Erdemlilik üzerine: Platon, Zoroaster ve Büyükşah
Platon’un ‘Yasalar’ diyaloğundaki Büyükşah Dareios etkileşimi salt içerik ile de sınırlı olmayıp biçem olarak da yansıması görülmektedir. Diyalog, tanrı (theos) sözcüğü ile başlamaktadır.
Erdoğan Işık*
Kıbrıs’taki Salamis kenti egemeni Euagoras, bağımlı olduğu Pers Şahlığı’na karşı isyanda iken Atinalılar, kendisine Filokrates komutasında 390 yılında (metinde geçen tüm tarihler M.Ö.) bir donanma gücünü yardım olarak gönderirler. Bu yardım gücüne, Pyrilampes oğlu Demos da trierarkh (bir savaş gemisini bir yıllığına finanse eden varlıklı kişi) olarak katılır. Gemisinin donanım ve hizmet masraflarını karşılamak için sahibi olduğu ve Büyükşah’ın bir hediyesi olan altından bir fiyaleyi satışa sunar. Demos’un bu altından fiyaleye nasıl sahip olduğu da belirlenebilinmektedir. Babası Pyrilampes, Platon’un (Eflatun) hem yakın akrabası ve hem de üvey babası idi. Kharmides diyaloğunda (158a) Platon, Pyrilampes’in Atinalı elçi olarak Büyükşah’a ve diğer daha uzak ülkelere gönderilmiş olduğunu belirtir. Komedi yazarı Aristofanes ve sonradan Plutarkh, Pyrilampes’in Peloponnes Savaşı öncesi ve sırasında Atina delegasyonu içinde yeralmış ve Büyükşah'ı ziyaret etmiş olduğunu belirtirler. Demos’un sahibi olduğu altından fiyale, babası Pyrilampes’in bu elçilik ziyaretleri sırasında Büyükşah’ın kendisine olan bir misafirperverlik hediyesi (symbolon) olmalıdır.
Platon’a atfedilen ‘Alkibiades I’ diyaloğunda Sokrates, Pers şahzadelerinin eğitim ve öğrenimlerini sözkonusu eder. Diyalog içinde bulunduğu kişi, Atina’nın en belirgin simalarından ve karaktersizliği ile bilinen veya öyle yansıtılan Alkibiades’tir. Böylelikle aslında Platon ile birlikte diğer yazılı kaynaklar da dikkate alındığında, Atina’nın en erdemlisi ile en düşkünü diyalogda görüş ve bilgi teatisi içindedirler. Sokrates’e göre şahzadelerin eğitimi için yetişkin Persler arasında en bilge, en adaletli, en ihtiyatlı ve en cesur dört kişi seçilirler. Bu kişiler geleceğin şahını, yetkin oldukları alanlarda eğitirler. Bu belirtilen dört yetkinlik alan, Platon’un diğer diyaloglarında ele almış olduğu ve somutlaştırmış olduğu dört temel erdemliliklerdir (arete): Sofia, dikaiosune, sofrosune ve andreia.
Pers şahzadelerinin eğitim ve öğrenimine dair bu bilgi, tarihçi Herodot’un (I 136-138) belirtmiş olduklarının da ötesine geçmektedir. Bu açıdan bakıldığında, diyaloğun (Alkibiades I) Platon’a aitliği kabul edilebilir. Ancak Platon, sofistlere karşın, erdemliliğin ne doğadan gelen bir kazanım olduğunu ne de eğitim ile elde edilebileceğini belirtir. Tam aksine Platon erdemliliğin tanrısal bir vergi/ileti (theia moira) olduğu sabit görüşündedir.
