Erdoğan kaybedecek/kazanacak çünkü…

“Erdoğan kaybedecek çünkü…” demek için hâlâ çok erken! Çünkü hâlâ sahaya inmedi ve hâlâ yapabileceği çok şey var. Bunu daha önce yaptıklarından ve sahip olduğu iktidar olanaklarından biliyoruz.

Google Haberlere Abone ol

Anlaşılan, taaa seçim gecesine kadar hiç tükenmeyecek bir gündemimiz var; Erdoğan kaybedecek çünkü …, yok Erdoğan kazanacak çünkü…

Mümkün olduğu kadar spekülasyondan uzak durarak ve ulaşılabilir olan açık bilgilere yaslanarak bu ikilemi değerlendirelim. Gerçek ve doğru bilgiye ulaşmak neredeyse imkânsız, Saray’ın duvarları dışına ancak kendilerinin izin verdiği “bilgiler” çıkabiliyor. “İçeriden bilgi aldım” diyerek ortalıkta dolaşanların da büyük çoğunluğu, bu sözde bilgileri kendileri uyduruyorlar.[1]

Erdoğan kaybedecek çünkü...

Bilindiği üzere Tayyip Erdoğan 2018’de yüzde 52,59 oy oranıyla cumhurbaşkanı seçilmişti. Geçen dört yılda bu orandan çıkan ve eklenenler nedir, kimlerdir? Davutoğlu çıktı, Babacan çıktı, MHP’nin oy oranı düştü, ekonomik kriz AKP seçmeninin bir kısmını soğuttu, RP biraz tırtıkladı. Erbakan bile ayak sürüyor. Üstelik genç seçmenler (7,5 milyon yeni seçmen) içindeki oy oranı da düşük.

Eklenen kim var? Vatandaşlık verilen dolayısıyla oy verme hakkına sahip “yabancılar”. Başka? Görünene göre başka kimse yok! Yani daha önce AKP’ye oy vermemiş, şimdi verecek olan yok!

Çıkanların, eklenenlerden daha fazla olduğu aşikâr. O zaman uzatmaya gerek yok, çünkü oy yok.[2] Erdoğan kaybedecek, NOKTA.

İTİRAZI OLAN? VAR!

Bütün muhalefetin de itirazı var anlaşılan, çünkü hepsi diken üstünde. Üstelik bu tedirginlik, Erdoğan’ın seçim dışı bir yöntemle iktidarda kalmaya çalışacağından ziyade doğrudan, seçimi kazanabileceğinden kaynaklı.

Doğrusunu söylemek gerekirse Erdoğan’da da bir panik havası yok, bayağı bayağı kendinden emin, uzun vadeli (hiç gitmeyecekmiş gibi) projeler yapıyor.

Mesela İsrail. Seçimi riskli gören her gerici-faşist iktidarın çok rahatlıkla İsrail (Yahudi) karşıtlığını kullanmaması düşünülemez. Üstelik din kardeşliği motifiyle bezenmiş Filistin destekçiliği ile. Bilindiği üzere Erdoğan bunu geçmişte yaptı ve hem ülke içinde hem de Ortadoğu’da epeyce işine yaradı. Şimdi de “bir ‘one minute’ yetmez, üç ‘one minute’ dese”, muhalefetin diyeceği tek şey; “neden dört ‘one minute’ demiyorsun” olur.[3] Oysa Erdoğan, bunu yapmıyor!

Ya da Ermenistan. Üstelik tam kıvamında, yeni bir gerginlik yaratmak için uğraşmaya bile gerek yok. İki devlet-tek millet Aliyev kardeşine, SİHA yardımı yapmak yerine asker desteği gönderse ya da Ermenistan’a bir cephe de (kıyısından bile olsa) bu taraftan açsa, üstelik şehitler de olacaktır mutlaka, değil seçimi kazanmak, “savaş hali”dir diyerek bir beş yıl daha iktidarda kalabilmeyi bile dener. Muhalefetin de bu konuda nasıl tutum alacağını tahmin edebiliriz. Oysa Erdoğan, bunu da yapmıyor.

Pekiyi ya Suriye ve Suriyeli mülteciler? Bütün muhalefetin gönderme senaryoları çılgınlığına giriştiği Suriyeliler konusunda tek bir geri adım bile atmıyor. Daha doğrusu Suriye toprakları üzerinde kurduğu projesinden (hayalinden) geri adım atmıyor.

