Erdoğan seçimi kaybedeceğini uzun yıllardır biliyor
83’te Evren’e inat Özal’ı iktidara taşıyan seçmen, bir seçim kanunu hilesi üzerine ANAP’ı un ufak etmişti. Seçim kanunu değişikliğini yapanın aleyhine çevirme huyu var seçmenin. 1950 14 Mayıs'ı buna en iyi örnek. CHP seçim kanununda kendi yaptığı değişiklik nedeniyle aldığı oya oranla son derece düşük sayıda vekil çıkarmıştı. Her türlü hileye ve baskıya karşın bir kere daha görebiliriz il mi yaman bey mi?
“Söke söke alırlar” demişti ya Erdoğan, gülerek hem de. Siyasette anı yakalamanın önemi malum. Kimi anı yakalayarak yükselir. Kimi anı yanlış okuyarak düşüşe geçer. İşte Erdoğan’ın düşüşe geçtiği anlardan birisi o “söke söke alırlar” sözünü gülerek sarf ettiği zamandı. Sonradan çok pişman olmuş mudur bilemem ama o sözü duyduğum ilk andan itibaren “kaybedeceğinin farkında” olduğunu düşünüyorum. Benim ne düşündüğüm de o kadar önemli değil ama bildiğim seçmen aklı kaçırmaz bu anları. Geniş halk kesimleri derin, uzun analizleri değil bu kısacık cümleyi nakşeder zihnine. Hatırlayalım 2021 Haziranıydı. Köprüler, otoyollar, havaalanları, hastaneler için verilen dolar bazındaki garantiler üzerine muhalefet itiraz ediyordu. Kemal Kılıçdaroğlu ve pek çok CHP’li politikacının iktidar oldukları zaman bunu önleyeceklerine dair beyanları her yerdeydi. Ve Erdoğan iktidara gelemeyeceklerini söylemedi. Her zamanki tavrının tersine o tarihte bile iktidarı kaybedeceğini bildiği çağrışımını dinleyenlerin beynine kazıdığı şu ifadeleri kullandı: "Yatırımcıları tehdit ediyorlar. 'Geldiğimizde bilesiniz ki ödeme yapmayacağız, elinizden alacağız' diyorlar. Bankaları, projeye ilgi duyan ülkeleri tehdit ediyorlar. Söke söke bu paraları sizden tahkim yoluyla alırlar." 2023 seçimlerini kaybedeceğini bu sözlerle Erdoğan ilan etmiş oldu o anda.
2019 yerel seçimlerini de yine benzer şekilde “kazansalar da yönetemezler” dediği anda kaybetmişti nitekim. Her toplumda benzer tutum var mıdır bilemiyorum ama bizdeki propaganda sürecinde seçmen aklı, söylenenlerden söylenmeyeni çıkarmakta aşırı maharet gösteriyor. ‘Kazansalar da’ sözü seçmen zihnine “kazanacaklar” şeklinde yerleşip seçimin havasını etkiledi sanırım. İktidarda olanın kaybedeceğini düşündüğü imasını hissettiren her söz muhalefet hanesine başarı puanı olarak yazılıyor seçimlerde. Fakat tecrübeyle sabit olduğu üzere kaybedeceğini bilmek Erdoğan’ı durdurmuyor. Hem sadece kendisi değil kemik kitlesi de biliyor kaybedeceğini ve durumu tersine çevirmek amacıyla “seçim kazanmak için her yol mubah” anlayışıyla kampanya yürütülüyor. Cumhur İttifakı, AKP ve Erdoğan adeta “benden sonrası tufan” der gibi tüm kamu kaynaklarını tüketmekle meşguller. Ki yine birkaç yıl önce eski akıldanelerinden birisinin “kime bırakacaksınız?” sorusuna buldukları cevapları uygular gibiler. Önümüzdeki onlarca yılın kaynaklarını tüketircesine kamu malı seçim kampanyasına yatırılıyor. Kazansalar da yönetemezler sözünün arka planındaki Mahalli İdareler Kanunundaki değişiklikle büyük şehir belediyelerinin yetkilerini kısıtladıklarına dair özgüvenin benzeri yatıyor bu harcamalarda. Muhalefet kazandığında karşılaşacağı yıkımın büyüklüğü onları yönetemez hale getirme niyeti “söke söke alırlar” güveninin arkasında yatan. Emeğimizle, vergimizle oluşan milli geliri ve ülkenin tüm kaynaklarını bir seçim kampanyasında harcamaktan zerrece kaçınmadıkları görülüyor bu kampanya sürecinde. Bir kişinin, Erdoğan’ın iktidarı ve AKP üzerine kurulmuş parti devleti yönetim sistemini sürdürmek için harcanıyor ülke. Büyük bir kibir ve pervasızlıkla her türlü insani değer ve hukuki kuralın yok sayıldığı süreç, elbette en çok kendilerine hata yaptırıyor. Örneğin bile isteye seçtikleri 14 Mayıs ayaklarına dolanabilir kolaylıkla.