Daha çok sofistik bir içerik ve şemaya sahip ‘Alkibiades I’ diyaloğuna karşın Platon’un ‘Nomoi’ (Yasalar) başlıklı eserindeki Atinalı, Pers şahzadelerinin daha farklı eğitim-öğretim anlayışını dillendirir. Atinalı, Şah Kyros ve Dareios’un oğullarının (Kambyses ve Kserkses) eğitimleri ile ilgilenmediklerini, saray kadınları ve hadımlarının inisiyatiflerine bırakmış olduklarını belirtir. Böylelikle şahzadelerin yumuşak huylu, kadınsı ve ölçüsüz olarak yetişmelerine neden olmuşturlar. Persler ile ilintili daha öncesinin tarihyazımına ve edebiyatına da yansımış olan bu bakış açısı ve yaklaşımı, aslında Atina’daki sofistlerin kişilik gelişmesinde eğitimin önemine dair görüşlerini yansıtıyor. Gerçi Platon da eğitimin kişinin karakter kazanmasında ve gelişimindeki önemine vurguda bulunur. Ancak bir bütün ve mükemmellik olarak erdemliliği, başka bir düzey ve kategoride değerlendirir: Tanrısal bir vergi/ileti olarak kişide mevcuttur. Platon’un bu sabit görüşü, ‘Alkibiades I’ diyaloğunun başka bir bilgi kaynağına dayanmış olduğuna ve bu nedenle de diyaloğun bizzat Platon’a aitliği de tartışma götürür.
Diyalog, Zoroaster (Zarathustra/Zerdüşt) adını anması (122a) ile başka bir ilginçliği de içerir. Oysa Perslerin gerek halk ve gerekse saray dini inançları, seremonileri, ayinleri ve uygulamalarını ayrıntılı olarak belirten Herodot (I 131-2), ki bu uygulamaların bazıları halen İranî halklar tarafından yerine getirilmektedirler, Zoroaster adında bir peygamber ve elçiden sözetmez. Persler ile doğrudan ilişki içinde bulunan, gelenek ve görenekleri konusunda bilgi sahibi olduğu anlaşılan Platon’un çağdaşı Atinalı Ksenofon, yine böylesi gerçek ya da gerçeküstü kişiden bihaberdir. Bilinen dinsel ve yönetsel nitelik ve içerikli Pers yazıtları da bu sıfattaki bir şahsı hiçbir yer ve şekilde anmazlar. Tam aksine önemli sayılan yazıtlarda şah kendisini, bizzat Tanrı Ahuramazda’nın elçisi olarak sunar; bununla bir yandan egemenliğini meşru kılmaya çalışırken, diğer yandan tüm karar ve eylemlerini de tanrının arzu ve istemleri ile ilişkilendirmektedir. Böylelikle şah kendisini, evrenin yaratıcısı tanrı ile kul arasında bir yerde görüp yansıtır. Bu yaklaşım, özellikle bir darbe sonucu egemen duruma gelmiş olan Şah I. Dareios’un (522/1-486/5) yazıtlarında belirgin olarak dikkat çekmektedir. Bir ilkesel vasiyet nitelik ve içerikli Nakş-ı Rüstem’deki anıtsal kaya mezarı üzerindeki son yazıtında Şah Dareios, daha giriş bölümünde (DNb 1-5) Tanrı Ahuramazda’yı kutsayıp yad ettikten sonra bilgeliğinin (xratu) ve yetkinliklerinin (aruvasta) kendisine indirilmiş olduğunu belirtir. Devamında, adalete ve doğruluğa (rasta) dost, haksızlığa ve hukuksuzluğa (mita) ise karşı olduğunu öne çıkarır; zayıf olanın güçlüden ya da güçlü olanın zayıf olandan ötürü haksızlığa uğramasını istemediğine vurgu yapar (5-11). Yargısal kararını, ancak tarafları dinledikten sonra verdiğini belirtir (21-24). Kendisini, karakter olarak öfkeli (manauviş) olmamakla ve olası bir durumda dahi sağduyusu (manah) sayesinde kendisine hâkim olmakla tanımlar (13-15). Yazıtın son bölümünde, bedensel uyumluluğuna ve savaşçı özelliklerine işaret eder (27-45). Böylelikle cesaret ve kararlılığını öne çıkarırken tüm bu sahibi olduğu yeteneklerini (hunara) Tanrı Ahuramazda’nın kendisine indirilmek suretiyle bağışlamış (upari niyasaya) olduğunu belirtmekten de geri durmaz (45-49).
