En azla yaşama yarışı
Hangi iki kadını yan yana görseniz aralarında ‘nerede, hangi peynir ucuzlamış, tarihi geçse de bir ürün daha ne kadar tüketilebilir’ sohbetine şahit olursunuz. Bence türlü müsabakalara “En az parayla yaşayabilme yarışı” da eklenebilir. Kapitalizm bunu nasıl atlamış acaba? Maalesef fıkra gibi yaşananlar.
Temmuz’da zam gelmedi. Emekçiler üç kuruşu yetiremiyor, borç üstüne borç biniyor. Emeklilere müjde verdiler; şezlongları ücretsiz kullanabileceklermiş.
Şezlongların, binaların, bol bol betonun yenmeyeceğini onlar bilmiyor sanırım. Hiç aç kalmadılar herhalde. Her gün açlık çekenler bu gidişatı çok iyi biliyor.
Sanırsınız ülkenin hiç parası yok. Halbuki dünyanın en gelişmiş ekonomileri arasında on yedinci sıradayız. Gayrisafi yurtiçi hasılamız olmuş 1 trilyon 340 milyar dolar. Kişi başına düşen kısmına bakınca ise 20 yıl önceki sıralamaya gerilemişiz. Yani bir yerlerde para var da ülke nüfüsunun büyük çoğunluğunu oluşturan emekçiler ve emekliler için bir para yok. Siyasi iktidarın hali hep patrona çalışmak şeklinde. Sermaye büyüsün de gerisi önemli değil.
Para varsa, zenginlik varsa, büyüme varsa maaşlara neden zam yapılamasın. Yapılabilir.
Yurttaşını hakir görmenin, nasıl olsa şükredilir demenin, itaatten vezgeçilmez demenin son sınırlarına dayanmış durumdayız artık.
Artık manipüle edebilecekleri verileri bile yok. Merkez Bankası enflasyon hedeflerini tutturamıyor, tutturamayacak da zaten. Hiç güvenmediğimiz TÜİK açıklıyor da açıklıyor. “Temmuz ve öncesindeki aylarda asgari ücrete zam yapılırsa enflasyon artar efenim, ondan zam olmamalı”, diyen görüş sahiplerinin yüzlerini görmek istedim. İstedim de ne fayda? Olan emekçilere ve emeklilere olmaya devam etmekte. Enflasyon, Temmuz ayında 3,23 arttı.
Durumu özetleyen bir sokak röportajı var: İnsanlara Mehmet Şimşek’in fotoğrafı gösteriliyor ve ne görüyorsunuz diye soruluyor. İstisnasız herkes çok iyi bildiği yerden gelmiş bir soru olarak “zam” diyor. Ama o zam maaşlara değil, maalesef ürünlere, hizmete zam.
Çiftçiler mahsüllerini satamıyor, halk açlıktan kırılıyor. İşte böylesi acımasız bir düzen, içinde olduğumuz. Kasalarca caddelere boşaltılan domatesleri, maliyeti karşılamayan kavun karpuzların yollarda yuvarlanışını, yolları traktörleri ile kapatan çiftçiyi, çayını yakan üreticiyi görmezler. Günlerdir protesto yapıyorlar da göreni yine yok. Halka reva görülen yine akşam pazarlarında tezgah altı meyve sebzeler.
Tüm bunlar olurken emekçilerin ve emeklilerin yarı nüfusunun hali de içler acısı. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği sürdüğü durumda, ekonomik gidişattan da kadınlar daha farklı etkilenmeye devam edecek.
Kadınlar da bu ekonomik gidişattan nasibini bir hayli fazla alıyor.
Hangi iki kadını yan yana görseniz aralarında ‘nerede, hangi peynir ucuzlamış, tarihi geçse de bir ürün daha ne kadar tüketilebilir’ sohbetine şahit olursunuz. Bence türlü müsabakalara “En az parayla yaşayabilme yarışı” da eklenebilir. Kapitalizm bunu nasıl atlamış acaba? Maalesef fıkra gibi yaşananlar.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, Sivas’a gitmiş. Kadın istihdamı ile ilgili yaptıkları “iş pozitif” projelerinden, kadın istihdamını çok önemsediklerine kadar konuşmalar yapmış. Lakin burada bir sorun var, veriler öyle demiyor.