“Yeter! Söz milletin!” sloganıyla ünlü 1950 seçimleri de parti devletine karşı duruşla kazanılmıştı. Erdoğan 14 Mayıs'ı seçim tarihi olarak ilan ettiği ilk anda bu sloganı kullanacak oldu ama çabuk kendine geldi, vazgeçti. Peki ama Millet İttifakı niçin bu fırsattan faydalanmadı, anlamış değilim. Parti isimlerine takılmak yerine değiştirilmek istenen sistemin benzerliklerine odaklanarak düşünmek gerekirdi oysa. O zaman devleti temsil eden CHP olsa da bugün devleti temsil eden AKP ve değiştirilmek istenen düzenin yerine demokrasi isteniyor. Bugün CHP ve Millet ittifakı demokrasiyi savunan taraftalar. AKP ise tek adam rejimini savunan devlet partisi hükmünde. İttifaka verdikleri isimle de uyumlu çağrışımla “yeter, söz milletin” sloganı pekala kullanılabilir. AKP’nin geçirdiği dönüşümle adeta mutant parti haline geldiğini vurgulamanın faydası olurdu her halde. Neyse yine de AKP eriştiği pervasızlık seviyesiyle, seçmenin gerek Millet, gerekse Emek Özgürlük ittifaklarının kazanacağına inandıran bir performans sergilemeyi başarıyor.
Yirmi yılı aşkın iktidarın son seçimine girerken müstemleke valisi edasına bürünmesi tek başına yeter seçim kaybetmesine. Ama dedik ya müstemleke valisi edası hiçbir kaynağı sömürmekten kaçınmaz. Hatta halkı birbirine karşı kışkırtarak kendi varlığını sürdürmek en iyi bildiği iştir. Nitekim Binali Yıldırım’ın, -talimatla çalışmış olsa dahi- başbakanlık yapmış bir kişinin, Yozgat’ta halka hitap ederken muhalefeti “işgalciler” olarak tanıtması, gerçekten de bir sömürgeci anlayışını açığa vuruyordu. Aynı günlerde Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanı olarak nefret söylemini yükseltmesi, LGBTİ+lara yönelik yaşam hakkı ihlalini teşvik etmek anlamına geliyordu. Ancak bununla da yetinmeyip seçim sonrası iktidarın el değiştireceğini peşinen kabul ettiğini de açığa çıkaran şeklide 14 Mayıs'ı darbe olarak tanımlaması unutulacak gibi değil. İktidar şımarıklığının, pervasızlığın, haddi aşmanın zirvelerine tırmandılar resmen. Aklıma seçmenin Kenan Evren’e verdiği cevap geliyor. Dönemin muktediri, darbeci Cumhurbaşkanı Evren seçim öncesi apaçık şekilde Turgut Sunalp’i işaret etmiş ama sandıktan tam tersi bir tercih çıkmıştı. Şimdinin muktediri Erdoğan ve has adamları kendilerini işaret ediyorlar. Bakalım seçmen yine muktedirin baskı ve tehditlerine benzer cevap verir mi, tam olarak bilmiyoruz elbette. Ancak bu kadar tehdit ve şantaja muhtaç hissedenler eminin durumun farkında.