‘Alkibiades I’ diyaloğunun aksine Şah Dareios yazıtında, sahibi olduğu erdemliliklerin bizzat Tanrı Ahuramazda tarafından kendisi için indirilerek bağışlanmış olduğunu tekrarlayarak vurgulamaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Şah Dareios’un erdemliliklere ulaşımı ila Platon’un erdemliliği tanrısal bir vergi/ileti görüşü arasında tamamıyla bir koşutluluk, benzeşim sözkonusudur. Bu sonuç, başka soruları da kaçınılmaz kılmaktadır: Bu sadece bir tesadüf mü yoksa Platon, adı geçen bu yazıtın içeriği hakkında bilgi sahibi mi idi? Kuşkusuz bu soru ile bir ‘şark despotu’nu, Batı felsefesinin kuramcılarından biri olan Platon’un ilham kaynağı olarak yansıtmak suretiyle bir denemeye başvurmak yerine bu alandaki bilginin etkileşimine, aktarım yol ve araçlarına odaklanmak gerekir.
Şah Dareios Behistun’daki ilk yazıtında, ki tamamıyla darbe sonrasında kendisine karşı isyanların bastırılması ve tüm egemenliğin sağlanmasına dair içeriktedir, tebaasının da bilgi sahibi olması için aynı içeriği pişmiş topraktan tablet ve deri üzerine yazdırtmak suretiyle tüm eyaletlere göndermiş olduğundan sözeder. Gerçekten de aynı içerikli Babilce bir yazıtın basalt stellere kazınmış parçaları Babil’de ve papirüs üzerinde Aramice yazılmış parçaları ise Elefantine’de (Nil Nehri’nde garnizon olarak kullanılmış bir ada) kazılar sonucu ortaya çıkarılmışlardır. Bu tür somut girişimler, dönemi için politik propagandanın en etkin araçları idiler. Özellikle bir darbe sonucu egemenlik kurmuş olan Şah Dareios’un meşruluk sorununu aşmak, huzur ve güveni daimî kılmak için bu yönteme başvurmuş olduğunu zaten yazıtlarında da irdelemektedir. Mezar yazıtında bu istem ve dileği daha da çarpıcı bir vurgu bulur. Hanedanlık gençlerine ve belki de sonrasının şahzadelerine (marika) yönelik bu dilek ve vasiyetinde, ‘kulaklarınıza her fısıldananı en iyi/doğru değil, daha çok kamu önünde/açıktan söyleneni/okunanı dinle/belle’ (50-55. Burada anlamsal çeviri) biçimindeki ifadesi, politik propagandanın organize edilmişliğine kanıttır. Bu kanıtı pekiştiren diğer önemli bir olgu, Şah Dareios’un ilk yazıtının (522/1 ve izleyen yıllarda) Elefantine’de ele geçen Aramice çevirisi versiyonuna en son yazıtından (486/5) yukarıda belirtilen pasajın 420'li yıllardaki bir nüshasına eklenmiş olmasıdır. Papirüs ve deri üzerine yazılmış metinlerin arşivlerde korundukları, belirli zaman ve vesilelerle kamuya açık alan veya mekanlarda yetkili kişiler tarafından toplanmış olanlara okundukları anlaşılmaktadır. Bu okunan metinlerin başında, Akhamenidler Hanedanlığı için tarihsel önemdeki Behistun yazıtı ila gelecek nesiller için vasiyet, etik kural ve ilkeleri belirleyen Nakş-i Rüstem’deki mezar yazıtı geliyorlardı.