Kadınlar evin kölesi görüldüğü gibi ülkenin de kölesi olarak görülüyor. TÜİK, Temmuz işsizlik verilerini açıkladı. Kadınlarda işsizlik oranı yüzde 11,3'ten yüzde 12,4'e çıktı. Genç işsiz kadınların oranı artmış durumda. İşgücüne katılım oranı erkeklerin yarısı düzeyinde neredeyse. Erkeklerde yüzde 72,4, kadınlarda yüzde 36,7. Kadın istihdamı da 0,7 oranında azalmaya devam etmiş, oranı yüzde 32,1. İşgücü dahi sayılmayan kadınlar ülkesi olmak da ayrı utanç verici bir durum çünkü hala on bir milyonun üzerinde kadın ‘ev işleriyle meşgul’ gerekçesi ile TÜİK’e göre işgücü bile sayılmıyor.
Halbuki ev ‘hanımı’ değil işsiziz. Gizlenen koca bir kadın işsizler ordusu.
Işıkhan’ın söylediği başka bir cümleyi de manidar buldum. Tarihte şanlı zaferlerin ve büyük başarıların kadınların büyük fedakarlıkları sayesinde gerçekleştiğini ifade eden Bakan Işıkhan, nüfusun yaklaşık yarısını oluşturan kadınların gücü olmadan sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşılamayacağını söyledi. Yine sorumluluk kadına yüklenmiş, yine fedakar olması beklenen kadın.
Aile odaklı politikaların tek yönlü olmadığı, bir de ekonomik, politik amaçları olduğu da kesin bu tabloda. Açlıkla sınanan hanelerin gönlünü hoş tutma, o hanelerin dağılmamasını sağlama sorumluluğu da kadında. Hem de anne olma, eş olma, ailenin önemi gibi sevgi örtüsüne sarılı.
Evin muhasebesini yapsın, hane halkının bakımını üstlensin, tüm hane içi organizasyon ve temel ihtiyaçlarla ilgilensin düşüncesi ve bununla birlikte kocasına itaat etsin görüşü hakim.
Her yazıda şu çocuk doğurun teşvikine değinmeden geçemiyorum. Biliyor muydunuz,
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Aile Destek Programı, Çocuk Destek Programı ile ödemeler yapıyormuş. Yine geldik bağımlı hayatlar yaratma anlatısına. İnsanların size minnet etmesini beklemenize. 9 yılda TÜİK’e göre bebek maması enflasyonu yüzde 789 artmış. Eğer para varsa neden 2015’ten beri tek zamlanmayan şey doğum yardımı? Doğum yardımı bir kutu bebek mamasına bile yetmiyor. NOW Haber’den Derya Özcan’ın haberine bakabilirsiniz. Bir kıyaslama da yapabiliriz. Dünyanın gelişmiş on yedinci büyük ekonomisiyiz. Çocuk doğum oranlarının azalması varlık sorunu ama gelin görün ki bu doğum yardımı Türkiye’de tek seferde yapılıyor. Peki Almanya’da nasıl sizce? Almanya’da her ay çocuk için 250 Euro ödeme yapılıyor. Almanlar bizi kıskanıyordu di mi?!
Bir de emekli kadınlar gerçeğimiz var. Kadınlar için emeklilik iki türlü oluyor. Ücretli olarak çalışanlar ya da kendi sigorta ücretini ödeyip emekli olanlar. Bir de eşinin/babasının emekli aylığını alanlar. İkisi aynı şey değilken Murat Kurum birçok şey gibi bu farkı da bilmiyordu sanırım. Yetişkin bir kadın arkadaşımız Kurum’a yaklaşıyor, “2.5 vardıya dul ve yetime yatırılmadı.” diyor. Kurum, “Meclisten geçti mi o?” diyor, sonra, “Geçmedi.” diyor. Daha sonra, “Farkları sonra yatırırlar.” diyor. Kesintilerden, neyin ne olduğundan bihaber. Ve “Şunu da al, şunu da al” diyerek market kartı tutuşturuyor ablamızın eline. Bu ülkenin emekçileri, kadınları, emeklileri dilenci değil. O ablamızın dediği gibi, “Başkasına ver. İhtiyacım yok. Asla.” Biz hakkımız olanın peşindeyiz.