Endülüs’ün kalbine yolculuk: Granada
İspanya’nın bir yarımada üzerinde hem Akdeniz’e hem de Atlantik Okyanusu’na dokunuyor oluşu bizim bu ülkeyi ‘yüzünü denize dönmüş’ olarak nitelememize neden olabilir. Sanılanın aksine bugün İspanya’nın bulunduğu kara parçası aslında bir vadiler ülkesidir. Bu topraklarda yeşeren nice uygarlık da gücünü hep bu vadilerden alagelmiştir.
İspanya turlarının vazgeçilmezi Endülüs’tür. Bir yığın turist, otobüslere doluşup Elhamra Sarayı’nı görmek ve flamenko gösterisi izlemek üzere her yıl Granada kentine akın eder. Turizmin devasa bir endüstri haline gelmesi, Granada gibi köklü bir kentin havasını solumayı biraz zorlaştırıyor. Örneğin flamenko geleneğinin kentin bazı yerlerinde karşılaştığı durum -abartılı bir karşılaştırma ile- Türkiye’de turist eğlendirme amaçlı oluşan semazen şovlarını andırıyor.
Granada’yı gezmek için hazırlanan yüzlerce kitapçık var. Elbette bu kaynakların hepsi çöp değil. İçlerinden güzel bir rota çıkartmak mümkün. Ancak dilerseniz sadece bugüne kadar yazılmış rotaları tekrar etmemek adına kendimiz bir yol çizelim. Şehrin sembollerini atlamadan, ancak bu yapıların bulunduğu turistik mahallelere de sıkışmadan Endülüs’ü ve Granada’yı olduğu gibi tanımaya gayret edelim.
VADİLER ÜLKESİ
İspanya’nın bir yarımada üzerinde hem Akdeniz’e hem de Atlantik Okyanusu’na dokunuyor oluşu bizim bu ülkeyi ‘yüzünü denize dönmüş’ olarak nitelememize neden olabilir. Haksız sayılmayız, tarih boyunca Katalan denizcilerin Akdeniz’deki etkisi ya da yeni kıtaları bağlayan Atlantik liman kentlerinin varlığı bu yorumu doğruluyor olmalı. Fakat sanılanın aksine bugün İspanya’nın bulunduğu kara parçası aslında bir vadiler ülkesidir. Bu topraklarda yeşeren nice uygarlık da gücünü hep bu vadilerden alagelmiştir.
Çoğu zaman doğudan batıya doğru uzanan sıradağlardan beslenen nehirler üzerine kurulu kentlere rastlıyoruz. İşte Sierra Nevada ve Baetic Dağları arasında yer alan Granada’da da böyle bir kent. Vadilerin arasından süzülerek gelen Genil Nehri belki şehrin içinde bize aklımızdaki ihtişamı vermiyor. Ancak vadiye kuş bakışı bakacak olursak Genil’in bir toplardamar gibi dağlardan gelen suların kılcal damarlarıyla beslendiğini göreceğiz. Güçlenerek yoluna devam eden nehir, kendisi de bir kılcal damar olup İspanya’nın en görkemli nehri Guadalquivir’e karışmadan önce tüm bir vadiye hayat veriyor.
İSPANYA’NIN EŞİTSİZ GELİŞİMİ
Granada’yı konuşmadan önce İspanya’nın özerk bir bölgesi olan Endülüs’e dair birkaç kelime etmek gerekiyor. Sokakları, insanları veya yapıları incelerken bilmemiz gereken en önemli şey, Endülüs’ün İspanya’da tuttuğu yer. Çünkü tarihi ve kültürel olarak İspanya’nın kökü ne kadar Castilla ve Leon bölgelerine aitse bir o kadar -hatta belki daha fazla- Sevilla, Kordoba, Granada, Cadiz… gibi illeriyle Endülüs’e ait.
Ancak burası aynı zamanda İspanya’nın en yoksul bölgesi(1). İspanya’daki yerleşimlerin ekonomik durumunu açıklayan herhangi bir haritaya baktığınızda ülkenin kuzeyi ile güneyinin bıçak gibi kesilmiş olduğunu göreceksiniz. Tabii bu bölgeler sadece Endülüs Özerk bölgesine ait değil. Bir diğer çizgi bazen Portekiz’in kuzeyinde, İspanya’nın kuzeybatı ucundaki Galiçya’dan çekiliyor. Ancak bize genel olarak bir fikir vermesi açısından önemli.