AFAD ve Kızılay’a yapılan bağışların akıbeti ortada. Bakan ve milletvekili adayı olanların seçim propagandası için kullandıkları araçlarda geziyor AFAD kolileri. Üstelik hiç de yardım iletmek amacıyla yapılmadığı açıkça belli olacak şekilde üzerleri vekil adayı ismiyle etiketlenerek AFAD depremzede yardımı olduğu gizlenmiş. Yüzyılın felaketi, AKP iktidarının ta kendisi imiş dedirtmeyi başarıyorlar. Ekonomik kriz yok diyen de var AKP’liler arasında Nebati bakan gibi koyun eti tavsiyesi veren de var. Sanki pahalı olan sadece dana eti sanırsınız. Neyse bitkisel beslenmeyi de önerebilirdi Nebati bakan ama ah o soğan yok mu o soğan, söyleyemedi sanırım.
Öyle görünüyor ki yandaş ötesi candaş medya da farkında gidişatın. Erdoğan’ın yüz ifadesinden ruhsal çözümleye girişen bir köşe yazısı döşenilmiş. Son günlerdeki donuk yüz ifadesi ve sabit bakışlarından “teslimiyet” okumuş bir arkadaş ve bir de yazmış ve bunu gazetesi de yayınlamış. Bana kalırsa yakında kaldırılır ve özürler havada uçuşur. Erdoğan’ı övmelere doyamayan bir yazı ama AKP tabanını seçimi kaybetmeye hazırlayan bir yanı var. Üstelik toplum nazarından bakıp Erdoğan’a da seçimi kaybedince ağır başlı, edebe, adaba, usule, demokrasiye uygun şekilde kenara çekilme tavsiyesi sunar gibi. Şeyh uçmaz, mürit uçurur misali yüceltmeler ama -belki farkında belki değil- çıkardığı yükseklikten de bırakıveriyor. Bilmez mi ki o şeyh uçmak değil konmak, konduğu koltukta kalmak ister, herkesin bildiği bu gerçekliği gözardı edişin de çözemediğim bir nedeni vardır belki. Çünkü seçim meydanlarında, televizyon ekranlarında, gazete manşetlerinde yer alan AKP ve Erdoğan söylemlerinin tam tersine bir muhayyel Erdoğan profili icat edilmiş yüz falı bakılarak.
Kimi bağlıları Erdoğan için gerçekten böyle düşünüyor olabilir ama Erdoğan’ın, kendisi için böyle kaderci, teslimiyetçi bir portreyi seçim öncesi hayli tehlikeli bulacağına şüphe yok. Evliya olarak bilinmekten hoşlansa da kendisinden evliya gibi davranmasının beklenmesi hiç işine gelmez. Yanındaki politikacılar için de “tekkeye mürit aramıyoruz” dediğini hatırlayanlar bilir bu zihniyet siyasette seçmen için dini duyguları sömürmenin gereğine inanır ancak yönetim sırasında politikacı için dini ahlaki değerleri çiğnemeyi mubah sayar. Cami avlusunda propaganda, afiş, siyasi rakiplerini yuhalatma siyasi gereklilik, ancak Kılıçdaroğlu’nun Alevi videosu ayrımcılık sayılır o akılda. Bunların hepsini ve çok daha fazlasını alt alta yazıp üzerine bir de seçim yasası meselesini hatırlayalım. Seçime yakın zamanlarda seçim yasasını, muhalefetin aleyhine ve iktidarın lehine olacak şekilde değiştiren her parti için bu ülkenin seçmeni “bunlar gidici” der ve illa ki ayaklarına dolaştırır yaptıkları hileli yasayı. 83’te Özal’ı, Evren’e inat iktidara taşıyan seçmen, daha sonra benzer bir seçim kanunu hilesi üzerine ANAP’ı un ufak etmişti. Bir de artık oylar meselesiyle hazırlanan seçim kanunu değişikliğini yapanın aleyhine çevirme huyu var seçmenin. 1950 14 Mayıs'ı buna en iyi örnek. CHP seçim kanununda kendi yaptığı değişiklik nedeniyle aldığı oya oranla son derece düşük sayıda vekil çıkarmıştı. Ne diyelim, bugünün AKP’si o günün CHP’si konumundayken politikacılar bunu dile getirmekten çekinse de seçmenin gözünden kaçtığını sanmıyorum. Her türlü hileye ve baskıya karşın bir kere daha görebiliriz il mi yaman bey mi?