Akhamenidlerin kutsal, yönetim ve anıtsal gömüt alanlarından bilinen ve mimari içinde alışılmışın dışında kare temelli kule biçimli bir dizi yapı bilinmektedirler. Bunlardan en iyi korunanları, birbirlerine yakın ölçek ve biçimleri ile Pasargad’daki Zendani Süleyman ve Nakşi Rüstem’deki Kabai Zarduşt adlı olanlarıdır. İlki, Teispilerden ilk Pers Şahı olan Kyros’a ait ve adanmış olunan, içinde görkemli sarayların, temsili yapıların, parkların, garnizonların, açıkhava kutsal mekânın ve de Kyros’un anıtmezarının yeralmış olduğu geniş bir alan dahilindedir. İkincisi ise, Akhamenidler Hanedanlığı şahlarının I. Dareios’tan itibaren anıtsal kaya mezarlarının bulunduğu bir alandadır. Bu kare (kaba) biçimli kule yapıların işlevleri konusunda yoğun tartışmalar yapılmış ve bu bağlamda farklı değerlendirme ve görüşler önerilmiştir. Nakşi Rüstem’deki yapının Sasaniler Dönemi’nde ‘Bun-khanak’ (esas/temel/özgün ev) olarak adlandırılması ve bizzat başmobed (rahip) ile ilişkilendirilmiş olması, geleneksel olarak bu tür yapıların yönetsel-dinsel alandaki işlevlerine işaret etmektedir. Daha da önemlisi, bu biçimli bir yapı, 3. yüzyıldan itibaren Makedon egemenliğinin zayıflamaya başlamasıyla birlikte bölgede yeniden güçlenen dinsel temelli hanedanlığın (Persis) sikkeleri üzerinde görülmektedir. Sonrasının bu verileri, Büyükşah Dareios’un yazıtlarındaki dilek ve vasiyeti ile birlikte dikkate alındıklarında, bu tür yapıların Akhamenidler Dönemi’ndeki dinsel-yönetsel anlam ve işlevleri kesin bir biçimde belirmektedir. Bu yapılar, salt dinsel-yönetsel içerikli metinlerin korunduğu yerler olmayıp aynı zamanda belirli zaman ve vesilelerle (taç ve kaftan giydirme, ataların yad edilerek kutsanması, nimet ve rızalarının alınması, gömü ve anma-adama törenleri vb.) toplanmış olan kitlelere, gruplara hutbe anlamında okunduğu mekanlardı. Bu tür yönetsel seremoni ve dinsel ayinlere Helenlilerin de gerek elçi, sığınmacı, danışman ve gerekse iskâncı olarak katılmış oldukları bilinmektedir. Özellikle de Şah Dareios, henüz Avrupalı İskitlere karşı seferinde, etrafında Helenli birçok danışman bulunduruyor ve bunlardan bazılarını başkentlerinde tutuyordu. Yeni görüş ve tekniklere açık olan Şah Dareios’un etrafındaki ya da ilişki içinde olmuş olduğu Helenlilerden etkilenmiş olmasını da beklemek gerekir. Diğer yandan Helenler, Mısır, Levante ve Batı Anadolu’daki Perslerin egemenlik merkezlerindeki bu tür yazıtlardan veya okumalardan içerik hakkında bilgi edinebiliyorlardı. Örneğin Batı Anadolu’nun bazı önemli Pers yönetim merkezlerinde, tüm tahrip ve yıkıma ve günümüzdeki yanlış yorumlara rağmen, belirtilen kule yapıların kutsal alan ve ölü kültü bağlamındaki varlıkları çok iyi bilinmektedirler.
Özetlersek: ‘Alkibiades I’ diyaloğu, hem Şah Dareios’un yazıtları ve hem de Platon’un yazılarının içeriği konusunda kaynak ve bilgi sahibi olan bir kalemin veya okulun ürünü olmalıdır. Böyle bir okulu veya yazarı, daha çok doğuda aramak gerekir. Diyaloğun en erken yazılış tarihi, Seleukoslar egemenliğinin artık zayıflama aşamasında gaddar ve zorbacı bir karaktere bürünmüş olduğu Geç Helenistik Dönem’den olmalıdır. Bu kargaşa döneminde Önasya’daki halkların geleneksel hafızasındaki geçmiş Akhamenidler egemenliği (bazıları tarafından Pax Persika olarak tanımlanır), yeniden değer ve anlam kazanır.
