YAZARLAR

Enkaz artığıyla yeni yapılara dolgu malzemesi öyle mi?

İnşaatlarda kullanılan dolgu malzemesini enkazların ayrıştırılmasından sonra elde kalan parçalardan üretmek kulağa çok vahşice geliyor. Nasıl yani, karşındaki depremzedelerin yüzüne ve topluma büyük bir akıl oyunuymuş, tam bir beceriymiş gibi söylediği bu sözlerin insanlara ne hissettireceğini nasıl olur da düşünemez. Zerre empati kuran kimse insanlara “seni yakınlarının beden kalıntıları üzerinde yaşatacağım” diyemez. Ama Erdoğan bunu söyledi, söyleyebildi.

On beşinci günde bile çadıra erişimi sağlanamadığı için hasarlı binalara girmek zorunda kalan insanların varlığı gösteriyor ki evet, “çadır devleti değiliz.” Çadır üretmekten, dağıtmaktan, yurttaşına ulaştırmaktan, yeterli sayıda ve depremzedelerin ihtiyaçlarına göre talep ettikleri yerlere kurmaktan aciz devletiz.

Pazarcık ve Elbistan merkezli, dokuz saat arayla gerçekleşmiş iki büyük depremden on beş gün sonra üç dakikayla gerçekleşen iki büyük sarsıntı, başlı başına yıkıcı depremler ölçeğindeydi. 6,4 ve 5 büyüklükleri bu ülkede korkutucu ölçekler çünkü pek çok yerde bina yıkmış, can almış büyük sarsıntılar demek. Samandağ, Dağ Mahallesi 20 Şubat akşamı saat sekiz sonrası sarsıldığında 3 kişi öldü. 18’i ağır 294 kişi yaralandı haberlere göre. Resmi açıklama böyle ve kurtulanlar hasarlı binalara girme nedenlerini çadır olmayışıyla açıkladı.

Bir gün sonra AFAD resmi açıklama ile kurulumu tamamlanan çadır sayısını duyurdu. 300 bin 809 çadırın kurulumu tamamlanmış. Hem asrın felaketi propagandası yapılıyor hem 13 milyondan fazla insanın yaşadığı geniş bir bölgede 11 il afet bölgesi ilan ediliyor ama iki hafta sonra kurulabilen çadırların toplam sayısı 300 binden 301 bine bile çıkamamış. Depremi, doğal olayı afete dönüştüren insan hatalarının göstergesi bu sayı. Farkındaysanız nicelikte takıldık. Nitelik konuşamıyoruz bile. Çadırların kalitesinden, kurulum alanlarından, birbirlerine mesafesinden filan söz edemeden felaketin sayısal boyutunda takılı kalıyoruz el mahkum. Çünkü iki hafta sonra bile sırf çadırı olmadığı için ölen, yaralanan, enkaz altında kalan insanlar olması gerçeğini, arama kurtarmanın bu defa kısa sürede başarılmasıyla örtemeyiz.

Dönelim yine 20 Şubat pazartesi gününe. Bu sarsıntılardan birkaç saat önce Erdoğan Hatay’daydı. Hatay İl Afet ve Acil Müdürlüğüne giderek burada kanaat önderleri ve sivil toplum temsilcileriyle bir araya gelmişti. O toplantıdan topluma yansıyanlar: bina, bina, bina; inşaat, inşaat, inşaat; ihale, ihale, ihale olarak özetlenebilir. Müteahhitleri, inşaat şirketlerini, sektörü kalkındırmaca. Bir de enkaz kaldırmaca. O toplantıdan depremzedelerin yüzüne ve kamuoyuna sunulan, kaldırılacak enkazın, yapılacak yeni inşaatlarda dolgu malzemesi olarak kullanılacağı yönündeki dehşetengiz bilgi kaldı geriye.