Örneğin bölgenin en büyük sorunlarından biri yüksek işsizlik oranı. İspanya’nın güneyindeki nüfus, uzun yıllardır düzenli olarak kuzeydeki sanayileşmiş büyükşehirlere göç etmekte. Bask Bölgesi, Katalonya ya da Madrid gibi bölgeler ciddi oranda Endülüs ve Ekstremadura diasporasına ev sahipliği yapıyor.
Ancak daha da önemlisi kültürel olarak da Endülüslülerin kendini farklı hissediyor oluşu. İspanya, yerel kimliklerin tarih boyu ön planda olduğu bir ülke. Bu anlamda İspanya’da seçimlere giren partilere bir göz gezdirmek dikkat çekici olacaktır. Sadece bağımsızlıkçı taleplerin olduğu ve farklı dillerin konuşulduğu Bask Bölgesi, Katalonya ve Galiçya değil, neredeyse her bölgenin kendi bölgesel kimliklerini ön plana çıkaran siyasi aktörü/aktörleri var. Bu yerelliği kimileri biraz abartarak Müslüman İspanya tarihinde siyasi birliğin dağılmasıyla başlayan ve Anadolu tarihindeki beylikleri andıran Tavaif-i Mülûk (las taifas/tayfalar) dönemine atıfta bulunuyor (Geçen hafta Müslüman İspanya tarihine bir giriş yapmıştık). Bu abartılı bir çıkarım olsa da İspanya’daki yerel kimliklerin sağlamlığı bir gerçek.
ALBAYZİN VE MAĞARALAR
Granada’ya gelir gelmez, İspanya’nın kuzeyine kıyasla buradaki kültürel farkları hissedebiliyorsunuz. Bambaşka bir İspanyolca aksanı sizi karşılıyor. Konuşurken harf tasarrufu yapmayı seven Endülüslüler aynı zamanda ‘peltek s’ sesini kullanmayı da pek seviyorlar. (Aksana dair ilginç bir örnek: İspanya’nın ulusal televizyon kanallarında çoğu zaman bir Endülüslü konuşurken altyazı kullanılıyor. Bu durum Endülüslülerin pek de hoşuna gitmeyen bir durum.)
Biraz da şehrin kendine has planından bahsedelim. Genil nehrine karışacak bir başka nehrin geçtiği vadi, kentin eski yerleşim yerini imliyor. Dik yamacın bir tarafında oldukça eski yerleşim yeri Albayzin diğer tarafındaysa Elhamra Sarayı bulunuyor.
Yeni yerleşimlerse bu yamaçların düzlüğe çıktığı noktanın ötesinde bulunuyor. Fakat yine de Granada, bugün 230 bin kişilik nüfusuyla küçük sayılabilecek bir kent. Dolayısıyla bir ucundan öteki ucuna yürümek pek fazla zamanınızı almıyor. Her ne kadar tarihi kent merkezi oldukça geniş bir alana yayılıyor olsa da burası aynı zamanda bir öğrenci kenti. Dolayısıyla üniversite derslerinin başlamasıyla birlikte sokaklar da canlanıyor. Kentin batı yakasını öğrencilerin yaşadığı/eğlendiği mahalleleri oluşturuyor. Genil Nehri’nin öteki yakasına geçtiğinizdeyse ‘Zaidin’ mahallesine ulaşıyorsunuz. Granada’daki emekçi mahallelerinin önemli bir kısmı burada bulunuyor.
Elhamra’nın harika bir şekilde göründüğü Albayzin’den özellikle bahsetmek gerekebilir. Burası ‘eski’ bir yerleşime kıyasla hiç de küçük bir yer değil. Vadinin yamacında olması nedeniyle dik yokuşların bulunduğu mahallenin sokaklarında kaybolmak son derece zevkli, tabii dizlerinize güveniyorsanız.
Biraz daha içerilere girecek olursanız, turist selinden pek fazla etrafı görmeye fırsat bulamayacağınız ana caddelerden kurtulup, mahallenin gerçek havasını soluyabilirsiniz. Hatta turunuzu daha da sıra dışı hale getirmek istiyorsanız Genil’e karışmak üzere hareket eden Darro Nehrinin akış yönünün tersinde yürümeye devam edebilirsiniz. Burası ‘mağara evlerin’ bulunduğu bir mahalle. Yamaca oyularak inşa edilen pek çok yapı bulunuyor. Bunların bazıları ‘turistik’ kimi flamenko mekanlarına dönüştürülmüş olsa da mahallede biraz dolaşınca aynı zamanda yerleşim yeri olarak kullanıldığını kolayca fark ediyorsunuz.