Yıllardır muhalefet, Erdoğan’ın Suriyelileri ülkeye kabul etmesinin gerekçesi olarak Avrupa’nın siyasi baskısına boyun eğmesi ve AB’den alacağı paralar olarak algıladı/anlattı. Oysa bu politikanın Suriye’nin kuzeyinde yaşayan (Türkiye sınırında) Kürtleri daha güneye sürmek ve yerlerine Suriyeli ama Erdoğan destekçisi Sünni Arapları (Türkçe öğrenmiş, Türkiye’de akrabaları ve işleri olan, elbette dindar) ve cihatçı çeteleri yerleştirme üzerine inşa edildiğini anlamadı/anlatmadı. Aslında bu politika; Suriye topraklarının bir bölümünü ilhak (bağlama, ekleme, egemenliği altına alma) projesi idi. Erdoğan’ın Osmanlıcı fıtratını sadece Tunç Soyer’e ettiği laflarda değil, tam da bu politikada görmek gerek.

Projenin ilk ayağı, önemli sayıda Suriyeliyi (özellikle Sünni olanları) ülkeye getirmek, yerleştirmek ve entegre etmekti. Bu sürede Türkçe öğrenmelerini sağlamak ve onların “tek dostunun” Erdoğan (AKP) olduğunu kanıksatmak (sosyal yardım, sağlık, korunma, iş). Bu süre zarfında Suriye toprakları içinde (30 km derinlik) hazırlıklara başlamak; karakollar kurmak, yollar yapmak, kaymakam atamak, hatta postane işletmek, TL ile maaş ödemek, vs. Bu hazırlıklar asgari düzeye erişince Kürt halkını oradan “göç etmeye” zorlamak, ki son 6 aydır sivil Kürt yerleşimleri yani köyler neredeyse sürekli bombardımana tabi tutuluyor.[4] Sivil halktan arındırılmış sadece YPG’nin silahlı güçlerinin kaldığı topraklara da askeri operasyon gerçekleştirip, alanı tamamen Sünni Arapların yerleşimine hazır hale getirmek.[5] BM konuşmasında Erdoğan projeyi paylaştı; “Suriye'nin çeşitli bölgelerinde 100 bin briket ev inşa ediyoruz.1 milyon Suriyelinin topraklarına dönmesini sağlayacak 200 bin konut inşası için hazırlıklara başladık.”

Ancak evdeki hesap (şimdilik) çarşıya uymadı. Erdoğan askeri operasyon için, ne yapıp ettiyse de ne Rusya’dan ne İran’dan ne de ABD’den onay alamadı (Belki Almanya’ya kalsa iş daha kolay olurdu). Pes etti mi, etmedi. Bir süredir Esad’ın kapısını çalması da tam bu yüzden; Kürtlerin yaşadığı topraklara İdlip’ten getireceği cihatçıları ve buradan göndereceği Suriyeli (ama Erdoğancı) göçmenleri yerleştirmek için şimdi Esad’a muhtaç.

Eeee, Yunanistan ne alaka? Onun da doğrudan seçim ile ilgili olduğunu söylemek çok mümkün değil. Çünkü Yunanistan ile bırakın savaş çıkarmayı (zaten bu imkânsız, NATO, Avrupa falan), bir çatışma bile çok zor ihtimal. Aslında durum, filler tepişir Yunanistan ve Türkiye ezilir misali.

Anlaşıldığı kadarıyla ABD’nin Rusya’yı Ukrayna’dan sonra bir de Yunanistan ile “çevreleme” projesinin mağdurlarıyız. Fark edildiği üzere bir süredir ABD’nin Yunanistan’a ilgisi arttı; F16’lar, F35’ler ve diğer silah satış onayları ve elbette 6 adet ABD üssünün güçlendirilmesi. En kritik olanları Dedeağaç ve Girit. Dedeağaç, Bulgaristan ve Romanya için güvence, Girit ise Doğu Akdeniz ile Ege’nin kesişim noktası. ABD, Rusya’ya kaptırdığı Türkiye’nin yerini Yunanistan ile doldurma tercihini uygulamaya soktu. (Boğazları geçince Yunan karasuları başlar!) Bu aynı zamanda Erdoğan’a bir rest. Erdoğan’ın yaptığı da iki devin arasında rol kapmaya çalışmak.

(Yeri gelmişken, her ne kadar başka bir yazının konusu olsa da Erdoğan, bu kadar çok dış ilişkilere yaslanırken 6’lı masanın dış ilişkilerde neredeyse hiçbir girişimde bulunmaması ne garip)

Çok uzatmadan, Erdoğan seçimi kazanmanın anahtarını “içeride” arayacak (en azından şimdilik böyle gözüküyor). Ve ısınma turlarına daha yeni başladı. İlk büyük hamle; konut projesi. Sırada; EYT, asgari ücret, emekliler ve elbette bol dolar bulup piyasayı paraya boğmak olacak. En son müjdeyi de verdi; Ocak’tan sonra enflasyon düşecekmiş. Ve şapkadan çıkaracağı diğer tavşanlar… Nasıl olsa 6-7 ay uzun zaman.