İnşaatlarda kullanılan dolgu malzemesini enkazların ayrıştırılmasından sonra elde kalan parçalardan üretmek kulağa çok vahşice geliyor. Ancak Erdoğan bunu o kadar büyük bir özgüvenle söylüyor ki insanın kulaklarına inanması zor. Nasıl yani, karşındaki depremzedelerin yüzüne ve topluma büyük bir akıl oyunuymuş, tam bir beceriymiş gibi söylediği bu sözlerin insanlara ne hissettireceğini nasıl olur da düşünemez. Zerre empati kuran kimse insanlara “seni yakınlarının beden kalıntıları üzerinde yaşatacağım” diyemez. Ama Erdoğan bunu söyledi, söyleyebildi. Bir de güya çevreci hassasiyet ekledi yanına. Hemen inşaat planları yapmaya giriştiğini açıkladı. Bunlar söylendikten birkaç saat sonra çadır bulamadıkları için hasarlı binalara girenlerden ölenler, yaralananlar oldu maalesef. Enkazın yıpranmış beton vs parçalarını yeni inşatlarda dolgu malzemesi olarak kullanacağını söylediğinde bunu duyanlar vaat edilen yeni binalara girerken örneğin otopark rampasının güvenliğini, aracının altında neleri çiğneyerek geçtiğini düşünmeyecek mi, sanıyorlar.

"Kullanılabilecek tüm unsurlar ayrıştırıldıktan sonra beton ve tuğla atıklarını da yeni inşa edeceğimiz yerlerdeki uygun çalışmalarda dolgu malzemesi olarak kullanacağız. Böylece hem atıkları değerlendiren hem çevreyi koruyan bir sistemle enkazları ortadan kaldırmış olacağız.” Malzemeden çalan müteahhit kurnazlığının ürettiği akıl değil mi bu. Bunca yıkımın nedeni olan bu kurnazlığı, deprem bölgesindeki yeni yapılarda kullanacağını söylemeye cüret edebilmenin izahı yok. Yirmi yılın üstüne bir yıl daha verildiğinde yapacağı şey deprem artığı yorgun, yıpranmış malzemeyle yeni inşaat yapmak yoluyla sektörü kalkındırmaktan ibaret. Enkaza dönüşmüş şehre asfalt döşeyip toz kalkmadığında belediye başkanını öven akıl böyle bir çözüm üretiyor. İnsani, vicdani boyutu hiç düşünülmüyor anladık onu. Peki yapı denetim kısmı, kaliteli, güvenilir malzeme kısmı yıkıntının arasında gezerken on binlerce insan ölmüşken nasıl düşünülemez, kestirmek imkansız.

Osmaniye’de insanların ihtiyacı için harcanması gereken zamanı, enerjiyi, imkanları Erdoğan ve Bahçeli’nin yoluna asfalt olarak döken Belediye Başkanına iltifat eden “devletlü aklı” görüntüyü kurtarmaktan başka bir şeye ermiyor. Ne de olsa post-trough çağının muktediri için imaj her şeydir. Gerçeğin bükülmesi için asfalt gerekiyorsa asfalt dökülür. İhale gerekiyorsa hemen yapılır. Gerekiyorsa mikrofon saklamaca, ses kısmaca oynanır. Her şey algıdan ibaret, algıyı yöneten her şeyi yönetir ve yirmi yılın üstüne bir yıl da istenir.

Tek kişilik hükümet aynı zamanda “şahsımın devleti” olduğu için ilk 35 saatte o konuşuncaya kadar kimse karar alamadı. Karar alanlar askere ve donanmaya emir verenler uygulayamadı. Gerçi bu bilgi dezenformasyon ustalarından doğru halka yayıldığı için güvenilirliği tartışmalı. Kimler kimlere çelme takmak için hareket ediyor belli değil. Harekete geçmeyenlerin de hareketsizliği yine tek kişilik hükümetin memurları arasındaki hesaplaşmaların parçası bile olabilir. Deprem nedeniyle değil, enkaza zamanında ulaşılıp arama kurtarma çalışması ilk saatlerde başlatılmadığı için ölen insanlar, kendi zavallı konumlarını korumak kadar önemli görülmediyse demek, bu hükümet sistemi enkaz altında kalmayı, çıkarılmamayı hak ediyor. Şu ucube sistem kalsın enkazın altında hatta yetinmeyip üstüne bir de bizler beton dökelim.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.