Sacramonte çevresindeki bu mağara evlerde bugün çoğunlukla Çingene nüfus yaşıyor. Geçmişi oldukça eski dönemlere giden bu mağara evler hakkında pek çok efsane var. Bunların en bilineni, Granada Sultanlığı’nın yıkıldığı döneme kadar gidiyor. İberya’da Müslüman hakimiyetinin sona ermesiyle birlikte Katolik krallar yerli Yahudi ve Müslüman nüfusa ‘ya din değiştirme ya sürgün’ seçeneğini sunar. İşte bu dönemde bazı Müslümanların ve Yahudilerin kent surlarının dışında yaşayan Çingenelere katıldığı böylece mağara evlerin de yaygınlaştığı rivayet edilir. Tabii konu hakkında net bir bilgiye ulaşmak çok kolay değil.
Son dönemde bölgeye yabancı bir ‘hippi’ nüfusu da yerleşmeye başlıyor. Ancak yer yer hippiler ve Çingene aileler arasında mağara evler yüzünden kavgaların çıktığı söyleniyor.
İSPANYOLCA’DA ARAPÇA’NIN İZLERİ
Albayzin isminden bahsetmişken, İspanyolcada Arapça kelimelere sıkça rastlandığını hatırlatabiliriz. Genellikle ‘Al-‘ ile başlayan kelimeler, Arapça kökene işaret ediyor. Güneye indikçe yer adları da belirgin bir şekilde Arapçaya meylediyor: Almeria, Albacete, Guadalajara, Murcia... Granada’nın mahalleleri için de benzeri yorumu yapabiliriz. Albayzin ya da Zaidin mahalleleri bize kentin geçmişine dair ipuçları veriyor.
İspanyolcadaki Arapça etkisine dair bir iki kelime etmek gerekirse eğer, elbette birkaç ilginç örnek verebiliriz. Bu kelimelerden bazılarının Türkçeye de Arapçadan geçmiş olması, ister istemez meseleyi bizim için daha da ilginç kılıyor. Örneğin İspanyolcada belediye başkanı için kullanılan Alcade kelimesinin Türkçedeki Kadı ile aynı kökten geliyor oluşu gibi. Alcade ve kadı birebir aynı anlama gelmiyor. Dilde böylesi durumlar için ‘yanlış arkadaş’ ifadesi kullanılıyor. Arapça-Türkçe ve -Arapça aktarmalı- Türkçe-İspanyolca arasında ‘ortak kelime avına’ çıkacak olursak yolda pek çok yanlış arkadaşla karşılaşabileceğimizi unutmamak gerekiyor.
Ancak asıl ilginç mesele Arapçadan binlerce kelimenin İspanyolcaya geçmesi kadar, bu kelimelerin hayatın hangi alanına ait olduğunu incelemek. Mesela bu kelimelerin ciddi bir bölümü ticaret ile ilgili. Tabii ticaret dendiğinde kelime dağarcığı sadece alış-satış işlemlerini kapsamıyor, ticaretin yan alanlarını da hesaba katmalıyız: Seyahat, ölçü/tartı, çarşıda ve şehirde düzeni sağlamaya dair idari alanlar ticaretin yan alanı gibi değerlendirilebilir.
Mesela Arapçadaki divan kelimesinden türeyen ve gümrük dairesi anlamına gelen aduana kelimesini örnek verebiliriz. Bunun dışında inşaat sektörü ve bu sektörün yan alanları da aynı şekilde değerlendirilebilir: Mobilyalar, basit ihtiyaçların ötesindeki konfor düzeyini gösteren mefruşatlar, evin bölümleri… Örneğin İspanyolca depo anlamına gelen Almacen kelimesi -Türkçedeki mahzen kelimesi gibi- Arapçadan gelir. Ya da kiralamak fiilinin Alquilar olması da örnek gösterilebilir. Bunun haricinde askeri rütbelerde, çok sayıda meyve-sebze ve bitkilerde, tarım ve sulama vokabülerinde ciddi sayıda Arapça kelimeye rastlanır.
Tüm bunlar bize tarihte Müslümanların hangi alanlarda İberya’ya yenilik kattıklarını ya da hangi alanlarda daha becerikli olduklarını gösteriyor. (Farklı ve daha güncel bir örnek olsa da sadece kelime geçişlerinde hayat alanlarının önemini vurgulamak için Türkçeye Yunancadan geçen bazı kelimeleri düşünebiliriz. Osmanlı İstanbul’unda balıkçıların büyük bir çoğunluğunun Rum oluşu, şüphesiz Türkçe’deki deniz mahsulü isimlerinin neden Yunanca ağırlıklı olduğunu açıklıyor olabilir.)
