YAZARLAR

Erdoğan neden anayasa değişikliği istiyor?

Post faşist hareketlerin anayasal/yasal meşruiyetin yerine koyduğu ve lider etrafında örülen değer/yüce amaçlara yönelik onay kampanyalarıyla bölünen toplumlarda plebisiter yöntemlerle elde edilen meşruiyet; anayasal düzenler için kritik bir anı gösteriyor. Bu rejimler bakımından anayasa değişiklikleri özel bir önem taşıyor. Anayasal yollarla, seçimler aracılığıyla iktidara gelmiş olsalar da post faşist hareketler meşruiyetlerini anayasal-yasal meşruiyete dayandırmıyorlar.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “başörtüsünün serbest olduğu yasal güvenceye alınmalı” çıkışından sonra Erdoğan’dan gelen anayasal güvence hamlesi, basit bir el yükseltme olarak okundu. Ben bunun bir karşı hamle olarak el yükseltmeyle sınırlı olmadığını, Türkiye ve benzeri ülkelerde hâkim olan rejimler için önemli bir aracın devreye girdiğini düşünüyorum. Dünyanın artık belirgin biçimde saflaştığı bir döneme doğru girerken, Erdoğanizmin yerli ve milli olmadığını, birçok özelliği ile dünyadaki benzerlerine öykündüğünü, onlardan öğrendiğini biliyoruz. Örneğin, seçim öncesinde çok kritik uygulamalarını göreceğimiz sansür yasasının ceza hükümlerinin Macaristan’dan kopya olduğuna şaşırmamak gerek. Meseleyi daha ilginç kılan, bu rejimler altında yaşayan ve neredeyse ortasından bölünmüş nüfuslar bakımından demokrasi ve diktatörlük arasında görülen seçimlerin “demokrasi” tarafının da birbirine benzemesi. Connor Kilpatrick, 2018 ABD seçimleri öncesinde kaleme aldığı bir yazıda, cumhuriyetçi parti içinde Trumpizmin radikal sağcı temsilcisi olan Steve Bannon gibi bir figürü değerlendirirken yaptığı analizde, kulakları tıkayamayacağımız kadar güçlü bir sesle, bu tip faşist çılgınlığın iktidar kazanabilecek bir düzeye gelmesini Amerikan liberalizminin içine düştüğü zavallılığa bağlamıştı. İşçi sınıfı örgütleriyle bağlarını koparan, gerçekçi bir sosyal dönüşüm programı olmayan, sosyal politikalar bakımından da cumhuriyetçilerden anlamlı bir farkı kalmayan Demokratlar, Amerikan siyasetinde her zaman var olmuş bu tür faşist figürlerin iktidarının kapısını araladı. Herkes sağcılaşırken, uzun vadede kazananın radikal sağ olmasında şaşırtıcı bir şey yok. Fransa’da Le Pen’ler ve daha az sağcılar arasında süregiden yarışların her birinin politik sahayı her adımda biraz daha radikal sağa yaklaştırdığını yıllardır izliyoruz. Batıda post faşistler iktidara yürürken Nazi geçmişlerini gömlek değiştirme metaforuyla bile ifade etmek zorunda hissetmiyorlar.

Bu rejimler bakımından anayasa değişiklikleri özel bir önem taşıyor. Anayasal yollarla, seçimler aracılığıyla iktidara gelmiş olsalar da post faşist hareketler meşruiyetlerini anayasal-yasal meşruiyete dayandırmıyorlar. Karizmatik liderin ortaya koyduğu, yaratılan kriz anlarının niteliğine göre değişen amaç-hedefler anayasal meşruiyet ile yarışmaya giriyor. Bu nedenle anayasa ve anayasa değişiklikleri bu meşruiyet iddiasına ilişkin plebisitlerin bir aracı oluyor. Hem yeni ve güçlü bir onay hem de kalıcılık sağlıyor. Türkiye’de 2007, 2010 ve 2017 yıllarında yapılan halkoylamalarının her üçünü de böyle yorumlamak mümkün. Erdoğan’ın da bu serüvene 2007 yılında başladığını söyleyebiliriz.