‘Yasalar’ (Nomoi) diyaloğunda Platon, monarşi ve demokrasiyi, diğer anayasal düzenlerin belirleyicileri, doğurucuları olarak görür. Konuşturmuş olduğu Atinalı, bu iki anayasal düzenlerden ilkinin mükemmel olanını Persler, ikincisinin ise Atinalılar tarafından uygulanmakta olduğuna değinir. Ona göre diğer anayasal düzenler, bu iki temel anayasal düzenlerin karmasından oluşmuşturlar. Bir toplumun iyi yönetiminden sözedilebilmesi için sağduyuya bağlı olarak özgürlük ve dostluğun egemen olması gerekir. Monarşinin bir kişinin egemenliğini esas alması ve demokrasinin ise sadece özgürlüğe dayanması, her iki biçimin doğru ölçüyü tutturmamalarına neden olmaktadır. Buna karşın Girit ve Sparta anayasal düzenleri, her iki biçimin karışımından ötürü daha belirgindirler. Pers monarşisi ve yönetim biçiminin işleyişine dair daha da ayrıntılara giren Platon’un Atinalısı (693-698), kısmen de olsa Akhamenid yazıtlarından bilinen özelliklerini de irdeler. Daha da önemlisi Platon, Faidros başlıklı diyaloğunda (258c) Büyükşah Dareios’u, Spartalı Lykurgos ve Atinalı Solon gibi yasabelirleyiciler ile birlikte anar. Nitekim Şah Dareios yazıtlarında, belirlemiş ve yürürlüğe koymuş olduğu yasalarına atıfta bulunur. Tüm bu kazanım ve ulaşmış olduklarını, Tanrı Ahuramazda’nın kendisine vermiş olduğu bilgelik ve yetenekler sayesinde sağlamış olduğuna minnettarlıkla değinir. Aslında Şah Dareios’a göre Tanrı Ahuramazda, tek yönlendiren ve belirleyendir. Buradan hareketle kendisinin şahlığına, eylemlerine ve de yasalarına tanrısal bir nitelik ve anlam yüklemekte olduğu anlaşılmaktadır. Böyle bir anlam ve yorumlama, bir yandan yasalara geçerlilik ve kabullenirlilik sağlarken, diğer yandan egemenlik hakkına da meşruluk kazandırıyordu. Böylesi bir yaklaşım ve anlayış, kuşkusuz salt Akhamenidlere özgü değildi; daha öncesi ve sonrasındaki Mezopotamya ve Önasya’da egemenlerin başvurmuş olduğu ve tebaa tarafından zorbalık eşliğinde kabul gören bir yöntem idi ve olmaya da devam etmektedir. Ancak Atinalı Platon, nimetinden pek yararlanamadığı halk egemenliği (demokrasi) altında yaşıyordu; yasalar ve kararnameler halk tarafından bağıtlanıp yine halk tarafından icra ediliyorlardı. Savaş koşullarında doğup büyümüş olan Platon, savaş hezimeti ve yaşanılmış buhranların nedenini, alınmış bu karar ve uygulamalarda aramıştır. Hatta akraba çevresinden kişiler bu nedenle oligarşik darbe girişimleri ve tiranlık rejimi içinde yeralmışlardır. Zaten daha sonra kendisi, Sicilyalı tiranların dostu ve ‘akıl hocası’ konumuna ulaşmıştır. Bu demokrasi karşıtlığı Platon’u, ‘Yasalar’ başlıklı diyaloğunun daha başında Girit ve Sparta anayasal düzenlerinin önemini, yasalarının tanrısal bir temele, sahibe dayandırılmış olmasında görür (I 624a). Kendisinin ideal anayasal düzen (theia politeia) ve yasalarına da (theios nomos ya da ho theios kai thaumastos nomos) tanrısal anlam ve karakter yüklemek suretiyle de (bkz. IV 716a; XII 957c; 965c) bu görüşünü pekiştirme çabasındadır.
Her ne kadar Platon bu bağlamda Girit ve Spartalıların anayasal düzenlerine yoğunlaşıp öne çıkarırsa da, Pers Şahları Kyros ve Dareios’un egemenlik ve yönetim biçim ve anlayışları ila Dareios’un yasabelirleyiciliğini tanrısal güç ve temele dayandırmış olması, kendisinin politik düşünceleri üzerinde azımsanmayacak bir etkide bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu sonuca ulaşmasında dönemindeki (4. yüzyılın ilk yarısı) gelişmeler ve oluşumlarla ilintili olması gerekir: Atina’nın Sparta’ya karşı savaş yenilgisinden sonra kentler ve birlikler arasında savaşlar devam ederken Pers Şahlığı, göreceli de olsa daha huzur ve refah içinde bulunuyordu ve hatta bazı durumlarda batısındaki Helenlerin içsavaşlarına doğrudan ya da dolaylı müdahalede bulunabiliyordu.
Platon’un ‘Yasalar’ diyaloğundaki Büyükşah Dareios etkileşimi salt içerik ile de sınırlı olmayıp biçem olarak da yansıması görülmektedir. Alışılmışın dışında diyalog, tanrı (theos) sözcüğü ile başlamaktadır. Şah Dareios’un ilk ve en kapsamlı Behistun yazıtı dışında kalan diğer bilinen anlamlı ve kapsamlı yazıtları tanrı (baga) sözcüğü ile giriş yapmaktadırlar.
*Dr. phil.