Eklemek gerekir ki danışmanları “azalırken” bile panik yaşamadı. Sadece görmedi, duymadı, konuşmadı.

DURUMDAN VAZİFE ÇIKARAN YA DA VAZİFEYE HAZIR OLAN HEP VARDIR

Pekiyi, son zamanlarda “içeride” gerçekleşen bir takım “garip” olaylar nasıl açıklanabilir? Örneğin; Alevilere “operasyon”? Örneğin Rum azınlığa “operasyon”? Örneğin LGBT+lara “operasyon”? Örneğin Sedat Peker’e “operasyon”?

En sonda söylenecek olanı, bu noktada söyleyerek “el yükselteyim”; bunların hepsi, Süleyman Soylu’nun durumdan vazife çıkaran ama mutlaka onayı alınmış “icraatları” olarak değerlendirilmeli!

Tarih 30 Temmuz Cumartesi, Muharrem Orucu’nun ilk günü. Ankara’da beş ayrı cemevi ve köy derneğine saldırı düzenleniyor. 2 Ağustos Salı günü AKP yandaşı Yeni Şafak gazetesi saldırıları sol tandanslı Devrimci Gençlik Dernekleri’yle (DGD) ilişkilendiren bir haber yayımlıyor. Aynı gün İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da saldırıda ‘örgüt’ bağlantısı bulunduğunu öne sürüyor.

Tarih 8 Ağustos, dokuz gün sonra. Tayyip Erdoğan, Hüseyin Gazi Cemevi'ndeki muharrem ayı iftarına katılıyor. Ziyarette Süleyman Soylu da var elbette. Ve toplantıyı organize eden Soylu’nun danışmanı ve AKP MKYK üyesi Arif Ali Özzeybek de Erdoğan’a eşlik ediyor.

Ve devamında Hacı Bektaş Veli'nin Anma Programı’nda Erdoğan 1585 cemevinin tamamı ziyaret edilerek, toplam 8 bin 740 talebi belirlendi. Bu taleplerin 5 bin 600'ü hızla karşılandı” diyor. Bunları ziyaret edip, talepleri belirleyen Arif Ali, karşılayan Süleyman Soylu!

Tesadüfler birbirini kovalıyor!

Şu Arif Ali Özzeybek kim? Demokrat Türkiye Partisi ile siyasete atılan ardından sırasıyla DYP, Anavatan, Türkiye Partisi ve CHP'de görev alan şahsiyet. CHP’deki görevi öyle sıradan falan değil, Kılıçdaroğlu’nun STK’lardan sorumlu danışmanı.[8] Temmuz 2018’de (tarih de ilginç) yani seçimden bir ay sonra CHP’den istifa edip, çok geçmeden AKP’ye kapağı atan şahsiyet. Şimdi hem Soylu’nun danışmanı hem de AKP MKYK üyesi. (Bu tilkinin başından itibaren bir sahibi var mıydı, yoksa başıboş muydu?!)

***

Tarih 4 Ağustos. İstanbul’daki Tarihi Balıklı Rum Hastanesi’nin çatısında nedeni belirlenemeyen bir yangın çıktı. (Nedeni hala belirlenemedi!). Yangının ardından Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın: “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla olaya müdahale edildi. Valiliğimiz, İçişleri Bakanlığımız yangını kontrol altına aldılar” dedi. Rum Hastanesi’nin vakıf başkanı Konstantin Yuvanidis, Sabah gazetesine verdiği röportajda, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a minnettarlığını belirtirken, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu da eleştirmişti: Allah devletimizden razı olsun. Cumhurbaşkanımız bizi hiç yalnız bırakmadı. Önce Allah’a sonra Recep Tayyip Erdoğan’a minnettarım. Yangın üzerinden kimse şov yapmamalı bence. İmamoğlu bir tek yangın günü geldi, sonra gelmedi de aramadı da. Kılıçdaroğlu ne aradı ne de ziyaret etti.” deyince, yanıt AGOS eski yayın yönetmeni Rober Koptaş’tan geldi: ‘Azınlık vakıflarında karanlık işler çeviren, hükümette olana yaslanıp yaltaklanarak güç devşiren, böylece yedikleri haltları perdeleyen ağababaları var. İmamoğlu az demiş bence.’ Hatta tartışmaya Ümit Kıvanç bile müdahil oldu.

Sonunda; Soylu, azınlıkları bile “karıştırmış” oldu.