YÜKSELİŞİN DEĞİL ÇÖKÜŞÜN ESERİ: ELHAMRA
Konuşması eğlenceli ancak bir o kadar da dikkat dağıtıcı olan etimoloji yolculuğumuza burada ara verip, Granada’ya geri dönelim. Albayzin’in tam karşısında, gözden kaçırılması imkansız bir şekilde Elhamra Sarayı duruyor. Evet, yazımızın ‘klasik bir kent rehberi’ olmadığını söylemiştik. Ancak Elhamra’ya dair birkaç laf etmemek olmaz.
Bir yeri ziyaret etmeden önce, orası hakkında fikir edinmek için yerin ismini sıkça ‘Google görsellerde’ aratırız. Elhamra’yı da arattığımızda önümüze dizilen fotoğraflar tabii ki çok hoştur. Ama Elhamra’nın fotoğrafları ilk bakışta “Yani işte güzel bir saray ama bu kadar abartılacak ne var anlamıyorum” dedirtecek cinsten. Bazı yerlerin büyüsünü anlamak için Google görsellere fazla aldanmamak lazım. Çünkü Google görseller Elhamra’nın neden bu kadar özel olduğunu kavramaya pek yetmiyor.
13. ve 14. yüzyıllarda inşa edilen Elhamra, sadece bir saray değil. Bugün saray kadar devasa bir botanik bahçe olarak da değerlendirilebilecek kompleks, zamanında yönetici sınıfın ve diğer kimi idari kurumların bulunduğu bir seçkinler yerleşimi olarak kullanılır. Surların içindeki bu dünya, Granada Sultanlığı’nın yıkılmasıyla birlikte biraz değişime uğrar. Örneğin Şarlken, sarayın içindeki Caminin yerine kendi ismiyle anılacak bir saray yaptırır. Ya da kimi kapılarda Arapça yazıların bulunduğu duvarlar oyularak buralara Meryem Ana heykelleri yerleştirilir. Tüm bunlar, benzer bir sembolizme sahip bir toprak parçasında yaşayan bizler için fazlasıyla tanıdık enstantaneler.
Buna karşın yapı, görkemi nedeniyle bugün yanlış bir şekilde Müslüman İspanya’nın doruk noktası olarak değerlendiriliyor. Oysa Elhamra, Endülüs’ün çöküş ve içe kapanış dönemiyle özdeşleştirebileceğimiz bir yapıdır.
Zamanında büyük ve görkemli bir medeniyet kurmuş çoğu aktör, çöküş dönemine girdiğinde bir ihtişam zehirlenmesine uğrar. Dolmabahçe Sarayı’nı bu anlamda benzer bir örnek olarak görebiliriz belki. Oysa geçmişteki prestije, abartılı maddiyat ile kalp masajı yapılamıyor. Elhamra’yı gezerken her bir duvar bir diğerinden farklı şekilde işlenmiş, her havuz bir diğerinden daha farklı şekilde akıyor, her bahçe kendine has bir kompozisyona sahip… Bu detaylara hayran kalarak uzunca bir süre yola devam ediyorsunuz.
Ancak Elhamra inşa edildiğinde Granada Sultanlığı Endülüs’ün prestijli günlerine çok uzaktır. Sanatta da bu durum, önceki Endülüs sanat geleneği çerçevesinde kalma ve hiçbir yenilik üretememe anlamına geliyordu; edindiği yeni başarılar ise ustalığının mükemmelliği sayesinde meydana gelmekteydi(2).
*
Granada’yı ve Granada aracılığıyla Endülüs’ü farklı yönleriyle tanımaya, anlamaya çalıştık. Şimdi yavaş yavaş Elhamra’dan kent merkezine doğru aşağı inelim, her iki yamacı da arkamızda bırakalım ve sıradaki kente doğru yola çıkalım. Endülüs tarihinin ilginç köşe taşlarını izlediğimiz seyahatimizde gelecek hafta Kordoba’dan bahsedeceğiz. Biz Guadalquivir’e gitmek üzere kendimizi Genil Nehrinin akışına bırakıyoruz…
NOTLAR:
(1) Endülüs’e kültürel olarak fazla uzak sayılmayacak Portekiz sınırındaki Ekstremadura bölgesiyle birlikte.
(2) Endülüs Tarihi, W. Montomery Watt-Pierre Cachia, Küre Yayınları
Kavel Alpaslan Kimdir?
1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.
İran’da bir Sovyet deneyimi: Azerbaycan Milli Hükümeti 16 Kasım 2024
Komünist aerobik öğretmeninden İsrail işgaline suikast 06 Kasım 2024
Baalbek’in yıkımı ve mirası 02 Kasım 2024
Lübnanlı komünist tutsak Abdallah: Geri çekilmek rezilliktir 30 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI