı. Dokunulmazlıkların kaldırılması, çöktürme planı gibi yönelimler, AKP’ye ihale edilen bir ulus devlet işiydi aslında. Bir kuruluş kodu olan Kürt ve sosyalist hareketlere yönelik imhacı politika görevinin, günümüzde AKP-MHP iktidarına verilmesi, aynı zamanda bu iktidara ömrünü uzatması için verilmiş bir krediydi de. İşte siyasi rehine olarak hapishanelerde tutulan arkadaşlarımız şahsında ‘yargılama’ adı altında yürütülen süreç, ‘vur Kürt'e-sosyaliste; koru tekçi sistemi, al iktidarı’ olarak formüle edeceğimiz bir darbe mekaniğinin işletilmesiydi. İçeride-dışarıda halen bu darbe mekaniğinin hedefindeyiz, tabi ki hedef olan sadece biz değil inkarcı, tekçi sisteme rıza göstermeyen milyonlardır. Kobanê Davası bu açıdan ezilen, ötekileştirilen, yok sayılan, dışlanan bütün kimliklere ve sınıflara yönelik kumpasçı zihniyetle örgütlenmiş bir tasfiye konseptidir. Teslim alınmak istenen, halkların demokrasi ve özgürlük mücadelesinin kendisidir. O nedenle bu dava, bitmiş-kapanmış bir dava değildir ve arkadaşlarımıza verilenin adı da ‘ceza’ değildir. Özgür yaşam ısrarındaki Kürt'e ve hakim ulus anlayışını reddeden, Kürt halkıyla demokrasi-özgürlük mücadelesini birlikte yürütme iradesindeki sosyalistlere bir siyasi soykırım saldırısıdır. Karşılığında da özgürlük iradesinden milim şaşmayan devrimci, yurtsever, sosyalist bir irade, iddia vardır. Bu kurmaca mahkeme bir tarafın bir tarafı yargıladığı, mahkum ettiği bir platform değildir. Aksine sermaye ve onun kumpasçı düzeniyle ezilenlerin özgürlük mücadelesinin sınıfsal, ideolojik-politik bir kavga zeminidir. Günün sonunda tarihin ve toplumun vicdanında mahkum edilecek olanın, muktedirler olacağını benzeri tarihsel deneyimlerden yola çıkarak rahatlıkla ifade edebiliriz.”

'BU SÖMÜRÜ DÜZENİNİ MAHKUM EDEBİLİRİZ'

Ortadoğu’da yaşanan çatışmalara ve hak ihlallerine de değinen Çiçek, “Siyaseti, egemenlerin çıkarı için yürütülen bir faaliyet alanına hapsetmek isteyenleri gerçekten mahkum edebilmemiz için Kobanê kumpas davasında yargılanan ezilenlerin birleşik mücadelesine ve onun üçüncü yol fikriyatına her zamankinden daha fazla sahip çıkmak, bunu toplumsal mücadelenin belirleyici hattı kılmak gibi bir ev ödevimiz var. Türkiye ve Ortadoğu’da hüküm süren ulus devletçi düzenle ve başta Kürdistan ve Filistin olmak üzere bu düzenin yarattığı soykırım sistemiyle hesaplaşmanın ve ondan kurtuluşun formülü ‘özgür Kürdistan, demokratik Türkiye, demokratik Ortadoğu’dur. Bunu gerçekleştirmek için Kürdistan-Türkiye-Ortadoğu halklarının demokratik konfederalizm-demokratik ulus perspektifiyle anti-kapitalist, anti-emperyalist karakterli ortak mücadelesinde ısrar etmekten başka çıkar yolumuz yok. Dolayısıyla Gezi’den Kobanê’ye mahkum edilmek istenen bu coğrafyanın ezilen kimlikleri ve sınıflarıdır. O halde Gezi ve Kobanê’nin ortak mücadele köprüsünü daha güçlü kurarak Denizlerin, Mazlumların, İbrahimlerin, Mahirlerin izinde bu sömürü düzenini mahkum edebiliriz. Sahi ‘zincirlerimizden başka kaybedecek’ neyimiz kaldı ki…” ifadelerini kullandı.