***

Bir de şu Fikirde Birlik ve Mücadele Platformu var. Hani geçenlerde Saraçhane’de ‘Büyük Aile Buluşması’ adı altında Nefret Suçu’nu organize edenler. Kimmiş bu organizasyonun başı? Kürşat Mican. 4 yıl Alperen Ocakları İstanbul İl Başkanlığı ve 2 yıl Alperen Ocakları Genel Başkan Yardımcılığı yapan, hatta 2020 yılında Büyük Birlik Partisi Genel Başkanlığına aday olan şahıs. Portföyünde Metin Külünk’ün, Süleyman Soylu’nun olması şaşırtıcı değil elbette. İcraatların, Bizi cinsiyetsizleştirip, LGBTİ yapacaklarmış” korkusu taşıyan Süleyman Soylu’nun moderatörlüğünde (kolaylaştırıcılığında) gerçekleştirildiği çok mümkün değil mi?

***

Sedat Peker’e olan ilginin son dönemde artmasının nedeni nedir pekiyi? Şimdiye kadar “örtük olan” ilgi sokağa taştı. Evinin kapısındaki güvenlikçi kurşunlandı, yetmedi Peker’e posta koyan Cenk Çelik başından vuruldu[7], BAE sosyal medya yasağı getirdi ve son olarak da basın danışmanı Emre Olur, birtakım atraksiyonlarla ülkeye getirildi.

Bu gelişmelerde ilginç olan; Emre Olur operasyonu. MİT’in görev tanımı içinde bu tip operasyonlara katılmak bulunmuyor. Ancak operasyon MİT ve İçişleri Bakanlığı tarafından yapılıyor. MİT’i olaya katan Süleyman Soylu olmasa gerek. Ama katılmasını istemiştir mutlaka. Danışmanları içine alan ifşaatlar, bıçağın kemiğe dayandığının ifadesi olsa gerek ki Soylu’nun uzun zamandır aradığı yol açılmış. Amaçlananın Peker’i susturmak, yıldırmak olmadığı açık, bunun olmayacağını anlamışlar, elinde ne varsa seçime iki ay kala değil, şimdi ortaya dökmesini zorluyorlar.

Açıktır ki bir taraftan kendi gelecek planları olan ve inisiyatif aralığını sürekli genişleten ama diğer taraftan iktidarın bir parçası olarak kalmak için “göze alamayacağı” hiçbir şey de bulunmayan bir İçişleri Bakanı var.

Üstelik bu bakanın yeri de sağlam değil. Şamil Tayyar’a ve Hadi Özışık’a, Erdoğan seçildikten sonra siyaseti bırakacağı bilgisini “sızdırıyor”. Hemen arkasından ve başka bir yerden bir "sızma" bilgi daha; Soylu’nun yerine Faruk Çelik geçecek.

Soylu’nun paniğinin nedeni belli; "Başkanım seçime kadar beni görevden alma, bunlar beni çiğ çiğ yer."

***

Sonuç:

“Erdoğan kaybedecek çünkü…” demek için hâlâ çok erken! Çünkü hâlâ sahaya inmedi ve hâlâ yapabileceği çok şey var. Bunu daha önce yaptıklarından ve sahip olduğu iktidar olanaklarından biliyoruz. Ve unutulmamalı ki saf değiştirmesi muhtemel çok sayıda “aktör” de mevcut!

NOTLAR:

[1] Çok örnek mevcut ama mesela birini hatırlayalım. Daha 3-5 ay öncesine kadar erken seçimin Kasım’da (hatta 6 Kasım’da) olacağı haberini alıp ortalığa yığan ne kadar çok kişi vardı, değil mi?!

[2] Napolyon savaşın birinde. Bakmış kendi topları ateş etmiyor, çağırmış Topçubaşını ve sormuş; “Neden toplar ateş etmiyor”. Topçubaşı; “Efendim, 12 tane nedeni var” demiş. Say demiş Napolyon. Topçubaşı; “1-Barut yok”. Dur demiş Napolyon, “gerisini saymana gerek de yok”.

[3] Yunanistan konusunda Kılıçdaroğlu; “komşuyla neden helalleşmiyorsun” demedi. Ne dedi? “Yüreğin varsa, işgal edilen adalar konusunda adım at. Destekleyeceğiz."

[4] Zaten Afrin, Serêkaniyê (Rasulayn) Girê Spî (Tel Abyad) gibi ele geçirilen bölgelerde yaşayan Kürtler zorla göç ettirilmiş ve buralara yeni konutlar yapılarak Araplar yerleştirilmişti. Hatta önemli sayıda Filistinli mülteci de Afrin’e yerleştirildi. 

[5] Bakan Derya Yanık, "Orada inşallah güvenliği tesis ettikten sonra göndereceğiz. Ancak şu anda oraya gönderebileceğimiz bir yer yok.” 

[6] Bu arada, Kılıçdaroğlu’nun bir tek solcu danışmanı var mı acaba?

[7] Sedat Peker, neredeyse yemin billah ediyor “ben vurdurmadım” diye. Saldırganın yakalanamamış olması da bir başka gariplik!