Siyaset bilimi ve anayasa öğretisinde farklı biçimlerde ifade edilse ve temellendirilse de aslında aynı kapıya çıkan Amerikan istisnacılığı tezi de artık geçerliliğini bu bakımdan yitiriyor. Bu tez, ABD deneyiminde, diğer devlet kuruluşlarından farklı olarak anayasanın devleti öncelediğini[1], dolayısıyla ABD’de siyasal krizlerin bir anayasal krize dönüşmediğini iddia ediyor. Ya da Devrim Üzerine’de Amerikan ve Fransız devrimlerini karşılaştıran Arendt’in istisnacılığında olduğu gibi ABD’yi önceleyen koşulların mutlakçılığı yaratmadığını, dolayısıyla devrimin Amerikan anayasa geleneğini ortaya çıkardığı tezini böyle düşünebiliriz. Bugünlerde ABD’de ilginç bir tartışma var. Yukarıda adını andığımız, Trump iktidarında Trump’ın danışmanlığını üstlenmiş, Kongre baskınındaki rolüyle gündeme gelmiş Steve Bannon, Amerikan Anayasası’nın kapsamlı biçimde değiştirilmesini öneriyor. ABD sermayesinden gelen ve önemli bir kısmı kara para olduğu iddia edilen milyonlarca dolarlık fonların kullanıldığı kampanyanın başında bulunan Bannon, muhafazakâr değerlerin bir daha değiştirilmemek üzere anayasaya işlenmesini talep ediyor. Değiştirilmesi en zor Anayasalardan biri olan ABD anayasasını azınlıkçı bir yolla değiştirmeyi öneren bu kampanyanın başarıya ulaşıp ulaşmama ihtimali bir yana bunun bir tartışma haline gelmesinin büyük önem taşıdığını düşünüyorum. Başka bir anayasal tartışmanın yazılı bir anayasası olmayan Büyük Britanya Krallığı’nda yaşanan hükümet krizleri bağlamında İngiliz anayasal geleneğini tartışma konusu haline getirmesi muhtemel.

Post faşist hareketlerin anayasal/yasal meşruiyetin yerine koyduğu ve lider etrafında örülen değer/yüce amaçlara yönelik onay kampanyalarıyla bölünen toplumlarda plebisiter yöntemlerle elde edilen meşruiyet; anayasal düzenler için kritik bir anı gösteriyor. Erdoğan’ın, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun açtığı yolu bu değer/amaçlar bakımından bir meşruiyet kampanyasına dönüştüreceği, bu nedenle her koşulda halkoylamasına götürülecek bir değişiklik teklifini tercih edeceği öngörülebilir. Dolayısıyla, CHP’nin de katkılarıyla sağcılaştırdıkları toplumu, elindeki en güçlü kimlik iddiasıyla kendi safına toplayacak bir değerler kampanyasına hazır olalım. Seçim öncesinde, "kendi milletinin dışına koyduklarını" kutsal değer/amaçlarının karşısına yerleştirerek düşmanlaştırdığı, terörist ilan ettiği, insandışılaştırdığı yeni bir süreç zaten yaşanacak. Peki mevcut anayasa değişikliğini bu biçimde araçsallaştırmanın önüne geçecek yaratıcı bir muhalefet etme kapasitesi var mı? Yoksa bile artık yaratılmak zorunda. Önümüzdeki altı, yedi ay içinde muhalefet bu yaratıcılığı göstermezse, başımıza gelecekleri öngörüp beklemeye devam edeceğiz.

[1] Amerikan ve Alman anayasacılığını karşılaştırırken bu tezi dile getiren Arthur Jacobson ve Bernard Schlink’in şu makalesi okunabilir. “Constitutional Crisis: German and American Experience”, ed. Jacobson ve Schlink, Weimar, University of California Press, 1992.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.